'Baba Şeyh, Êzidîlerin Martin Luther'i oldu'

Êzidîlerin Ruhani lideri Baba Şeyh (Xorto Heji İsmail), geçen hafta vefat etti. Baba Şeyh'in hayatını ve IŞİD'le mücadelesini HDP Strateji Kurul Sözcüsü Azad Barış anlattı.

Abone ol

DUVAR - Êzidîlerin Ruhani lideri Baba Şeyh (Xorto Heji İsmail), geçen hafta Kürdistan'ın başkenti Erbil'de tedavi gördüğü hastanede son nefesini verdi. Baba Şeyh'in vefatı üzerine memleketi Şêxan'da 7 gün yas ilan edildi.

Xorto Heji İsmail, Êzidîlikte en yüksek dini merci olan 'Baba Şeyh' olarak Laleş tapınağının sorumluluğunu üstlenmişti. Êzidî Yüksek Ruhanî Meclisi üyelerinden birisiydi. 1933 yılında dünyaya gelen Baba Şeyh, 1995 yılından beri Êzidî evine hizmet ediyordu. Rahatsızlanınca önce Duhok’ta bir hastaneye kaldırılmıştı. Durumu kötüleşen Baba Şeyh Erbil’e nakledilerek yoğun bakıma alındı. Ancak tüm çabalara rağmen 87 yaşında vefat etti.

Baba Şeyh'in 17 yaşındayken seçildiği ve 40 kişiden oluşan Êzidî Ruhani Meclisi'nde dünyevi konulara 'Mir ailesi' bakıyor. 

Tahsin Beg'in babası Said Beg Êzidî toplumunun seküler meseleleriyle ilgilenirken, Baba Şeyh ruhani meselelerle ilgileniyordu. 9 yaşında tahta oturan Said'den önce bu görevi alacak yaşa gelene kadar annesi Meyal Hanım, Êzidî Prensesi olarak görev yapmıştı. Xorto Heji İsmail, 'Baba Şeyh' olarak seçildiğinde de Meyan Hanım'ın geleneğini sürdürdü. Êzidîlikte kadının hem ev hem toplum içinde güçlü bir yeri ve konumu var. Meyan Hanım'ın güçlü kişiliği ve yönetim becerisi genç yaşta Baba Şeyh tahtına oturan Heji için önemli rehber oldu. Baba Şeyh genç yaşta toplumsal cinsiyet ve cinsler arasındaki eşitlikle tanıştı. Heji, Meyan Hanım'ın etkisiyle Êzidîliğin vermiş olduğu eşitlikçi ve özgürlükçü alanın dışında bir alanla tanışmıştı.

HDP Strateji Kurul Sözcüsü Azad Barış, Baba Şeyh'i şöyle anlatıyor: “Xorto Heji İsmail, adına yakışan biriydi. ‘Xorto’ yani 'delikanlı', dinç, heybetli biriydi. ‘Heji’ ise sarsılmadan geliyordu. Bu her iki isim genç adamın ruhuna bir beden ayeti gibi kazıldı. Bilindiği gibi ad bizler dünyaya gelmeden önce karmaşık ilişkilerin bilinçdışı evresi olarak seçilen bir semboldür. Bu sembolleri temsilen ötekilerle kendi bedeni arasındaki isim gerekiyor ve 60 yıl boyunca kendisini Tanrı Yezdan’a adadı. Üçüncü adı olan İsmâil ise bir tanıma edinimi olarak soyağacının sembolik işlevenin ayrılmaz bir bağı olarak hep onunla yaşadı. Çünkü İsmail adı Çol Beg’in bütün aile silsilesinde mutlak bir buyruktu. İsmail ismi de oradan geliyor. Baba Şeyh'in (Xorto Heji İsmail) kendi aile ferdi, Kürt mirliklerin yıkılmasından sonra ve Kürt soyluların ağa, köy ve aşiretlerin 'Bav'lara ayrılmasıyla birlikte Êzidîlik, kendisini ne kadar savunmaya çalışmış olsa da Kürtlerin müslümanlaşmasıyla birlikte sosyolojik olarak o bağlar zayıfladı. Dolayısıyla onca kırım ve fermandan sonra sessiz bir dönüşüm ortaya çıktı. Onun için bugün kuşaklar boyu süren bir Kürt burjuvazisinden bahsedemeyiz. Aslında bin yıllık aileler var ama soykırımlar, zoraki din değiştirmeler ve sürgünler bunu imkansız hale getirmiştir. Baba Şeyh ailesi Çol Beg ailesiyle aynı soydan geliyor. Çol Beg’leri Êzidî toplumu tarafından mir olarak kabul ediliyor. Orada da bir akrabalık durumu söz konusu. 'Bavık' olarak da onlardan ayrıldıkları rivayet edilir.”

'TÜM KÜRDİSTANI KUTSAL TOPRAKLAR OLARAK TANIMLIYORDU'

Baba Şeyh'in büyük sorunlar yaşadığını belirten Azad Barış şunları anlatıyor: “1975'te Saddam Hüseyin'in bütün Kürt köylerini yıkıp yerlerine Arap köyleri kurması, Araplaştırma politikaları ve 'Arap Kemeri' oluşturması Baba Şeyh'in dönemine denk geldi. Bunun karşısında durarak Saddam Hüseyin ile görüşmeler yaptı. Baba Şeyh'in çok derin bir siyasi tarafı var. Buradan da bakmak lazım. Çok önemli bir faktör ve güçlü bir adam. Kafkaslar'dan Batı'ya, diasporaya gitmiş bütün Êzidîlerin huzurunda dünyanın bir lideri olarak Êzidîleri savunuyordu. Mümkün olduğu kadar her yere giderek Êzidîleri ziyaret ediyordu. Cemaati sahipsiz bırakmıyordu. Mir ailesinin dünyevi işlerinden sorumlu Tahsin Beg gibi değil. Baba Şeyh, ana toprakları Kürdistan'ı hiçbir zaman ana rahmi gibi terk etmedi. Barzani ve Talabani'den daha bağımsız büyük bir Kürdistan hayali vardı. Tüm Kürdistan'ı Tavusu Meleğin arşı, kutsal toprağı olarak tanımlıyordu.”

60 YIL RUHANİ MECLİSİ YÖNETTİ

“Êzidîlerin dünyasında sevilen iki şahsiyet vardı. Biri Baba Çavuş'tu. Baba Çavuş kendisini Laleş, Kutsal Mekana, Tavusu Meleğin, Yezdan'ın hizmetkârı olarak adamış aziz ruhlu bir 'güneş' piriydi. Ancak en çok sevilen Baba Şeyh'ti” diyen Barış şöyle devam ediyor: “Her Êzidî onları tanırdı. Karşılaştığı herkesi tekrar hatırlardı. Çünkü Baba Şeyh kendisini Tanrı'nın çobanı olarak görürdü. Bütün cemaat onun sürüsüydü. Ve herkes kıymetliydi. Hiç kimsenin dağılmasını istemezdi. Sürüden ayrılanları da 'Lêbani' (tekrardan barıştırma) ederdi. Diyelim ki bir koyun yavrusunu doğurduktan sonra kabul etmediğinde onları barıştırma ve onun kokusuna alıştırma üzerinde bir özelliği vardı. Bu özelliğin Êzidîlik kozmogonisinde yeri yoktu. Şeyh Hadi'nin oluşturduğu o kas sistemine göre kesinlikle bunun yeri yoktu. IŞİD'in kaçırdığı ve köle pazarlarında sattığı kadınları tekrar kutsayarak Êzidîliğe kabul eden bir rol oynadı. Bütün Ruhani Meclis'in ağırlıklı ekseriyetini karşısına alarak bunları yaptı. Êzidîlik için çok önemli bir şeydi. Baba Şeyh, 60 yıl boyunca aralıksız bir şekilde Ruhani Meclisi yönetti. Yüzünde her zaman bir gülümseme vardı. Keldaniler, Kakailer, Feri Kürtleri, Süryaniler ve Yahudilerle kurduğu ilişki inanılmazdı.”

'MARTİN LUTHER OLDU'

Baba Şeyh 73'üncü ferman esnasında (IŞİD saldırısı) kaçmayanlardan biriydi. Şengal Dağı'na çıktı. Şengal dağından Welat Şêx (Şeyhlerin Diyarı)'na geçti. Êzidîlerin ana yurdu iki isimle anılır. Biri Welat Şêx'tır. Welat Şêx denilen yer Mir ailesinin doğduğu yerdir. Ancak Baba Şeyh ağırlıklı olarak kutsal mekan Laleş'te kalırdı. Baba Şeyh'in, IŞİD kırılana kadar Laleş mabedini terk etmediğini belirten Barış şunları anlatıyor: “Laleş'i terk etmedi. Bu aslında 'bu topraklar terk edilmeyecek' mesajıydı. Daha önce organize olmayan, örgütlenmesi olmayan Êzidîler çok kısa bir süre içerisinde neredeyse 2 bin kişiyi bulacak bir savunma birliği kurdu. Baba Şeyh için 'Ew quweta pişta me ye' (O arkamızdaki güçtür) diyordu herkes. Baba şeyh, IŞİD'in elinden kurtarılan Êzidî kadınları tekrar Êzidîliğe davet etti. Laleş'e getirerek toplu ayinler düzenledi. 'Bunlar dinden çıkmazlar hâlâ pak Êzidîlerdir' dedi. Bu bir reformasyondu. Aslında Baba Şeyh kadınları tekrar kabul etmesiyle bir nevi Êzidîlerin Martin Luther'i oldu. Baba Şeyh'in açtığı o yol sayesinde Êzidîliğin sosyolojik ve teolojik anlamda dönüşüm süreci harekete geçti. Bu bizim açımızdan Martin Luther reformasyonu kadar önemli bir adımdı.” 

'ŞENGAL'E ÖZERKLİK TANINMASINDAN YANAYDI'

Baba Şeyh'in emanetine sahip çıkacaklarının altını çizen Azad Barış sözlerine şöyle devam ediyor: “Baba Şeyh o toprakları savunma konusunda ruhunu ortaya koydu. İlahi ile kurduğu ilişki çok netti. 'Bu topraklar savunulacak' dedi. Kürdistan ve Kürdistani fikriyatı çerçevesinde Şengal sorununun çözülmesinden, Şengal'e bir özerkliğin tanınmasından yanaydı. Şengal Kürdistan'ın bir parçasıdır ve Kürdistan, Baba Şêx'ın kalbinde kutsal bir yerdir. Zaten kardeşi 1970’ler sonuna doğru bu uğurda toprağa düşmüştü. Şu anda Êzidîler olaraksiyasi çatışmalar, kargaşalar, fikri ve ideolojik ayrışmalardan zarar görüyoruz. Kürdistan'ın bir parçası olan Şengal'in ve onun yerli halkı Êzidîler, kendi öz savunma güçlerini oluşturarak özerk bir yapı olarak hayatta kalabilir. Baba Şeyh bu pencereden bakıyordu. Ruhu ancak böyle şad olabilir. Baba Şeyh'in ruhu karşısında herkes biraz daha hürmetli olmak zorunda. Êzidîler istedikleri gibi yaşasınlar. Êzidîlerin isteği şudur: Özerk, kendi ayakları üzerinde duran bir Êzidxan'dır. Baba Şeyh'in bu emanetine sahip çıkacağız. Onun Yezdan’a yürüyüşü hem biz Êzidîler hem de Kürdistan halkı için büyük bir kayıptır. Güneş hep yüzüne gülsün!”

'ÊZİDÎLİKTEKİ LİDERLİĞE İKİ PARÇADA BAKMAK LAZIM'

Amed Gökçen de, Baba Şeyh'in kim olduğundan öte neyi temsil ettiğinin her zaman daha önemli olduğunu düşünüyor. Gökçen; “Êzidîlikteki tüm ruhban kişiler bir temsiliyet sistemine bağlıdırlar. Dolayısıyla onlara gösterilen saygı, çoğu zaman onların karakterlerinden bağımsız ve onların karakterinin çok önündedir. Baba Şeyh'in adının İsmail olmasının pek önemi yok. Onun neyi temsil ettiği ve o temsil ettiği karakterin Êzidîlikteki yapısı önem taşıyor. Baba Şeyh'in böyle büyük bir önemi var. Êzidîlikteki liderliğe iki parçada bakmak lazım. Daha 'siyasi' bir liderlik, daha milli bir liderlik. Burada Mir ailesi var. Öte tarafta işin daha dini boyutuyla -Mir işin dini boyutuyla ilgilenir ama burada böyle bir ayrışım var- heyeti ruhani ve onun başında olan Baba Şeyh, dinsel ritüellerin uygulanması, bunların uygulanabilir bir hale getirilmesi veya bunu nerede ve nasıl uygulanacağına karar veren icracısıdırlar. Bunların hepsinin bir bütününü oluştururlar. Eğer iktidar mekanizması üzerinden değerlendireceksek, iktidar ayağının bir tanesini Baba Şeyh oluşturuyor. Öyle sıradan biri değildir. Mir elbette her zaman seküler anlamda çok önemlidir. Ama sahadaki temel lider dini karakter ve belki de baş dini yönetici olarak Baba Şeyh'i göstermek gerekir” diyor.

'RUHANİ KİMLİĞİ DIŞINDA YAŞAYAN BİR HAFIZAYDI'

Baba Şeyh'in son yıllarda diplomatik bir yanının da oluştuğunu söyleyen Gökçen, şöyle anlatıyor: "IŞİD'in Şengal'e saldırısından önceki 5 yıllık süre zarfında haç törenlerini takip ettim. Baba Şeyh'in çok büyük uhrevi bir havası vardı. Baba Şeyh'in uhrevi dünyası içerisinde garip ve eğlenceli hali vardı. Gülerek fotoğraf çektiren biriydi. Ruhban karakterli kişilerin daha soğuk halleri var. Baba Şeyh, benim gördüğüm Êzidî ruhbanlarında en çok gülen insanlardan biriydi. Dünyanın her tarafında bir çok insan tanıyordu. Çok uzun süredir Baba Şeyh olması sebebiyle herkesi bir bir tanıyan ender kişilerden biriydi. Onun yanına gelen çocuklar ve çocuklara sorduğu sorularda hemen herkesi tanıdığını anlardınız. 'Sen kimin torunusun?' diye sorar, nereli oldukları hiç fark etmeden bir şekilde bağlantı kurabilirdi. Bu beni çok hayrete düşürmüştü. Bu kadar insanı tanıyor olması beni çok etkilemişti. Baba Şeyh topluluğun önemli hafıza karakterlerinden biriydi. Ruhani kimliği dışında aynı zamanda yaşayan bir hafızaydı. Sonraki yıllarda diplomatik bir yanı da oluşmaya başlamıştı. Yurtdışındaki seyahatlerde oradaki toplulukları da ziyaret ediyordu."