Perihan Mağden yıllar önce sanırım Radikal 2’ye yazdığı bir yazıda komik erkeklerle sevgili olmanın ne kadar yorucu, ne kadar sıkıcı ve ne kadar saçma sapan bir durum olduğunu anlatan bir yazı yazmıştı. Onun gibi humor sınırlarına tekme tokat girişen bir yazardan çıkmış olması işin özünü bir miktar örselemişti tabii. Lakin hakkını teslim edelim belagati örnekleri giriş ve gelişmesi güzel bir yazıydı. Yazının ana problemi doğru olmamasıydı. (Yazıya sahip olan bana gönderirse sevinirim. Kendisinden e-posta ile istedim ulaşamadım sanırım.)
Komik erkeğin kadınlar nezdinde muteber olması klişesinin boş laf olduğunu düşünmüyorum. Komik kadınları, kedileri, maymunları, binaları, şarkıları, filmleri genel olarak sever insanlar. Dolayısıyla kadınların komik erkekleri sevmesinde bir tuhaflık olamaz. Erkekler de komik kadınları sever. Sadece kadınlar genellikle erkekler sevsin diye komik olmaya tenezzül etmez.
Lakin komik erkek olayında (hatta akademik araştırmalara göre erkeklerin kadınlardan daha komik bulunmasında) hazin bir durum olduğu kesin. Erkekler yığını yapısal olarak ömür boyu “lütfen sevin beni” temayülüne yatkın bireylerden oluşuyor. Hele kadın bireylere kendilerini sevdirmek için değil komiklik bilumum soytarılık, akrobasi, sanat, bilim, tehlikeli işler yaptıkları bir sır değil. Bir miktar belgesel seyreden herkes hayvanlar aleminde de bunun genel olarak böyle olduğunu tespit etmiştir. Kadınları etkilemeye adanmış hayatlar… Bunun içini yapılan türlü türlü zibidilikler.
Ergenken bulunduğum ortama güzel kadın gelince konuşmamın değiştiğini fark ettiğimde o kadar utanmıştım o kadar utanmıştım ki bunu çözene kadar ortamlardan uzaklaştım.
Erkek milleti kadınları etkilemek için nasıl milyonlarca yıl yırtındıysa artık doğa insafa gelmiş, erkek evrimsel olarak güzelleşmiştir. Evrim; kıl ve renk tahsis ederken erkeklere pozitif ayrımcılık yapmıştır. Aslandan tavus kuşuna lebistes balığına. O ne göz alıcı renkler, yeleler filan… Boşuna mı o şatafat? Her şey sevişmek için. Kafayı sekse takmış olan genel olarak erkekler sanılsa da temel olarak evrim, genom. Sadece insanlar ve hayvanlar mı? O meyveler niye öyle rengarenk ve leziz? O çiçekler niye öyle güzel görünüyor ve kokuyor?
Erkeğin şaka ile çilesi bitmiyor. Çocuk yapmasıyla birlikte işler daha da kötüleşiyor. Malumunuz muasır medeniyetlerde kötü şakalara “bad joke” denmiyor, hunharca “dad joke” deniyor. Peki bu bir haksızlık mı? Asla. Şakalar hakikaten berbat çünkü.
Kendim için söylemiyorum bunları. Hatta kendim için söylemediğimi belgesiyle ispatlayabilirim. Benim kötü espri kariyerim babalığımla ilgili değil. Eski. Çocukların okuma yazma söktükleri sıralarda girdikleri “Küçük su birikintisine ne denir? Sucuk. Ho ho ho.” sarmalından ben hiç çıkmadım. Daha 1990’ların başlarında Cumhuriyet’te bir yazımda “Burdur hakikaten bur mudur?” diye şaka yapmıştım da epey minik bir grup olarak eğlenmiştik.
Yaşasın kötü espri. Yaşasın mizahtan “meşaz” beklemeyen, akıllarına gelen bütün esprileri arkadaşları üzerinde deneyenler. Yaşasın mizahı karizma yapmak için, zekâ şovu için değil düz, dümdüz eğlenmek için kullananlar.
Böyle dediysem espri zekâ istemez demiyorum. Bakınız Cem Yılmaz’dan Hasan Can Kaya’ya cin gibiler. Ama olay zekadan önce ruh işidir. Nitekim espri kelimesi Latince spiritus’tan geliyor. Soluk, ruh demek spiritus. Oradan Fransızcaya geçmiş, esprit olarak. Ruha ek olarak zekâ, nükte anlamlarını da kazanmış. Ama aslen ruh. Sonra zekâ. Derken Türkçeye girmiş. (Bu arada bir de tırıvırı bilgi vereyim, ispirtodan aspiratöre epey bi kelime spiritustan geliyor.)
Lakin kötü esprinin çalışkan ve zeki olanı makbuldür. Yani, birisinin ciddiyeti senin mizahın olunca tadından yenmez. Tabular, kutsallar, karanlık şeyler mizah malzemesi yapılabilir. Tabu yahut kutsal son tahlilde bir obsesyondan yola çıkmaz mı? Obsesyondan daha şahane kaç mizah malzemesi olabilir.
Önyargılardan kurtulmak için mizahtan daha güzel bir şey olabilir mi? Zizek bir kitabının önsözünde Balkanlar’da barışın gittiğinin “Hırsız Arnavut, katil Hırvat” şakalarının bitmesiyle anlaşılması gerektiğini söylemişti.
Tabii işin burası buralarda yürek ister. Hamamda zart dersin hamamcılar; hırdavatçıda zurt dersin hırdavatçılar ayaklanır. En son kendisi de Alevi olan Pınar Fidan’ın üzerinde tepindi Aleviler. Bizim memlekette riskli alanda sıradan bir şey söylüyorsan bile dip notla kitapçık dağıtman lazım. Hele ironi, sarkazm, dolaylı anlatım filan hak getire. Hrant’a neler ettiler sırf zehirli kan derken aslında ne dediğini anlamadıkları, daha kötüsü önemsemedikleri, aynalı sazanlığı bir varoluş vesilesi yaptıkları için.
Bunun altında bir gerçek daha var. Buralarda eğlenen insanları pek sevmezler. Haset ederler çünkü. Kendileri sadece Recep İvedik seyrederken eğlenebildikleri için herkes öyle olsun isterler. Toplu taşım araçlarında, parklarda, “birbirini tanımayan insanların yan yana düştüğü” yerlerde eğlenen insan iyi karşılanmaz. Hemen “aaaa, oooo” gibi ünlemler yahut “olmuyor ama” gibi anlamsız cümlelerle uyarılır. Asıl söylenen şudur: “Otobüstesin sen de benim gibi sıkılsana eşşoleşşek.”
Neyse. Konudan çok uzaklaştım. Birilerinin baba takımını savunması gerekiyor. Çünkü benim gibi kötü espri kariyeri olmayan birtakım babalar babalıkları vesilesiyle kötü espriye başlıyorlar. Tabii alışkanlık olmayınca üzerlerinde iyi durmuyor (benim üzerimde iyi duruyor). Fakat problem bundan ibaret değil. Üzerlerinde iyi durmadığını fark etseler bile duramıyorlar. Kendilerini alamıyorlar. Sanki gurur duyulacak bir kariyerleri varmış gibi davranıyorlar. İlk evvela biraz dikkat etseler de yıllar geçtikçe hepten salıveriyorlar.
Daha fazla dans etmeden kabul edeyim: Dad-jokes diye bir şey var ve bazan hakikaten tahammül edilemez derecede berbat olabiliyor.
Peki ama neden? Yani neden mom-jokes diye bir şey yok da dad-jokes var.
Anlatmaya çalışayım. Bir kere durum eşit değil. Daha prodüksiyon aşamasında başlıyor adaletsizlik. Bir tek yumurtanın peşinden koşan iki yüz milyon sperm olabilir mi? Üstelik döllenme olmuşsa teki hariç hepsi, döllenme olmamışsa hepsi çöp.
Baba bir kere bu kadar israf edilebilir bir malzeme dışında biyolojik bir katkıda bulun(a)mıyor olaya.
Hamilelikte? Kadının içinde bir mucize gerçekleşirken erkek onun hormonlarına karşı sabırlı olmak ve hizmet etmekle mükellef. Doğum geldi, mucize gerçekleşti, hormonlar hâlâ aktif. Üstelik süt elzem. Sütün de birinci kaynağı moral. Sıkıysa uluorta fikirlerinizi söyleyin bakalım. Eş-dost, hısım-akraba? Kesintisiz bir anne kayırma halinde. Anneye “Ay annelik de ne yakışmış” düşerken kutsal ailenin beşinci sınıf ikinci parçasına “Artık şuna dikkat et bunu şöyle yap” filan düşer. O çocuklar hep hık deyip annesinin burnundan düşmüştür. Benim bir arkadaşımın biyolojik olmayan çocuğu bile hık demiş orasından burasından düşmüştü yahu.
Babaya da tembih kalır: “Artık şuna şuna şuna şuna şuna şuna şuna şuna ve şuna dikkat etmen lazım.”
Ya bebek? Bari o adil davransın. Doğduğu zaman sehpa ile babası arasında minör farklar görür. Sen 9 ay özlemle bekle, sakalını süpürge et; sonra kapıdan her girdiğinde yeni birisi sansın seni.
Hal böyleyken bir baba, çocuğuyla iletişim kurabilir olduğunda ne kadar mutlu olur düşünsenize. O kadar mutlu olur ki başka hiçbir şeyi umursamayabilir. Kolay değildir bu. Rahmetli kayınpederim Selim Abi, İlyas bebekken seyredip “beyin hücrelerim önüme akıyor” derdi. Kolay değildir bebekle iletişim. Elindeki kaşığı sana verip sonra geri alıp kıkırdayan ve bunu bir saat boyunca yapabilen canlıya bebek, onun bu haliyle gururlanan çifte de anne-baba denir. İletişim için beyinden çok omurilik kullanılır.
Tabii bebek beşikte durduğu gibi durmaz. Çocuk olur ve espri dünyasını keşfeder. Tabiatıyla komik olmak ister. Ve yeni başladığı için de keşifleri “Bir adam yatmış, karısı da tekne” düzeyinde olur. Anne bunu umursamazken baba buna iştirak ederek prim yapmak zorunda hisseder kendisini. Ben yaptım oradan biliyorum. Ama çocuk bu. Hızla büyür. Büyüdükçe bu esprileri beğenmemeye başlar. Lakin baba büyümesini onlarca yıl önce durdurmuştur. Düşünsenize birkaç yılınızı sürekli soğuk espri bulmaya adamışsınız. Neymiş çocuklarım bana gülsün. Bu kadar meşakkatli bir uğraştan akşamdan sabaha cayılır mı? Fakat çocuklar süratle değişiyor. Bir yıl önceki çizgifilmlerini, oyuncaklarını, şakalarını beğenmez oluyor. Babanın o sırada durduğu yer çoktan bayatlamış. Ama baba inatla orada duruyor: “Erkek ata ne denir? Bayat. Hohoho.”
İşte baba kısmının bu takılı kalması olayı onu ailede iyice yalnızlaştırır. Kimse babanın esprilerine gülmez olduğu için baba ve esprileri iyot gibi açıkta kalır. Baba duramamaya devam eder tabii. Ve zamanla durumun adı konur: Dad jokes. Buyrun bakalım.
Baba kısmı ne zavallıdır bilmezsiniz. Benim oğullarımın ikisinin de hayalî arkadaşları oldu. İlyas’ımın Abdullah ve İbrahim. Dünya’cımın da Honken, Pinken ve Hapşıney. Ben bu hayalî arkadaşları o kadar ciddiye aldım ve o kadar çok sevdim ki çocuklarım arkadaşlığı bıraktı ben bırakmadım. 4 yaşında çocuğumun bana arabayı sağa çektirip endişe içinde “Baba, bir şey söyleyeceğim sana. Ama çok üzülme ne olur. Honken, Pinken ve Hapşıney gerçekte yok. Ben uydurdum onları.”
Al sonra tüyü bitmemiş sabiye anlat bakalım “Evladım sen uydurduysan onları vardır işte onlar. Hayal dünyasında. Ben onları sevmeye devam edeceğim.” Vesaire. Vesaire. Aile ortamından neşe devşirme işini abartan babanın dramı.
Son olarak. Bence dad-jokes ile aranızı düzeltin. Ona Misvak muamelesi yapmayın. Fena mı olur, güldüğünüz şey sayısı artar işte. Hem babanın biri gülmüş, bahçeye dikmişler.