Aysel Tuğluk neden tahliye edilmiyor?

Hastalığı heyet raporuyla, doktor raporlarıyla somutlaşmış olmasına rağmen tahliye edilmemesi, devletin Kürt kadınlarına yaklaşımının bir göstergesidir.

Abone ol

Sebahat Tuncel

Bu sorunun cevabı çok net çünkü o bir kadın ve bir Kürt. Üstelik erkek egemen kapitalist sisteme karşı mücadele etme cesaretini göstermiş ve bu sistemin temsilcilerine göre “haddini aşan bir kadın”. Aysel Tuğluk Türkiye’de bir Kürt kadını olmanın ne demek olduğunu, devlet şiddetinin ne demek olduğunu çocuk yaşta deneyimlemiş bir yoldaşımız. Yaşanan adaletsizliğe, kadınlara ve Kürtlere dayatılan kimliksizliğe ve köleliğe karşı mücadele edebilmek için hukuk fakültesini seçmişti. Ama onun hukuk fakültesinde öğrendiği demokratik hukuk düzeni, hukuk normları, anayasa ve yasaların kendi özgürlüğünü elinden alacak bir silaha nasıl dönüşeceğini belki de öngörmemişti. Hukuk kişiliğinden dolayısıyla yurttaşlıktan çıkartılan iki kimliğinin (kadın ve Kürt) tanınması için mücadele etmenin ne kadar hayati olduğunu özgürlük mücadelesi içinde daha net kavradı. Birey olarak yaşanan durumun farkında olmak elbette ki önemliydi. Ancak karşısında 5 bin yıldır kendisini örgütleyen erkek egemen merkezi uygarlık sistemi vardı. Buna karşı ancak örgütlü bir kadın mücadelesi ve örgütlü bir halk mücadelesiyle karşı durulabilir ve özgürlük, eşitlik, demokrasi ve barış için alan açılabilirdi. Bunun için de örgütlü mücadele ve siyaset içinde olmak bir tercihten ziyade zorunluluktu Aysel Tuğluk için.

YAŞAMINI ADALETE, EŞİTLİĞE, ÖZGÜRLÜĞE VE BARIŞA ADADI

İnsanca yaşanabilir eşit ve özgür adil bir yaşamın mümkün olduğuna inanıyordu. Özgürlüğün seçmek olduğunun, seçmenin de bedel gerektirdiğinin farkındaydı elbet. Yani bu yola girerken kendisinin neyle karşılaşacağını, nasıl bir tarihsel, toplumsal gerçeklik içinde yaşadığını ve hakikat arayışının, hakikat ve özgürlük görüşünün hiç de kolay olmadığını biliyordu. Ve fakat kendisine dayatılan köleliğe, kimliksizliğe sessiz kalması da beklenemezdi. Mücadele içinde olmak ona hep coşku ve heyecan vermişti. Yeniyi yaratma ve yeni karşısındaki zorluklara göğüs germe konusunda hiçbir tereddüt göstermedi. Kürt sorunu gibi yakıcı bir sorunun çözümü için gözünü kırpmadan sorumluluk üstlendi. İmralı Adası’na giden ilk avukatlardan biriydi ki o dönem Türkiye koşullarında bu, cesaret isterdi. Kaldı ki ilk süreçlerde avukat arkadaşıyla birlikte birçok saldırıyı göğüslemek zorunda kaldı. Ölümle yüz yüze geldikleri anlar oldu. Ama yine de yılmadı. Yaşamını adalete, eşitliğe, özgürlüğe ve barışa adamıştı. O nedenle siyaset yapmayı hiç düşünmezken siyasi partide en üst düzey olan aynı zamanda Türkiye’de ve dünyada ilk kez uygulanacak olan Eş Genel Başkanlık sorumluluğunu üstlendi.

Kadın özgürlükçü siyasetin gelişmesi, erkek egemen sistemin değiştirilmesi konusunda kadınlar için önemli bir mevzi olan Eşbaşkanlık Sistemi’nin kurumsallaşmasındaki rolü önemlidir. İşte Aysel Tuğluk bu nedenle hâlâ cezaevindedir. Anayasa’nın ve Siyasi Partiler Yasası’nın her yurttaşa tanıdığı siyaset yapma hakkını kullandığı için jet hızıyla yargılaması sonuçlandırıldı (üç duruşmada bitirildi ve Yargıtay da aynı hızla onayladı) ve kendisine örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle on yıl ceza verildi. Altı yıldır cezaevinde olan Aysel arkadaşımızla yaklaşık iki yıl boyunca Figen Başkan ve ben aynı odayı paylaştık. Kürt halkına, Kürt halkının dostlarına ve kadınlara karşı hükümetin uyguladığı düşman hukukunun bir sonucu olarak, siyasetçiler olarak devletin elinde “rehin” olduğumuzu, devletin ve hükümetin Kürt politikası değişmeden bu rehinlik durumunun değişmeyeceğini birlikte değerlendiriyorduk.

Bu cesur kadın devletten kaynaklı her türlü baskı ve zulmü göğüslerken annesi Hatun Anne’nin cenazesine yapılan saygısızlığı, ırkçı saldırıyı ne yazık ki kaldıramadı. O süreç hepimiz için çok yıkıcıydı. Dirimize saygısı olmayanın ölümüzü de rahat bırakmaması, Dersim coğrafyasının acılarından süzülüp gelen Hatun Anne’nin gömülme hakkının elinden alınması elbette ki hepimizi derinden etkiledi. Ancak Aysel arkadaşımızın yaşamla kurduğu bağı kopardı bu saldırı. Bu sürecin yıkıcılığı arkadaşımızın Alzheimer hastalığına yakalanmasına neden oldu. Hastalığı heyet raporuyla, doktor raporlarıyla somutlaşmış olmasına rağmen tahliye edilmemesi devletin Kürt kadınlarına yaklaşımının bir göstergesidir.

ADLİ TIP KARARI SİYASİDİR

Adalet Bakanı ayrımcılık yapılmadığını iddia etse de gerçek durum sadece ayrımcılık değil milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilik yapıldığını da gözler önüne sermektedir. İkisine de aynı tanı konulmasına rağmen Çevik Bir’i serbest bırakan Adli Tıp Kurumu (ATK), Aysel Tuğluk için bırakalım tahliye kararı vermeyi, “kısmi savunma yapabilir” diyerek yetkisi olmayan bir konuda siyasi bir karara imza atmıştır. 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi de ATK’nin bu siyasi kararına atfen zorla, işkenceyle sevgili yoldaşımız, yol arkadaşımız Aysel Tuğluk’un sorgusunu yapmıştır. Bu yaşananlar Kürt halkına, Kürt kadınına karşı örgütlü bir kötülüğün nasıl planlandığını da uygulandığını da göstermektedir. Mesele tabii ki Aysel Tuğluk’un şahsıyla alakalı bir durum değildir. Öncü bir Kürt kadın olan Aysel Tuğluk şahsında Kürt kadınlara, örgütlü kadınlara mesaj verilmektedir. Biz bu mesajı aldık! Bu mesaja vereceğimiz cevap elbette ki geri çekilmek değil, aksine daha güçlü bir örgütlülük yaratmak ve kadın özgürlük mücadelesini, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesini daha da yükseltmektir. Ki Kürt kadınları da bunu yapıyor. Bizler cezaevlerinde ve mahkeme kürsülerinde, dışarıdaki yoldaşlarımız da bulundukları her yerde bunu yapıyorlar. En son TJA’nın Batman’da 700’ü delege olan 1000’den fazla kadınla “Em dijî Faşizmê Azadiyê de israrin/ Faşizme Karşı Özgürlükte Israr Ediyoruz” sloganı ile gerçekleştirdiği konferans tekçi, milliyetçi, cinsiyetçi ve ayrımcı sisteme karşı verilmiş en iyi cevap olmuştur. Kadınların örgütlü mücadelesi mutlaka başarıya ulaşacaktır. İran’dan Afganistan’a, Suriye’ye, Türkiye’ye eşitlik, özgürlük, demokrasi, barış ve insanca onurlu yaşam için mücadele eden kadınlar kazanacaktır.

Jin Jîyan Azadî!