Ayşegül Sünnetçioğlu: Tiyatrodan gerçekten para kazandığını söylemek tam bir kandırmaca

Uzun yıllar kurum tiyatrolarında adeta bir memur gibi sabah 9 akşam 5 çalışan Ayşegül Sünnetçioğlu, "Çok konforlu ve yavaş bir şehir. İnsanı mücadele etmekten, hareket etmekten uzakta tutan bir tarafı var" dediği İzmir'den geldiği İstanbul'da kendi bağımsız tiyatrosunu kurmuş. Sünnetçioğlu, "Özel bir tiyatroda oyuncu olarak çalışmak adeta bir lüks. Elbette hâlâ tiyatromu ayakta tutabilmek de" diyor.

Abone ol

Nuray Büyükdağ

DUVAR - Ödenekli tiyatroların oyuncular için birçok konforu; düzenli maaş, sigorta, oynamak dışında herhangi bir sorumluluğun olmadığı bir ortamı barındırmasının yanında birçok çelişkiyi de barındırıyor içinde. Bu konforun verdiği rehavet, özgürce oyunlar oynanamaması, sansür, yaratıcılığın kısıtlanması gibi sayabileceğimiz birçok sancıyı da bünyesinde taşıyor…

Ayşegül Sünnetçioğlu da uzun yıllar kurum tiyatrolarında çalışmış. Fakat bir tiyatro sanatçısı için bu kapalı anlayış ve sistem onun için can sıkıcı bir hal almış. İzmir’in ve kurumsal tiyatronun konforlu ortamını bırakıp kendini daha özgür ifade edebileceği alternatif bir alan arayışına girmiş. Ve ciddi güvenlik gerektiren yerlerde kullanılması öngörülen bir sistem olan işe giriş çıkış saatlerinin kontrolü için kullanılan yüz okuma cihazına maruz kalınca da kurumsal bir tiyatrodan ayrılmak farz olmuş.

Bütün korku, kaygı ve belirsizliğe rağmen kendi bağımsız tiyatrosunu kurmuş. Bu süreci hızlandıran şeyi şöyle anlatıyor: “Belediyenin tüm birimlerine giriş çıkış saatlerinizi kanıtlayabilmeniz için yüz okuma cihazı gönderilince ve ben kendimi sabah akşam sanatımı yapmak için yüzümü okutur bulunca benim için artık zaman dolmuştu. Ve oradan ayrıldım”.

Şehir tiyatrolarından haksız yere atılan birçok tiyatrocu ‘sudan çıkmış balığa dönmek’ tabirini kullanmıştı konuşmalarımızda. Kendini baskılanmış hissettiği kurumsal tiyatrodan rahatça nefes alıp üretebilmek için ayrılan Ayşegül Sünnetçioğluyla, bağımsız tiyatro yapmanın zorluklarını, sancılarını konuştuk…

Praxis Perform nasıl kuruldu?

Praxis Perform, Ocak 2016’da ben ve üniversiteden arkadaşım Serel Turhan tarafından İzmir’de kuruldu. O zaman Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda birlikte çalışıyorduk. İkimiz de uzun yıllar kurum tiyatrolarında çalışmış kişiler olarak kendimizi daha özgür ifade edebileceğimiz alternatif bir alan arıyorduk. Amacımız okul bittikten sonra İstanbul’a gitmeyi tercih etmeyen oyuncular olarak, sadece ödenekli tiyatrolara ve İstanbul’dan gelen oyunlara giden İzmir seyircisine alternatif bir seyir deneyimi sunmaktı. Çünkü İzmir’de o zaman varlığını sürdüren çok fazla özel tiyatro yoktu.

‘Praxis Perform’ ismi de İzmir’de alternetaif bir tiyatro yaratma çabasıyla ortaya çıkan bir isim mi?

Praxis kelimesini dünyayı değiştirmek için yapılan eylemlerin tümü diye tanımlayabiliriz. Biz bu ismi ilk oyunumuz “Jean-Paul Marat”nın felsefesinden esinlenerek koyduk. Perform kelimesini performans anlamıyla kullandık. İki kelime birleştiğinde amacımız ortaya çıktı ve bizi tanımlayacak ismin Praxis Perform olduğuna karar verdik. Değişim için eyleme geçmek istiyorsak bunu kendi bildiğimiz yoldan, tiyatro ile yapmalıydık. Bu ismi alarak bizimle buluşan seyircilerimize de bunun sözünü vermiş olduk.

İzmir’den sizi buraya getiren şey neydi?

Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu'ndan (BBŞT) 2017’de ayrıldım ve İstanbul’a taşındım. Serel ile hayatlarımız farklı şehirlerde sürmeye başlayınca ortaklığımıza devam edemedik ve ben de Praxis Perform’u tek başıma İstanbul’da yaşatmaya karar verdim.

İzmir çok konforlu ve yavaş bir şehir. İnsanı mücadele etmekten, hareket etmekten uzakta tutan bir tarafı var. Bu yaşamla mücadelesini belli bir yere taşımış ya da tamamlamış insanlar için çok iyi olabilir. Ama yaşınız gençse bu size bir yerden sonra sıkıntı yaratabiliyor. Ayrıca iş alanında kendi fanusunuzda kalmanıza neden oluyor. İzmir’de tiyatro alanında değişim olacağına inancım yüksekti fakat her şey çok yavaş ilerliyordu. Biraz daha kalırsam olduğum yere çakılacağımı fark ettim. Yüksek lisansımı Şahika Tekand ve Studio Oyuncuları üzerine yapmıştım. Tezi hazırlamak için Şahika hocayla röportaj yapmam gerekiyordu. 2011 senesinde ona kendi hikayemi anlattığımda bana, ‘okyanusa atlamaktan korkmamamı ve İstanbul’a gelmemi’ söylemişti. Bu söz beni etkilemişti fakat yine de ben İzmir’de de tiyatro yapabileceğimi söylemiştim. Kurumda çalışmanın konforuyla sarf edilmiş sözlerdi bunlar. Ayrıca İzmir’deki konforumdan vazgeçmek de ürkütüyordu beni. Bir yandan İstanbul dışında da tiyatroyla geçinilebileceğini kendime ispatlamak istiyordum. Oysa bu durum, kurum tiyatrosunda çalışmıyorsanız gerçekleşecek bir şey değil. Ne orada ne de burada. Yani bağımsız tiyatrolar için bu durum neredeyse imkansız. Ama bunca korkuya rağmen İstanbul’a geri dönmeyi göze alarak geldim.

Kurumsal tiyatroda çalışanlar her ne kadar ayrılıp bağımsız tiyatro yapmak isteseler de buna pek cesaret edemezler. Kurumsal bir tiyatronun (Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu) konforunu bırakıp bağımsız tiyatro yapmaya iten kuvvetli bir nedeniniz olmalı.

İzmir’de Devlet Tiyatrosu dışında tek ödenekli tiyatroydu Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu. Fakat isminde şehir tiyatrosu geçse de özünde bir ilçe tiyatrosuydu ve maalesef şehre yayılamayan bir tarafı vardı. Bu da tamamiyle bürokratik nedenlerden ötürüydü. Girdiğimde taşeron bir temizlik firmasının işçisi olarak görünüyordum kadroda. Her sene işten çıkartılıp geri alınıyorduk. Farklı farklı firmaların çalışanı olarak göründüm. Daha sonra kadroda eğitmen oldum, en sonunda Tiyatro Müdürlüğü kuruldu ve oyuncu oldum. Ben okulu bitirince oyuncu olacağımı düşünüyordum ama ülke şartlarında resmi olarak oyuncu olmam ve bundan para kazanmam biraz zaman aldı.

BBŞT’de İstanbul’dan farklı olarak mesai sistemi vardı. Her işçi ve memur gibi biz de 9:00-17:00 mesai yapıyorduk. Bu da aslında işi sanat olan insanların beceremeyeceği ve ait olmadığı bir sistemdi. Çünkü aslında bizim çalışma saatlerimiz çok değişkendir, saat hesabı üzerinden tanımlanamaz. Gece geç saatlere kadar prova yapsak da ek mesai ücreti almıyorduk. Ama yine de o provalar yapılıyordu ve sabah 9:00’da tekrar işe geliyorduk. Fakat bu ülkede maaşlı çalışmak ve sigorta güvencesi insanı bu sistemin içinde kalmaya itiyor. E bir de bahaneniz hazır; huzur içinde tiyatronuzu yapıyorsunuz. O zaman mesainizi de dolduracaksınız. Ben de kendimi senelerce bu şekilde avuttum. Elbette çalıştığım ortam, arkadaşlarım ve üretimimiz de beni orada kalmaya ikna etti. Fakat belediyenin tüm birimlerine giriş çıkış saatlerinizi kanıtlayabilmeniz için yüz okuma cihazı gönderilince ve ben kendimi sabah akşam sanatımı yapmak için yüzümü okutur bulunca benim için artık zaman dolmuştu. Ve oradan ayrıldım.

Kurumsal tiyatroda çalışmanın getirdiği imkanlar ve rahatlıktan sonra bağımsız tiyatro yapmanın ilk hangi zorluklarıyla karşılaştınız?

Öncelikle İzmir’de bir prova alanı bulamadığımız için oyunu evde çalıştık ve yine oynayacak alternatif bir sahne olmadığından bir barda sahneledik. Oyun bar için tasarlanmamıştı fakat biz sadece seyirciyle buluşmak istiyorduk. Altta maç günleri seslerin yankılanmasına rağmen üst katta seyirciyi hayal ettiğimiz dünyanın içine inatla ve inançla davet ettik. İki sezon oyunumuzu sahneledik ve aynı inatla bir çok festivale katılıp sahnelerde de oynamış olduk. Kadıköy’de büyüdüğüm için İstanbul’a yine bildiğim yerden başlamak istedim. İlk geldiğimizde iki yakada da çeşitli sahnelerle görüştük. Fakat sahnesi olmayan tiyatroların öncelikle talep edilen sahne kiralarıyla yüzleşmesi gerekiyor. Özel tiyatrolar kesilen vergilerden kendilerine kalan parayla ayakta durabilmek için kira ücretlerini belli bir oranda tutmaya çalışıyorlar. Fakat sahnesi olmayan tiyatroların da bilet satışından bu ücretleri ödeyip artıya geçebilmesi mümkün değil. Eğer bir birikiminiz yoksa sıfırdan tiyatro yapıp para kazanmayı beklemek tam bir mucize olur. Varsa da o birikimi kullanıp eksiyi göze alarak hareket etmeniz gerekiyor. Kimi yerlerde bahsedildiği gibi tiyatrodan gerçekten para kazandığını söylemek tam bir kandırmaca.

Birçok tiyatrocu hala hayatını idame edebilmek için farklı işlerde çalışmak zorunda kalıyor zaten. Sizin böyle bir süreciniz oldu mu?

İstanbul’a ilk döndüğümde bir mağazada satış elemanı olarak çalıştım. Birlikte çalıştığım insanlara oyuncu olduğumu kanıtlamam zaman aldı. Komik olan üniversiteye girmeden de satış elemanı olarak çalışıyordum ve tek hayalim oradan kurtulup tiyatrocu olmaktı. Kurum tiyatrosundan ayrılmak bana aynı kaderi yaşattı. Fakat bu beni üzmedi aksine hırslandırdı. Yaşamak için paraya ihtiyacım vardı ve bunu özel tiyatro ile başaramayacağım ortadaydı. Para ve sigorta için istemediğim bir sistemin içinde bulunacağıma yine aynı işi yapıp bu sefer daha özgür bir şekilde tiyatro yapma fikri beni ayakta tuttu. Bu şehirde oyuncular yaşamak için kendi iş alanları dışında bambaşka işlerde çalışarak ayakta kalıyor. Özel bir tiyatroda oyuncu olarak çalışmak adeta bir lüks. Çünkü aldığınız yevmiye sizi ancak o gün kurtarıyor. Neyse ki artık çeşitli kurumlarda eğitmen olarak çalışıyorum ve bir şekilde hayatımı sürdürüyorum. Elbette hâlâ tiyatromu ayakta tutabilmek bir lüks oluyor. Bu hikayede yanıma kalan en güzel şey, tanıştığım ve aynı kaderi paylaştığım güzel insanlarla yan yana durmak ve birlikte üretebilmek oluyor. Bu dostlukların en başında senelerdir üretimini İzmir’den takip ettiğim Kadıköy Emek Tiyatrosu ve Pınar Yıldırım geliyor. Onlardan tiyatromu ayakta tutabilmek için çok şey öğreniyorum. “Cadı Avı” oyunuyla ikinci sezonumuzda birlikte oynamaya devam ediyoruz. Ayrıca bu sezon “Pireli Varyete” isimli oyunumuz için yapım ortağı olduk.

Bu sezon oynadığınız veya hem yönetip hem de oynadığınız birkaç oyununuz var o halde.

“Jean-Paul Marat” 4 sezonu tamamladıktan sonra bu sezon ilk defa Kadıköy Tiyatroları Platformu’nun düzenlediği 4.Kadıköy Tiyatro Şenliği kapsamında oynadı. Bu sezon Kadıköy Emek Tiyatrosu ile ortak yapım olan oyunumuz “Pireli Varyete” aktif olarak oynayacak. Franz Kafka’nın “Akademi İçin Bir Rapor” öyküsünden uyarlandı. Yönetip oynadığım oyunda bir maymunun insan oluşu ile bir insanın maymun oluşu hakkında şenlikli bir gösteriye tanık olacağız. 30 Kasım Cumartesi 20:30’da Kadıköy Emek Tiyatrosu’nda prömiyer yapıyoruz ve sezon boyunca da orada seyirciyle buluşacağız.

Oyun takvimi:

6 Aralık Cuma 20:30

16 Aralık Pazartesi 20:30

22 Aralık Pazar 19:00