Bu sene ikincisi yapılan Başka Sinema Ayvalık Film Festivali, ayın dokuzunda sona erdi ve açıkça, en baştan söylememiz gerekir ki beklentilerimizi karşılayan hatta aşan bir düzeyde seyretti ve sonlandı.
Festivalin direktörü Azize Tan önderliğinde çalışan bütün görevliler, gönüllüler kısaca festivalin organizasyon ve işleyişinde çalışan herkes gerçekten güzel, dikkat çekici, ciddi emek verildiği her yönden belli, özetle çok başarılı bir iş çıkarmışlar. Üstelik bu ‘yeni’ festivali diğer yurt içi örneklerinden ayıran bir hava da festival süresince hakimdi… İster davet edilen sinema filmlerinin ekibinden kişiler ister film eleştirmenleri ve akademisyenler isterse de sinema tutkunu seyirciler olsun, festival herkese kucak açan, insanları kaynaştırıcı, neredeyse her yaşa grubuna hitap eder şekilde gerçekleşti. Gerek gösterilen sinema filmleri, gerekse de yapılan söyleşi ve paneller, ileride daha da dikkat çekecek, bir tür ‘alternatif’ festivale yakışır ve uygun bir şekildeydi.
Hem festivalin ana destekçisi, ‘Kariyo&Ababay Vakfı'nı hem de bahsettiğimiz gibi Azize Tan ve ekibini bu kadar başarılı bir festivali sundukları için yürekten kutlamamız gerekir!
Sadece neredeyse hatasız işleyen bu festivalin göze batan iki ufak kusuruna değinmek istiyoruz: Bu kadar başarılı geçen bir organizasyonda biraz detay gibi görünse de, sinemalarda seanslar biraz sıkışık olduğu için genelde gösterim sonrası söyleşiye kalan filmin yönetmeni ve oyuncularına, seyircilerin soru sorma zamanı çok kısıtlıydı. Elbette birçok filmin değişik seanslarda gösterilmesi için böyle bir program yapılmış olabilir ancak gösterimler sonrasında seyircilere en azından bir 20 dakikalık soru sorma zamanı verilse hiç fena olmazdı!
Ayrıca, festival filmleri Vural Sineması, Bina Ma’adra ve Sanat Fabrikası Tiyatrosu mekanlarında gösteriliyordu ve neredeyse her filme ilgi büyüktü ve genelde seyirciler salonlarda boş koltuk bırakmadılar. Bu elbette sevindirici bir durum ancak özellikle Vural Sineması'nda seanslar arasında giriş-çıkışların aynı ufak kapıdan yapılması, biraz önce değindiğimiz sıkışık seans programını da göz önüne aldığımızda biraz ‘kaotik’ bir hava yarattı!
Ancak bunlar ‘yeni’ festivallerde olabilecek ufak aksaklıklar ve festival sürecinin genel başarısını hiçbir şekilde gölgelemez…
Festival sırasında dikkatimizi çeken bazı filmler ise şöyle:
PERİ, AĞZI OLMAYAN KIZ
Festivalin ilk gününde izleme şansını bulduğumuz ‘Peri’, Can Evrenol’un, Cem Özduru’nun ‘Perihan’ adlı çizgi romanından esinlenerek yarattığı distopik bilimkurgu/masal karışımı bir filmdi. Göreceli olarak kısıtlı bir zamanda (18 gün) ve bütçede çekilen bu film aslında beklentimizin üstünde çıktı. Çünkü yönetmen, hem normal şartlarda devasa dekorlar ve çok gösterişli görsel efekt imkanları gereken durumları (post apokaliptik dünya!), terk edilmiş mekan ve tenha yerleri seçerek inanılmaz bir basitlikle çözmüş hem de sinemamızda belki hiç yapılmamış bir şekilde, oldukça yabancı olduğumuz bir bilimkurgu türünü bir masalla aynı potada eriterek değişik bir yapım ortaya çıkarmaya çalışmıştı. Filmin hikayesinde kuşkusuz bazı tekrarlar, gereksiz ağır geçişler ve bazı abartılı sekanslar vardı ancak Evrenol, biraz kontrolü yitirdiği takdirde sonucu bir ‘fiyasko’ veya ‘basit bir müsamere’ olabilecek bir projenin altında büyük ölçüde alnının akıyla çıkıyordu!
MARADONA
Futbol tarihinin en unutulmaz isimlerinden biri olan Maradona’nın belgeseli aslında hem ilgi çekici hem de aynı zamanda gerçek anlamda şaşırtmaktan biraz uzaktı. Çünkü hatırlanacağı üzere, neredeyse herkesin tanıdığı bu efsanevi oyuncu, yer aldığı maçlarda sergilediği inanılmaz futbol yeteneği kadar aynı zamanda karıştığı skandallarla sık sık gündeme geliyordu. Dolayısıyla fakir bir ailede büyüyüp yavaş yavaş futbolda yükselip, başarısız bir Barcelona serüveninden sonra asıl büyük patlamasını Napoli’de yapan bu Arjantinli ‘yaramaz büyük çocuk’un hikayesi, bizce ancak futbolcunun kendi sesinin ‘anlatıcı’ (narrateur) olarak devreye girdiği bölümlerde tam tadını buluyordu. Çünkü kendisinin de ifade ettiği gibi sanki içinde ‘Diego’ adında, çok daha çocuksu, basit ve biraz ‘şaşkın’ bir kişilik, bir de tabii tam anlamıyla şöhretin, zenginliğin ve futbolculuğunun herkesin gözünü kamaştırdığı ‘Maradona’ kişiliğini taşıyordu. Maradona’nın Napoli’deki ve özellikle 1986 Dünya Kupası'ndaki başarılarından söz ettiği veya birçok defa kokaine bulaştığına, farkında olmadan ciddi bir mafya ailesiyle arkadaş olduğuna değindiği sekansları ise, seyirci olarak ilgiyle izliyoruz ama zaten çokça duyduğumuz bu hikayelere pek şaşırmıyoruz! Ancak futbolcu bu olayların medyada nasıl yer aldığını değil, kendisinin bunları nasıl yaşadığını anlattığında, o zaman film daha bir ayağa kalkıyor, daha ‘içten’ bir hale dönüşüyor. Bizce sonuç olarak ilgi çekici olmasına rağmen, belgesel film türünde ilk sıralara yerleşecek bir yapım değildi…
PARASİTE
Yönetmen Bong Joon-ho’nun Altın Palmiye kazanan filmi ‘Parasite’ bizce kuşkusuz sadece bu festivalin değil yılın en iyi filmlerinden biriydi. Bu festivalde keşfettiğimiz bir film olmadığı için ve üzerine daha önce birçok değerli yorum yazıldığı için kendi düşüncülerimi ayrıntılı bir şekilde açıklamayacağım ancak sadece benim de, birçok kişi gibi bu harika filmin senaryosundan, yönetmenliğinden, atmosferinden, karakterlerinden yani kısaca kurduğu dünyasından çok etkilendiğimi söylemekle yetineceğim… Bu kadar başarılı bir filmin bu festivalin seçkisine girmesi de tabii ki çok sevindirici bir durum…
Diğer festival filmleri yorumlarım devam edecek…