Bab’da IŞİD’in el yapımı patlayıcılar, güdümlü antitank roketleri (ATGM) ve intihar saldırıları ile düzenlediği eylemler sonucunda şehit sayımız onaltı, yaralımız otuzüç. Fırat Kalkanı harekatında şehit sayımız toplam otuzaltı. Bu harekatın amacı ve kapsamını bilmiyoruz. Ne olmadığını Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın çeşitli ifadelerinden karineyle çıkarabiliyoruz: Bab’tan öteye gidilmeyecek. Amaç Esad’ı devirmek değil. Görünen amaç IŞİD’i sınırlarımıza roket atma mesafesinin dışında tutmak. Görünmeyen ama bilinen de PKK uzantısı dediğimiz PYD’nin Afrin ve Kobani kantonlarını birleştirmesini engellemek.
Son olarak IŞİD iki askerimizi diri diri yakarak hunharca katletti. O günün akşamı bu haber alınmamış gibi şehitlere saygı adı altında bir gösteri maçı oynandı. Bu maç için 'güvenli' denilen İstanbul’da sabah saatinden itibaren Beşiktaş ve civarında trafik kilit oldu. Üç gün önce 'ben Nusra’cıyım' diye bağıran bir polis memuru Rusya Büyükelçisi’ni Ankara’nın göbeğinde katletti. Ankara’nın güvenli başkent sicili de öylece bozuldu.
Bunlara hükümetin tepkisi interneti boğmak, internete erişim sağlayan VPN servislerine de erişimi engellemeye çalışmak, beni adam yerine koyup Suriye-Irak konusunda görüşlerime başvurmak için ara sıra yayınlarına çağıran, dolayısıyla minnet borcum olan Alevilerin Yol TV’sini kapatmak. EkşiSözlük ve SolHaberPortalı’na erişim engeli. Şahin Alpay, Hilmi Yavuz gibi insanların malvarlığına el koymak. Kadri Gürsel’e 'palto da giyemesin' eziyeti. HDP İl Başkanlıklarını tarumar edip, duvarlarına yazı yazmak, milletvekili, belediye başkanı, il/ilçe başkanı kim varsa toplayıp içeri tıkmak. Özgür Gündem’de geçici yayın yönetmenliği yapanların peşine düşmek.
Niğde’deki IŞİD davası mı? Tutuklu yargılanan yok. Ebu Hanzala mı? Fetva vermeye devam ediyor. Doğu Halep’ten tahliye edilen cihatçılar mı? Idlip üzerinden Hatay’a sokuluyor. İstanbul’un göbeğinde IŞİD piknikleri düzenleyenler mi? Onlara ilişen yok.
Ne yapmalı? Sayın Ufuk Uras ve sayın Serhat Güvenç’in doğrusunu öğrettiği şekliyle: Ayının dokuz türküsü var, dokuzu da Ahlat üzerine. Benim de döne döne söylediklerim hep aynı.
Kahramanlık ve şehadet teranesi baskıcı rejimlerin örtüsüdür. Bırakın yurttaşlarımız ölümü değil yaşamayı kutsasın, insanlar yaşamanın tadına varsın. Din, kişisel evrenlerde kalsın, kamu düzeni 'ladini' yani laik olsun.
Türkiye Ortadoğu’dadır (da) ama Ortadoğu ülkesi değildir. Yalınpala Ortadoğu’ya dalarsanız Ortadoğu böyle sizin ülkenize davetsiz gelir, yerleşir. Arapların iç meselelerine bırakın doğrudan müdahaleyi, Cumhuriyetimizin kurucusunu dinleyin: “Sorulmadan akıl dahi vermeye kalkışmayın.”
Kürtlerle, onlar kendilerini hangi oluşumlar üzerinden temsil ederse etsin, doğru ilişkiler kurmadan, ne ülkemize huzur ve demokrasi gelir, ne ülkemizin yakın çevre siyaseti başarılı olur. Dünyada toplam Kürt nüfus 35-40 milyon ise bunun yarısı Cumhuriyetimizin yurttaşı. Onun yarısı da AKP seçmeni. Bari onlara sorun Suriye ve Irak Kürtleriyle ne şekilde ilişki kurulacağını. Rojava ise mesele, açın sınır kapılarını yeter, karşılığında Kandil’den çatışmasızlığı alırsınız. Fena mı olur?
Ulusal güvenlik tehditlerinin başına büyük harflerle Suriye kaynaklı cihatçı terörizmi yazın ve gereken önlemleri ona göre alın. Karlov Suikastı’nın ardından güvenlik güçlerimiz içindeki radikalleşmenin boyutlarının ne olabileceğine hiç kafa yordunuz mu? Tekbirlerle mesleğe başlayanların, duvarlara grafiti yazanların Karlov Suikasti’nin bize öğretmesi gerektiği gibi birer saatli bombaya dönüşme ihtimalini hiç değerlendirdiniz mi?
Dönmek halen daha mümkünken Bab’dan geri dönün. Zaten Moskova Bildirisi’yle Suriye konusunda Rusya ve İran’la anlaştınız. Demek ki Bab’ı Esat’a karşı savaşan ÖSO milislerine teslim edip çekilemeyeceksiniz. Kendiniz de işgal edemeyeceğinize göre Bab’ı ya Esad’a veya sizin desteğiniz çekilince çil yavrusu gibi zoraki dağılacak ÖSO çekilince Esat’ın elvereceği SDG’ne bırakmış olacaksınız. Değer mi? Dilerseniz, Fırat Kalkanı harekat planını harp akademilerinde eğitim görmekte olan kurmay adaylarımıza bir gösterin.
Bu başkanlık işi sırıtarak, güle oynaya geçmeyecek o ayrı. Ama birkaç soru da her daim güleç çehreli strateji kerameti sahibi hocaya: Ortadoğu’ya bataklık demeyelim mi? IŞİD terörünün başına “İslamcı” tümlecini koymayalım mı? Bunlar “öfkeli çocuklar” mı? Irak’ta, Suriye’de ümmetçiliğe devam mı? Enver’in Sarıkamış dönüşü dediği gibi Fırat Kalkanı şehitlerimize bakıp “bunlar zaten bir gün ölmeyecekler miydi?” mi diyelim? Hâlâ sırıtıyor musunuz hocam?
Pekiyi bu boş sözleri bir yana bırakayım. Biliyorum bunların dinleyeni de, ruhumu soğutmak dışında bana faydası da yok. Büyük yıkıma, hep beraber uçurumdan yuvarlanana kadar gidip, hep birlikte ülkece duvara toslayana kadar itişe kakışa bu kör izdiham devam edecek. Ama şu basit ve somut iki soruya yanıt verin: Bab’ı, Doğu Halep’e hatta Şırnak’a, Nusaybin’e, Sur’a çevirmeden nasıl alabilmeyi öngörüyorsunuz? “Seferberlik” bugünkü Suriye ve Lübnan Araplarının Türkiye nefretiyle I. Dünya Savaşı’nı anmak için bugün halen Türkçe kullandıkları bir sözcüktür. Hiç düşündünüz mü neden?