Türkiye’de bazı film festivallerinin en büyük handikapı yarışmalı bölümlere olan tutkuları ve para ödülleri. Yarışma ve para meselesi ister istemez film ekipleri üzerinde bir baskı da oluşturuyor. Bu da hem film ekiplerinin birbiriyle hem de diğer bileşenlerle (örneğin basın) temas etme mesafesini en aza indiriyor.
Şu sıralarda ikinci kez gerçekleştirilen Başka Sinema Ayvalık Film Festivali’nin yarattığı atmosfer böyle düşünmemi sağladı. İlk geçen yıl gerçekleştirilen bu ‘mütevazı’ film festivali, bir sonraki yılı beklemeden yıl içinde de kente yayılmış çeşitli gösterim ve etkinlikler gerçekleştirmişti. Örneğin ağustos ayında 15 gece boyunca gerçekleştirilen açıkhava gösterimleri gibi…
4 Ekim gece gerçekleştirilen açılışla başlayan Başka Sinema Ayvalık Film Festivali, geçen yıla oranla bir adım daha büyümüş gibi görünüyor. Ma’adra Binası, Vural Sineması ve Sanat Fabrikası’nda gerçekleştirilen film gösterimlerine kent halkının katılımının yoğunluğu dikkat çekiyor. Üstelik bu katılım yalnızca film izleme konusunda değil; gösterim sonrası gerçekleştirilen söyleşilerde de oldukça aktif bir seyirci var.
Öte yandan kentin olanakları ve belirli merkezlerin buluşma noktası olması film ekiplerinin, seyircilerin ve sinema eleştirmenlerinin bir araya gelmesini oldukça kolaylaştırmış. Haliyle festivalin tek gündemi filmler ve sinema oluyor. Yazının girişinde bahsettiğim yarışmalı festivallerin gündemleri çoğu zaman kimin ödül alabileceği ya da alması gerektiği üzerine olduğu için, sinemayı, sinemanın sorunlarını, izlediğimiz filmleri konuşmak biraz zorlaşıyor. Ayvalık’ın açtığı alanlardan birisi de bu. Sinemayı konuşabilmek.
Kendi adıma Türkiye sinemasının birçok sorunla cebelleşmek zorunda olduğunu ve kriz emareleri gösterdiğini düşündüğüm için festivallerdeki bu karşılıklı alışverişi çok önemli buluyorum. Öte yandan, ülke sinemasının masaya yatırıldığı ve çözüm önerilerinin tartışıldığı platformlar için festivallerin öncülük etmesi oldukça önemli. Yani bugün festival mekânlarında, sinema önlerinde konuşulanların festival etkinliklerinin parçası haline gelmesinin zamanın geldiğini belirteyim sırası gelmişken.
Ayvalık gibi ‘butik’ festivallerin şöyle iyi bir tarafı daha var: ‘Profesyonelce’ ayrıştırılmış bölümler olmadığı için Türkiye’den “Kraliçe Lear” ile Makedonya’dan “Bal Ülkesi”ni aynı sohbetin içinde konuşup, Sudan’dan “Ağaçlardan Konuşalım”a varabiliyor, “Bir Aile Filmi”nden çıktıktan sonra “Cadı Üçlemesi”ni pek metheden biriyle sohbete koyulabiliyorsunuz. Kastettiğim, büyük festivaller programlarının yoğun olması nedeniyle seyirci ve eleştirmenleri belirli bölümlere odaklanmaya zorluyor ki bu da genelde yarışmalı bölümler oluyor. Bu tür festivallerin güzelliği ve Ayvalık’ın yakalamaya başladığı şey, aynı sohbetin içine kısa, belgesel, kurmaca vb. filmlerin girmesi, bir gün içinde üç ayrı türden filmi görme fırsatı sunması. Ki bu da bizi başladığımız yere sadece sinemanın konuşulduğu bir festivale götürüyor. Gerçi bu yıl Asif Kapadia’nın “Diego Maradona” filmi vesilesiyle fırsat bulup konuyu yine futbola getirdik ama “Parazit”i izledikten sonra yeniden sinemaya döndük.
Festival direktörü Azize Tan, Başka Sinema ekibi ve festivalin çalışanlarının yoğun çabası burayı giderek özel bir festival haline getiriyor. Umarım ilerleyen yıllarda da gelişmeye devam eder. Geçen yıl Nuri Bilge Ceylan, bu yıl da Emin Alper’in aldığın “Kariyo & Ababay Vakfı Yılın Yönetmeni Ödülü”ne dair bir cümle etmek gerekiyor. Çünkü festivalin tek ‘akçeli’ işi bu. Yıl içindeki filmleri değerlendirip, en iyi filmin yönetmenine maddi destek vermek oldukça iyi bir şey. Her ne kadar festival ekibi “bu bir yarışma değil” dese de, nihayetinde yılın filmleri arasında yapılan bir seçim. Kendi adıma yılın yönetmeni seçiminin festivalden önce açıklanmasını, festival sırasında da ödül törenin gerçekleştirilmesini daha doğru bir yöntemmiş gibi görüyorum. Böylece festivalin ruhunda olmayan ‘yarışma’ hissiyatı biraz daha uzak tutulmuş olabilir belki.