Haftada bir yazı yazmanın en büyük sıkıntısı, kimi zaman ne yazacağını bilememek. Sanıldığı gibi gündem yokluğu değil, gündem çokluğu da buna engel. Bugün, öyle günlerden biri. Yazının başına oturduğumda aklımdan geçen bin tilki vardı ama tek birinde karar kıldım. Bir süredir dinlediğim Yasemin Mori albümünü ya da “yeni” Cem Karaca şarkıları albümünü yazmaya niyetlenmişken gözüm tarihe takıldı: 18 Şubat. Bir gün öncesi, kalabalık: Adnan Menderes’in uçak kazası geçirdiği, arkadaşımız Nuh Köklü’nün bir hiç uğruna öldürüldüğü gün. Ertesi gün de önemli: Ulaş Bardakçı, gencecik yaşında devlet tarafından öldürüldü. Geçtiğimiz yıl yazdığım onunla alakalı yazı, duvaR arşivinde.
17 Şubat’ı “kara gün” kılan bir başka hadise, Aysel Gürel’in ölümü. Onu, 10 yıl önce, karlı bir günde kaybettik. mor ve ötesi’nin Eurovision şarkısı “Deli”yi ilk kez dinlemiştik ve tek heyecanımız buyken aldığımız haberle yalnızlaştığımı hissetmiştim. Aysel Gürel benim için çok önemliydi çünkü onun şarkılarıyla büyümüş, âşık olmuş, aşk acısı çekmiş bir kuşağa mensuptum. Üstelik sadece aşk değil, memleket gerçekleri de vardı şarkılarında: “Ünzile”de dile getirdikleri, bugün hâlâ gündemde. Dikkatim oraya çekildiyse, Aysel Gürel sayesinde.
Şundan çok eminim: Herkesin hatırasında, hafızasında bir Aysel Gürel şarkısı var. Sağlam duruşlu, sözünü net söyleyen açık bir insandı. Her zaman kendisi oldu, içindekini yazdı. Memleket pop müziğine otuz yılı aşkın bir süre hizmet verdi, onu bugünlere getirdi. ‘70’li yılların ikinci yarısında, “pop”un popüler olduğu dönemde, gizli kahramanlardandı. Plak üzerinde imzasına rastladığımız ilk şarkı, 1976 tarihli: Güzin ile Baha tarafından seslendirilen, “Gençlik Başımda Duman”… Hepimizin ateş böceği taklidi yaparak eşlik ettiği şarkı hani:
“Aşk bahçemi süsleyen / İnci çiçeğim misin? / Gecemi aydınlatan / Ateş böceğim misin? / Gençlik başımda duman / İlk aşkım ilk heyecan / Kovaladıkça kaçan / Ateş böceğim misin?”
Sonrasında ilk Sezen Aksu albümü “Allahaısmarladık”ta onun imzasına rastlıyoruz –ki onunla birlikteliği her iki taraf açısından da çok önemli. ‘80’li yıllar, Aysel Gürel imzalı Sezen Aksu şarkılarıyla geçti çünkü. O yıllarda, bir yandan pop cenahında at koştururken diğer yandan arabeske alternatif “yeni” yolar aradı. Attila Özdemiroğlu ile yaptıkları “Firuze” ve “Sevda”, bu anlamda iki önemli şarkı. Sonrası, onun dokunuşuyla şekillenen “patlama”: “Abone”den “Hadi Bakalım”a ‘90’lı yıllardaki hareketi başlatan ve sürdüren neredeyse bütün şarkılar onun kaleminden çıktı. O dönemde “tekerleme gibi sözleri var” denilerek eleştirilen şarkılar, bugün herkesin dilinde…
Pek bilinmeyen bir bilgi vereyim: Aysel Gürel, sanat hayatına tiyatroyla başlıyor. Onu söz yazarı olarak tanıdığımız yıllar, emeklilik yılları. Bir dönem sahnelerde aktif ancak tadında bırakmayı seçmiş. Tiyatroculuğu hakkında bilgi almak için bir “ansiklopedi”ye başvurmakta fayda var. 1970 yılında (Şevket Rado’nun çıkarttığı ve cemiyet hayatının nabzını tutmayı amaçlayan “janjanlı” dergi Ses tarafından) yayımlanan “SES Sanatçılar Ansiklopedisi”nin 148. sayfasındaki Aysel Gürel maddesi, şöyle:
“Tiyatro sanatçısıdır. Denizli’de doğdu (7.2.1929). 2 kardeşi vardır. Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’nde okudu. Halen duldur. Müjde (1954) ve Mehtap (1958) adında iki çocuğu vardır. Aysel Gürel’in sahne hayatı ‘Romeo ve Juliette’ piyesiyle başlamıştır (1940). Halen Nejat Uygur Tiyatrosu kadrosunda olan sanatçının rol aldığı oyunlardan bazıları şunlardır: ‘Generalin Aşkı’, ‘Leyleğin Ömrü’, ‘Bana Çiçek Yollama’, ‘General Çöpçatan’, ‘Cibali Karakolu’, ‘Oskar’, ‘Şaşkın Diktatör’, ‘Ağaçlar Ayakta Ölür’…” Ansiklopedide yer alan tiyatro sanatçılarının biyografileri, Yavuz Turgul ve Ayşe Azizoğlu imzalı.
Aysel Gürel, hiç ölmeyecek sandığım insanlardandı. Çocukluğumda onu nasıl tanıdıysam, sonrasında da öyle bildim. TRT için yaptığım bir belgesel vesilesiyle onunla görüştüğüm gün, hayatımın heyecanlı günlerinden. Kutular ve çekmecelerle dolu rengârenk evi, tuhaf objeler arasından çıkarttığı ve hep neşeyle kafasına taktığı peruklar, hâlâ hafızamda. Çocuk gibiydi, hep öyle kaldı.
Ayşegül Aldinç’in söylediği Timur Selçuk bestesi “Gözlerin Su Yeşili”, en sevdiğim Aysel Gürel şarkısı belki de. Sobanın üstünde kaynayan “mavi çaydanlık”la canımıza okuduğu şarkıdır. Sezen Aksu’nun en güzel şarkılarından “Hasret”, onunla yarışır. Attila Özdemiroğlu’nun “Kurbağalar” filmi için bestelediği ezgi üzerine dizdiği şahane sözler, yıllar sonra Aylin Aslım tarafından da seslendirildi. Çocukluk yıllarımda beni etkileyen bir başka şarkı, Neco ve Nil Burak tarafından aynı dönemde ayrı ayrı seslendirilen “O Şarkıyı Henüz Yazmadım”... Yıllar sonra, 2006 yılında yayımlanan Sertab Erener albümünde karşımıza çıkan “Yolun Başında”, Fuat Güner bestesidir ve sözleri, bu şarkıyla aynı hissi verir. Aynı yalnızlık duygusu, aynı çaresizlik…
Aysel Gürel’e “deli” sıfatını yakıştırmak uygunsuz olmaz zira yaptıkları, yapamadıklarımız. Dillerde dolanan, çoktan şehir efsanesine dönüşmüş hikâyeler var… Misal, “Sevgililer gününde ne yapacaksınız?” sorusuna “mastürbasyon” cevabını verdiği, evinden arayan münasebetsiz bir muhabire “şu anda sevişiyorum, daha sonra arayın” dediği söylenir. Cinsel kimliğini “otoseksüel” olarak tarif eden, "dünya üzerindeki bütün kızlar benim kızım, bütün erkekler sevgilim" cümlesini kuran, çöp kamyonuna otostop çeken ve okuldan geç dönen kızını arkadaşlarının önünde eteğini açarak karşılayan ve “bir daha geç kalırsan daha fazlasını da yaparım” diyen de o. Şu lafı söylemişliği de rivayet olunur: "En iyi şiirlerimi orgazm sonrasında yazıyorum, çünkü orada ulaştığım yerden daha ileri bir nokta yok". Şüphesiz doğruluğu tartışılır hikâyeler bunlar ama hepsini teyit eden cümlesi gerçek: “Ben Türk kadınının bilinçaltıyım."
Merve Erol, 23 Şubat 2008 tarihli Radikal Cumartesi’de şunları söylüyor:
“Ama ne kadındı! Yaşlılığı ve cinselliği bir arada tutmak bir defa, çokça kabul gören bir şey değil bu devirde, bu topraklarda. Bir kadının bunu başarması, büyük meziyet. Herhalde en çok bunun için teşekkür edilmeli ona. Bir de şarkı sözlerinden, yetiştirdiği kızlarından, yaydığı neşeden, kıyafet devriminden dolayı...”
Erol, yazısında şahane bir tespit yapıyor:
“Mesela, operadan veya resimden Semiha Berksoy'un, edebiyattan Sevim Burak'ın poptaki izdüşümü gibi. Onlar gibi 'cumhuriyet kadını', ama ne modernlik ne kadınlık kabına sığanlardan. Ya da, o kabı layıkıyla dolduranlardan. Onlardan farkı, gençliğin geçer akçe olduğu bir âlemde yaşaması. Bu, işine de geliyordu herhalde.”
Yazıda, müziğe katkısına dair bir tespit de var. Bir yandan “tekerleme gibi” sözler yazdığını doğrularken Türkçeye olan saygısının altını çizmeyi unutmuyor:
“Pıtrak gibi açan genç şarkıcılara da sözlerini verdi Aysel Gürel. Artık sözler kesin, kısa, sloganları yakalayıcı olacaktı, hikâye anlatmak gibi bir kaygı şart değildi, her şarkı herkese giderdi. Kendi de bu formülü uyguladı, ama anlatım kaygısına, kelimeye saygısını da galiba yitirmedi.”
Kadın şarkı sözü yazarları, Türkçeyi her zaman ön planda tuttu. Aysel Gürel, Fikret Şenes, Ülkü Aker, Çiğdem Talû ile birlikte dört büyük şarkı sözü yazarından biri. Bu cümleyi kurarken Sıla’dan Ceylan Ertem’e, Gaye Su Akyol’dan Ezgi Aktan’a, Selen Gülün’den Yasemin Mori’ye kendi şarkısını yazan “genç”leri ve Sezen Aksu’yu hesaba katmıyorum. Onlar, bu dört isimden aldıkları ilhamla yollarını çizdiler, ilerliyorlar. Bu dört isim arasında etki alanı en yüksek olan, şüphesiz Aysel Gürel. Şarkıları çok insan tarafından seslendirildiği için değil, duygularını en yalın şekilde anlattığı için. En yakınımızdaki kadınların, sevgilimizin, kız kardeşimizin, ablamızın, annemizin ve hatta büyükannemizin söyledikleriydi aslında yazdığı sözler. Onun için bu kadar sahiciydi. Hatta kimi zaman (cinsiyet farkına rağmen) kendimizi bulduk onda.
Bir yandan hepimizi temsil eden bir kadın Aysel Gürel ama aslında bir yanı çok yalnız. “Deli”liği biraz da bundan. Deniz Durukan’la yaptığı bir söyleşide kurduğu iki cümle, onu çok iyi özetliyor: “Ben hiç yalnızlık hissetmiyorum. Aslında tek başıma çok kalabalığım.”
Aysel Gürel’i, (bir günlük gecikmeyle) aramızdan ayrılışının 10. yılında anarken, bugün kaybettiğimiz iki önemli ismi unutmayayım: Memleket müziğine çok büyük katkılarda bulunmuş besteci Şerif Yüzbaşıoğlu’nu 1981’de, edebiyatımızın şahanesi Tezer Özlü’yü 1986’da bir 18 Şubat günü kaybettik. 1990 yılında Ada Yayınları tarafından yayımlanan küçücük kitap (“Kalanlar”) terekesinin bir bölümünü bizimle buluşturmuştu. Kitapta yer alan “cümleler”den biri, özlemek üzerine:
“Özlem duygusu bende giderek ölüyor. Ancak çok sık gördüğümü ya da ölenleri özlüyorum.”
Aramızdan ayrılanlar özlemi artırıyor. On yıl önce bu dünyayı terk eden Aysel Gürel, 46 yıl önce elimizden alınan Ulaş Bardakçı, 32 yıl önce en verimli çağında başını alıp giden Tezer Özlü, üç yıl önce bir hiç uğruna hayatı sonlanan Nuh Köklü… İnanamadığımız ölüm o kadar çok ki! Özlem, biraz da bunun için can yakıyor.
Türkiye'nin ilk anarşist kızı: Aysel Gürel