Babacan: 2020'ye kalmadan partiyi kuruyoruz

Ali Babacan, yıl bitmeden partiyi kuracaklarını duyurdu. Partide yer alacak yönetim kadrosu için "Ülkenin başarılı yıllarında mutfakta olan ekiple çalışıyoruz" diyen Babacan, ekonomik krizden Kürt sorununa, yeni hükümet sisteminden Abdullah Gül'ün rolüne ilişkin çeşitli konularda soruları yanıtladı.

Abone ol

DUVAR - Yeni parti kurma çalışmalarına karşın bugüne kadar sessizliğini koruyan eski bakan Ali Babacan sonunda sessizliğini bozdu. AK Parti'nin kuruluş döneminin şartlarıyla bugünün şartlarının çok farklı olduğunu belirten Babacan, "Siyaset farklılıklar üzerinden ayrıştırma yapıyor, bu çok tehlikeli. Farklı kimliklere saygı göstermek lazım" dedi. Babacan, Kürt sorunu için de "Türkiye’nin bir hak ve özgürlük sorunu var, bunu öncelikle kabul etmek gerekiyor. Aynı zamanda Türkiye’de bölgeler arası gelişmişlik farkı var. Toplum kesimleri arasında sosyoekonomik farklar büyük. Toplumsal hafızada derin yaralar var. Duygusal kopuşlar var. Sertlik politikalarıyla bunların çözülmesi mümkün değil. Vicdanlı olmak lazım. Bizim en önemli çalışma alanlarımızdan biri" açıklamasını yaptı. Abdullah Gül'ün ise bir siyasi partide bulunmayı doğru bulmadığını ifade etti.

Babacan, Karar gazetesinden Ahmet Taşgetiren ve Yıldıray Oğur'un sorularını yanıtladı. Röportajın bir bölümü şöyle:

Ahmet Taşgetiren: AK Parti bünyesinde uzun bir yürüyüşünüz oldu. 13 yıl bakanlık, 14 yıl MKYK üyeliği yapmıştınız. En uzun bakanlık yapmış kişi olarak görünüyorsunuz. Ama şimdi oradan ayrılıp farklı bir yola çıktınız. AK Parti’de ne oldu da bu uzun beraberliğe son verme gereği ortaya çıktı?

Biliyorsunuz ben 2001 yılında siyasete AK Parti’nin kurucu üyesi olarak girdim, partiyi kuranlardan birisi oldum. Uzun yıllar MKYK ve Bakanlar Kurulu üyeliği yaptım. O döneme şöyle bakacak olursak 2001 ekonomik krizi vardı. 28 Şubat’ın atmosferi hâlâ yoğun bir şekilde hissediliyordu. Türkiye 1990’lı yılların siyasi çalkantılarından çıkmaya çalışıyordu. AK Parti bir bakıma bütün bu sorunları aşmak için, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bu derin, uzun süren sorunları aşmak için, önemli bir çıkış imkânıydı Türkiye için. Uzun yıllar güzel sonuçlar elde ettik. Önemli ilkeler ortaya koyduk. Adaleti tesis etmek, işi ehline vermek, kararları istişareyle almak, kurumların itibarını korumak, şeffaf olmak ve belki de en önemlisi önce insan diyebilmek. Bunlar çok önemli ilkelerdi. Genel anlamda Türkiye’de yaşam kalitesi yükseldi. Bütün bu başarılardan sonra, Türkiye’nin şu anda içinde olduğu durum gerçekten bizi üzüyor. Ve niye bu durumda ülke diye baktığımızda da bu ilkelerden ve değerlerden uygulamada uzaklaşılmış olması bu sorunların ana kaynağı maalesef.

'ŞAHSİ KIRGINLIK OLSAYDI 2003'TE BIRAKMAM GEREKİRDİ'

Ahmet Taşgetiren: Sizin için kırılma nerede başladı?

Yıldıray Oğur: Aynı soruya ek olarak istifa mektubunuzda “aklen ve kalben bir ayrışma yaşadım” dediniz. Aklen derken kastınız neydi, kalben derken neydi?

Belki aklen kısmı daha çok ilkelerle ilgili. Bu ilkelere uyulmadığı zaman hatalar, yanlışlar kaçınılmaz. Dolayısıyla burada ciddi bir sebep sonuç ilişkisi var. Kalben diye baktığımızda da aslında burada daha çok değerlerden bahsediyoruz. Bunlar bir ülkeyi yücelten, aynı zamanda o ülkenin insanlarını da daha onurlu kılan, daha başarılı kılan değerler. Burada hiç bir şahsi mesele yok. Eğer şahsi kırgınlıklar söz konusu olsaydı benim 2003’te bırakmış olmam gerekiyordu, bırakın böyle 13 yıllık bakanlık dönemini. Hemen ilk birkaç olayda bırakmam gerekiyordu. Şeffaflığı çok önemsedik mesela. Kamuoyu yönetiminde ve siyasette etiği çok önemsedik. Kanun tasarıları hazırladık, sunuşlar yaptık. Dünyadaki örnekleri inceledik. Ama bu çabamızda başarılı olamadığımızda da kalbimizde bir kırıklık oluştu doğrusu. Çünkü hayalimiz bu değildi. Çok daha farklı bir Türkiye istiyorduk. Çok daha farklı bir tutum, duruş hayal ettik doğrusu. Bu şahsi değil memleket adına bir hayal kırıklığı oldu. Yani böyle tek bir kırılma noktası yok. Aslında bir süreç bu.

Ahmet Taşgetiren: Son istifa sürecinizde sanıyorum Sayın Cumhurbaşkanı’nın “beraber çalışalım, düzeltelim” gibi bir şey söylediği yansıdı kamuoyuna.

Ben Sayın Cumhurbaşkanımıza gelecekle ilgili yeni çalışmaların yapılması gerektiğini ifade ettim. Her alanda yeni stratejiler, yeni programlar, yeni planlar yapılması gerekiyor. Yeni bir gelecek vizyonu gerekiyor Türkiye için. Ama bu çalışmaları mevcut bir siyasi partinin içinde yapmak çok zor. Çünkü parti disiplini diye bir gerçek var. Söylenmiş pek çok söz var. Takınılmış tutumlar var. Pek çok konuda görüş ayrılıkları da var. Bunlar çalışma alanını çok çok daraltıyor. Bu çalışmaların gerçekten tüm Türkiye’ye hitap edebilmesi için, bu çalışmaların gerçekten bugünün Türkiye’sinin sorunlarına cevap olabilmesi için bağımsız, özgür bir çalışma olması gerekiyor ve sıfırdan başlamak gerekiyor. Beyaz sayfalarla çalışmaya başlamak gerekiyor.

YİNE TÜRKİYE'NİN BİR ÖZGÜRLÜK SORUNU VAR

Yıldıray Oğur: İstifa mektubunuzda da vardı “beyaz sayfa” sözü. Bu şu açıdan önemli, siz bir hikayenin parçasıydınız 2002’den itibaren. Sizinle şu anda beraber siyaset yapanlar da öyleydi. O yüzden buradan çıkacak yeni hareket acaba 2002 AK Parti ilkelerine, değerlerine dönüş, eskiye dönüş, bir revizyon hareketi mi olacak gibi kafalarda soru işaretleri var. Sizce 2002’deki AK parti vizyonu şu an Türkiye’ye bir şey söylüyor mu? Yani bununla devam edilebilir mi yola?

AK Parti’nin kuruluş döneminin şartları ile bugünün şartları çok farklı. O dönemde 28 Şubat süreci vardı. Toplumun bazı kesimlerinin özgürlük alanının oldukça daraldığı, temel haklar konusunda ciddi sıkıntılar yaşadığı bir dönemdi. Toplumun bazı kesimlerinin baskı altında olduğu, ötelendiği bir ortamda AK Parti ortaya çıktı. Şimdi baktığımızda durum çok farklı. Yine bir özgürlük sorunu var Türkiye’nin. Yine bir temel haklar sorunu var. Ama bunların niteliği değişti. Daha farklı kesimleri de ilgilendiren sorunlar haline geldi bunlar. Ayrıca, Türkiye’nin bir adalet sorunu var. Bir ekonomi sorunu var. Bu sorunlar her kesimi ilgilendiriyor. Şu anda toplumun tümünün ortak dertleri var. Dolayısıyla, bugünkü çalışmanın hem kaynaklandığı ortam hem de nihayetinde hedeflediği kitle 2001 şartlarına göre çok çok farklı. Devlet yönetiminde şeffaflığı savunan bir siyasi partinin öncelikle kendi içinde ve topluma karşı şeffaf olması gerekiyor.

Yıldıray Oğur: Çok kutuplaştı toplum. Çok güçlü, uzun süreli bir iktidar var. Siz de o iktidarın bir parçasıydınız. Yeni, farklı toplumsal kesimleri sizinle beraber siyaset yapmaya nasıl ikna edeceksiniz, zor olmayacak mı?

Türkiye’nin en önemli sorun alanları özgürlük, adalet ve ekonomi. Bizim bu konularda samimi bir şekilde çalışacağımıza insanlar inanıyor. Geçmişe doğru bakın, Türkiye’nin başarılı olduğu dönemleri düşünün. Ekonomide başarılı olduğu dönemleri, dış politikada başarılı olduğu dönemleri, Avrupa Birliği reformlarında başarılı olduğu dönemleri. O dönemlerin arkasındaki, mutfağındaki ekibin tamamı bizim arkadaşımız şu anda. Bu çok büyük bir avantaj. Uygulama tecrübesi olan isimler bunlar.

Yıldıray Oğur: Peki takvim? (Partinin kuruluşu)

Gönlümüzden geçen takvimler 2020’yi göstermeden tüzel kişiliği kurmak. Takvim konusunu yaklaşık olarak bir takvim olarak ifade etmekte fayda var.

Yıldıray Oğur: Partinin adı belli mi, hiç düşündünüz mü parti adı, şimdi siz söylemezsiniz ama biz yine de soralım.

Ali Babacan: Bu hep beraberce düşünülmesi gereken bir konu tabii. Ekip netleşince alternatifler tartışılacak. Önerilerinize de açığız.

FARKLI KİMLİKLERE SAYGI GÖSTERİLMELİ

Ahmet Taşgetiren: “Devletin dini adalettir.”

Evet, Hz. Ali’nin sözü. Milletin birliğini, toplumsal huzur ve barışı ancak fırsat eşitliği ve adaletle sağlayabilirsiniz. Devlet insanların Türkiye’nin hangi bölgesinden geldiğine bakamaz. İnsanları yaşam tarzlarına göre, inançlarına göre ayrıştıramaz. Devletin görevi bu değil. Devletin vatandaşı olan herkese aynı samimiyetle bakabilmesi lazım. Türkiye için şu anda şiddetle ihtiyaç duyulan bu. Düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü. Devlet bunun bizzat teminatı olmak zorunda. Bizim toplumumuzda birlikte yaşama arzusu çok kuvvetli aslında. Siyaset farklılıklar üzerinden bir ayrıştırma yapıyor, bu çok tehlikeli ülkenin geleceği için. Herkesi olduğu gibi kabul etmek lazım. Farklı kimliklere saygı göstermek lazım. Buradan baktığımızda biz bölen olmayacağız asla. Tam tersine birleştiren ve buluşturan olmak için yola çıkmış durumdayız.

EN BAŞTA 3 DÖNEM 3 NOKTA ŞEKLİNDEYDİ

Yıldıray Oğur: Mülakatı okuyacak insanların bir kısmı AK Parti de bir zamanlar bunları söylüyordu, bir kere daha niye güvenelim ki diyebilir.

Bunun en önemli güvencesi bizim oluşturacağımız çok sesli ve farklı kesimlerden gelen insanlardan oluşan ekibimiz olacak. Dolayısıyla bu dar bir kesimin içinden çıkan bir hareket değil. Türkiye’nin geniş kesimlerini temsil eden bir çalışma. AK Parti’nin en önemli ilkelerinden biri de 3 dönem kuralıydı. Bu basit bir kural değil. Günlerce haftalarca tartışmalardan sonra o kural yazıldı. Ve ilk kuruluşta üç dönem kuralı “üç dönem nokta” şeklindeydi. Üç dönemden sonra ciddi bir insan kaynağı değişikliğini öngören bir kuraldı o. Sonra o kural kademe kademe gevşetildi. En sonunda da MKYK’nın inisiyatifine bırakılan ve istisnalar uygulanabilen bir hale geldi. O zaman kurallara kimse bakmamaya başlıyor. Bu bir tuzak ve tehlike. Bu yüzden bu ilkelerin sadece lafta kalmaması lazım.

SUSAMAM ÇOK GÜZEL HAZIRLANMIŞ

Yıldıray Oğur: En son bir rap klibi çıktı. “Susamam” adlı. İzleyebildiniz mi?

Evet izledim. Çok güzel hazırlanmış. Sorunlar ve kaygılar gayet güzel işleniyor. Harekete geçilmezse, bir şey yapılmazsa, susulursa olacaklardan herkesin sorumlu olduğu vurgulanıyor. Etkilendim doğrusu. Biz de susmadık. Susamadık. Karar verdik ve çalışıyoruz.

GÜL TAM DESTEK VERİYOR AMA...

Yıldıray Oğur: Gençlik demişken, Siz de genç bir siyasetçisiniz. Sizin hareketinizle ilgili konuşulurken, Abdullah Gül’ün desteklediği Ali Babacan deniliyor. Sizin daha tecrübeli siyasetçiler içerisinde onları temsil eden bir yüz olarak bulunduğunuz gibi bir eleştiri alıyorsunuz. Tam olarak liderlik inisiyatifi acaba Ali Babacan’da mı?

1990’lı yıllarda tanıştık Abdullah Beyle. 2001 yılında beni siyasete davet eden kendisi oldu. Abdullah Bey şu anda bizim çalışma şeklimizin ve ilişkimizin yanlış anlaşılmasını istemiyor doğrusu. Öncelikle şunu söyleyeyim, kaygılarımız aynı. Bizim çalışmalarımıza tam destek veriyor. Ayda bir veya iki defa görüşüyoruz. Bilgi ve tecrübelerinden istifade ediyoruz. Öte yandan Abdullah Bey Cumhurbaşkanlığı’ndan ayrıldıktan sonra aktif siyasette yer almayacağını kamuoyuna açıklamıştı. Tarafsız Cumhurbaşkanlığı konumundan sonra da bir siyasi parti çatısı altında olmayı doğru bulmuyor. Şunu da belki vurgulamak lazım. Bizim çalışmalarımızla önemli bir ilkemiz var. Hukuki ve siyasi sorumluluk kimin üzerindeyse ya da kimlerin üzerindeyse, nihai yetkinin de o insanların üzerinde olması gerekiyor.

DAVUTOĞLU İLE ÖNCELİKLERİMİZ FARKLI

Ahmet Taşgetiren: İsimlerden bahsetmişken, Davutoğlu ile ilişkinize girmemek olmaz. Tabi kamuoyundan iki hareket de birlikte konuşuluyor. Birbirleriyle ilişkileri de konuşuluyor. Bir kesim birlikte hareket etseler gibi bir beklentiyi de seslendiriyor. Sizin cenahınızdan bir takım rezervler olduğu şeklinde bilgiler geliyor. Tamamen başka yapılar mı ortaya çıkacak? Uzun vadede bir birliktelik olabilir mi?

Biz Ahmet Bey’le 2003 yılında tanıştık. AK Parti kuruldu, daha sonra hükümet kuruldu, daha sonra tanıştık. Yakın dost olduk. İlmine saygı duyduğumuz bir insan. Ailecek yakın olduğumuz ve sevdiğimiz birisi kendisi. Ancak siyasetteki önceliklerimiz, izlediğimiz yöntem ve üslup oldukça farklı. Şu anda bizim geleceğe bakmamız gerekiyor ve tam anlamıyla bir ekip çalışması yapmamız gerekiyor.

Ahmet Taşgetiren: Uluslararası ilişkilerde nerede nasıl problemler görüyorsunuz?

Son yıllarda durum değişti. En haklı olduğumuz konularda yalnız kalıyoruz. En yakın coğrafyamızda söz tükeniyor. Artık askeri güç kullanma mecburiyeti oluşuyor. Türkiye’nin uluslararası çıkarlarını korumak, kendi iç demokrasimizle de çok alakalı. Eğer içerde demokrasi iyi işliyorsa o zaman dış tehditlere ve şantajlara karşı daha korunaklı bir yapınız oluyor. Bir başka önemli konu da şu: Türkiye’nin halihazırda kurucusu ve üyesi olduğu uluslararası kurumlar var, parçası olduğu ittifak sistemleri var, tarafı olduğu anlaşmalar var. Bunlar bir çok acı tecrübeden sonra devlet politikası olarak benimsenmiş, yıllarca süren müzakereler sonucunda elde edilmiş kazanımlar. Üstelik bunlar Türkiye’yi daha öngörülebilir bir ülke haline getiren unsurlar. Son dönemde ülkemizin bu kazanımlarının da risk altına girdiğini görüyoruz ve bu bizi tedirgin ediyor.

Ahmet Taşgetiren: Türkiye’nin bir Suriyeli göçmen meselesi var artık. Bu meseleye nasıl bakıyorsunuz?

Suriyeli göçmenler öncelikle bir insanlık sorunu. Bizim açımızdan ayrıca bir sosyal sorun, bir ekonomik sorun. İlk yıllarda Suriye’deki tablo geçici bir durum olarak değerlendirildi. Savaştan ve ölümden kaçıp Türkiye’ye sığınan Suriyelilere göçmen denilmedi, misafir denildi. Onların Türkiye’deki varlığı da geçici bir durum olarak değerlendirildi. Bugün geldiğimiz noktada ise hem Suriye’deki durumun hem de Türkiye’deki Suriyelilerin durumunun kapsamlı ve gerçekçi bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Konunun siyasi, ekonomik ve toplumsal boyutlarının tüm yönleriyle analiz edilmesi ve yeni bir strateji geliştirilmesi gerekiyor. Bunu yaparken ilgili tüm ülkelerle de istişare içinde olunması gerekiyor.

Yıldıray Oğur: Tabii şu ana kadar hep siyaset konuştuk. Halbuki bugüne kadar biz sizi hep ekonomi konuşurken hatırlıyoruz. Biraz da ekonomi konuşalım...

Dışa açık bir ekonomi olarak ve dışarıdan finansman ihtiyacı olan bir ekonomi olarak devletin farklı alternatifteki finansman imkanlarına da açık olması gerekiyor. Farklı metotları da ön plana çıkarabilirsiniz. Ama bu geçiş esnasında uluslararası kabul edilmiş temel iktisat normları önemli. Bunların dışında hareket edildiğinde bırakın faizlerin düşmesini, olması gerekenin çok daha üstüne çıkabiliyor. Bugün Avrupa Merkez Bankası eksi faiz uyguluyor. Bugün Almanya borçlanırken eksi faiz var. Bugün Bulgaristan hükümeti eksi faizle borçlanıyor. Türkiye’nin borçlanma rakamlarına bakıyorsunuz, çok daha yüksek faizler ödeniyor. Ben buna da üzülüyorum açıkçası.

EKONOMİDE EN ÖNEMLİ SORUN ÖNGÖRÜLEBİLİRLİK

Ahmet Taşgetiren: Peki Türkiye ekonomisini en iyi bilen isimlerden biri olarak baktığınızda bugün ekonomide en kritik sorun olarak neyi görüyorsunuz?

Şu anda ekonomimizin en önemli sorunu öngörülebilirlik sorunu. Yazılı politika dökümanlarının gelecek perspektifi vermesi gerekiyor. Başta bağımsız kurumlar olmak üzere kurumların itibar ve güvenilirliğini artırmak gerekiyor. Para politikasının, maliye politikasının ve makro ihtiyati tedbirlerin birbiriyle uyumlu olması gerekiyor ve öngörülebilir olması gerekiyor. Yapısal reformların yeniden canlandırılması gerekiyor. Bugün dünyada “eksi” faizler dönemi yaşanıyor. Likiditenin çok bol ve ucuz olduğu bir süreçten geçiyoruz. Böyle bir dönemde Türkiye’de devletin ve özel sektörün bu kadar yüksek faiz ödemek zorunda kalması gerçekten çok üzücü. Türkiye’nin risk priminin acilen düşürülmesi gerekiyor. Ekonomideki sorunların sebebi sadece ekonomi politikasıyla ilgili de değil. Ülkemizdeki hukuk güvenliği sorunu yatırımcıyı ürkütüyor. Dış politikada dönem dönem ekonomiyi olumsuz etkileyecek gelişmeler yaşanıyor. Güvenlikle ilgili problemlerin ekonomik sonuçları oluyor. Topyekün bir siyasi revizyona ihtiyaç var.

YENİ SİSTEMİN FAYDASINDAN ÇOK ZARARI VAR

Ahmet Taşgetiren: Cumhurbaşkanlığı hükümet sitemiyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Bir yıllık bir uygulama oldu?

Esasen böylesine önemli sistem değişikliklerinin 2017’de olduğu gibi olağanüstü şartlarda yapmamak lazım. Yani daha makul, toplumun daha rahat tartışabildiği, insanların rahatça görüşlerini ifade edebildiği bir ortamda bu sistem tartışmalarını yapmak lazım ki doğruyu bulabilelim. Süreç hızlı gelişti. Dar bir ekip çalıştı. İki parti mutabakatı sonunda yeterince tartışılamadı. Parti içi demokrasi çalıştırılmadı. Referandum kampanyasında aktif görev almam istendi. Ben reddettim. Artısıyla eksisiyle değerlendirildiğinde, Türkiye için faydasından çok zararı olacağına inandım. Bana soranlara da bunu böyle aktardım. Şimdi o günkü döneme bir bakın, o günkü kampanyaya bakın. Kampanyadaki en önemli argümanlardan bir tanesi koalisyon döneminin biteceğiydi. Bunları belki çabuk unutuyoruz ama, bugün baktığınızda bırakın koalisyonu, baştan ittifaklar oluşmadan seçime gidilmiyor Türkiye’de. Dolayısıyla hangi sistem olursa olsun, Meclis’in güçlü olması lazım. Meclis’in denetim fonksiyonunun çok iyi çalışıyor olması lazım.

Yıldıray Oğur: Yani Cumhurbaşkanlığı veya parlamenter sistem gibi bir tercih yok kafanızda bu ilkeler çerçevesinde?

Kuşkusuz benim şahsi bir kanaatim var. Arkadaşlarımızın çoğunun da kanaati aynı yönde. Ancak, bunu bu aşamada açıklarsam doğru olmaz. Geniş bir ekip kuruyoruz ve herkesin düşüncesini dinleyeceğiz. Bu ortak bir kararı olmalı.

FETÖ'YE KARŞI EN KÜÇÜK TAVİZ OLMAMALI

Yıldıray Oğur: Az önce olağanüstü hal koşullarından bahsettiniz. Olağanüstü hal kalksa da hala Türkiye’nin havasını etkilemeye devam ediyor 15 Temmuz darbe girişimi. Siz ne hissettiniz darbe girişimi haberini aldığınızda. Neredeydiniz?

15 Temmuz’da ben ailemle beraber tatildeydim, yurt dışındaydım. Ve darbe girişiminden hemen sonra mümkün olan ilk uçuşla Türkiye’ye döndüm. Meclis hedef alınmıştı, F-16 uçaklarıyla bombalanmıştı. Meclis’teki oturumlar oldu biliyorsunuz. Bunlara katıldım. Ankara ve İstanbul’da demokrasi nöbetleri oldu her gece, onlara katıldım. Her iki şehirde farklı meydanlarda konuşmalar yaptım. 15 Temmuz sonrası çok sayıda ülkede FETÖ’nün gerçek yüzünü anlatmak için konuşmalar yaptım. Biliyorsunuz olanlar önceleri dünyada tam anlaşılamadı. Bir sürü farklı teoriler ortaya atıldı. Ve bizden FETÖ’nün gerçek yüzünü dinlemeleri önemliydi. Bunların karanlık yüzü hem Türkiye’de hem de dünyada artık daha iyi anlaşılmış durumda. Şeffaf olmayan ve takiyye yapan bir örgüt. Türkiye’ye de çok büyük bir zarar verdi. Bu örgütle mücadelenin sonuna kadar da devam etmesi gerekiyor. En küçük bir taviz bile asla söz konusu olmamalı. Bir ülkenin demokrasisini, parlamentosunu, bir ülkenin devlet başkanını hedefleyen bir terör örgütüne mutlaka hak ettiği en ağır ceza uygulanmalı.

Ahmet Taşgetiren: Mağduriyetler de var.

Evet. Öte yandan sürece bakıyoruz, özellikle yargı süreçlerinde benzer durumda olan insanlarla ilgili farklı mahkemelerde farklı kararlar çıkıyor. Uygulamalarda sıkıntılar var ve kurunun yanında yaşın da yandığına şahit oluyoruz. Bu konudaki sorunların çözülmesi için de gayret gerekiyor. Orada adalet mutlaka tesis edilmeli.

KÜRT SORUNU...

Yıldıray Oğur: Siz kabinedeyken çözüm süreci vardı. Hatta sizin birlikte hareket ettiğiniz eski bakanlar da bu sürecin önemli aktörleriydi. Fakat bu süreç yürümedi. Ama Türkiye’nin hâla bir Kürt meselesi var. Bunun etrafında bir terör meselesi de var. Bu meseleye nasıl bakıyorsunuz?

Öncelikle devletin tüm vatandaşlarına aynı yakınlıkta olması temel bir ilke. Bunu ne kadar vurgulasak az. Her kimlik bu ülkenin asli unsurudur. Aksi halde aidiyet hissi oluşturamazsınız. Devlet tüm kimliklere saygı göstermek zorundadır. Her bir vatandaşımız, zaten doğal hakkı olan özgürlüklerini doyasıya yaşamalı. Haklar ve özgürlükler devletin vereceği alacağı bir konu olmamalı. Hakları ve özgürlükleri oylatamazsınız. Bu konularda ciddi sorunlar var. Türkiye’nin bir hak ve özgürlük sorunu var, bunu öncelikle kabul etmek gerekiyor. Aynı zamanda Türkiye’de bölgeler arası gelişmişlik farkı var. Toplum kesimleri arasında sosyoekonomik farklar büyük. Toplumsal hafızada derin yaralar var. Duygusal kopuşlar var. Sertlik politikalarıyla bunların çözülmesi mümkün değil. Vicdanlı olmak lazım. Öte yandan, ülkemizin büyük bir terör sorunu var. Terör sorununun çözümü için güvenlik tedbirleri şart. Burada taviz asla söz konusu olamaz. Karşınızda silahlı bir örgüt varsa, devletin de güvenlik enstrümanları vardır. Ancak sadece güvenlik tedbirleriyle terör sorununun çözülemeyeceğini bilmemiz lazım. Hem bizim yakın geçmişimiz hem de dünya örnekleri bize bunu söylüyor. Biz yıllarca şunu yaptık. “Türkiye’de hem özgürlükleri ilerletiyoruz, hem de Türkiye’nin güvenlik konumunu güçlendiriyoruz ve bunu eşzamanlı yapıyoruz. Özgürlüklerle güvenlik arasında bir denge kurmak zorunda değiliz” dedik. Ve bununla yıllarca iftihar ettik. Her iki alanda birden ilerledik Türkiye’de. Sorunların daha fazla demokrasiyle çözüleceğine inandık ve bunu da gerçekleştirdik. Yapmamız gereken o ruhu yeniden yakalamak. Bu konuda da yeniden düşünülmüş stratejilere ihtiyaç var. Burada iyi bir strateji çalışmasına ihtiyaç var. Kürt sorunu şu anda bizim en önemli çalışma alanlarımızdan biri.

Ahmet Taşgetiren: Burada neyin problem olduğunu düşünüyorsunuz, problemli alan ne?

Öncelikle Türkiye’de büyük bir terör sorunu olduğunu, bir özgürlük sorunu olduğunu, bir hukuk sorunu olduğunu, bir demokrasi sorunu olduğunu, bir ekonomi sorunu olduğunu kabul etmemiz lazım. Sorunları çözmek için önce o sorunların varlığını kabul etmek lazım. Sorunları inkar ettiğinizde çözüme nereden başlayabilirsiniz ki? Bizim Kürt vatandaşlarımızın da, Alevi vatandaşlarımızın da, başka farklı grupların da sorunları var. Bunlardan kaçamayız. Samimi bir çabayla bu sorunların üzerine gitmemiz gerekiyor.

Ahmet Taşgetiren: Şu anda HDP diye bir olgu var. Yüzde 10-13 civarında oy olarak Meclis’e geliyor. Şu anda devletin HDP’ye karşı bir tavrı sözkonusu. Neredeyse muhatap alınmıyor. Gerekçe olarak da Kandil ile ilişkisi deniliyor. Ama bu sorunu çözmüyor. HDP bir olgu olarak devam ediyor. Nasıl görünüyor sizin açısından?

Daha önce de söyledim. Her konuda yeniden üretilmiş stratejilere ihtiyaç var. Her konuda sıfırdan çalışmalar yapmak gerekiyor. Bu sorunun bütün boyutuyla açık yüreklilikle ortaya konulması gerekiyor. Siyasi boyutuyla, güvenlik boyutuyla, sosyal boyutuyla, ekonomik boyutuyla, uluslararası boyutuyla.

SEÇİLMİŞLERİ SADECE YARGI GÖREVDEN ALABİLİR

Yıldıray Oğur: Bu konuda en güncel mesele en son HDP’li üç büyükşehir belediyesine kayyımların atanması. Kayyım kararlarına ne diyorsunuz?

Bu konuda eğer sadece yazılı kanun metinlerine bakarsanız farklı bir değerlendirme yapabilirsiniz ama bir de çok önemli demokratik prensipler var: Seçilmiş bir insanı görevinden alabilecek bir gücün sadece ve sadece hukuktan güç alan bağımsız yargıda olması lazım. Çünkü halkın iradesi demokrasilerdeki en önemli güç. Seçilmiş bir insandan bahsediyorsunuz. Seçilmiş bir insan orada sadece bir fert değil. Onun arkasında ona oy veren bazen on binler, bazen yüzbinler bazen milyonlar var. Seçmenin iradesine saygı göstermek gerekiyor. Aksi takdirde demokrasinin tam da özüne zarar vermiş oluyorsunuz. Halkın iradesini dengeleyebilecek güç ancak bağımsız yargı olabilir. Yoksa vicdanlarda derin yaralar açılır. Bir de burada tabi güvenilir ve bağımsız bir yargı gerekiyor. Demokrasi önemli ama hukuk da çok önemli. Demokrasilerde hukuku göz ardı ederseniz, demokrasi bir süre sonra otokrasiye dönüşebilir.

Yıldıray Oğur: Üzerinden epey geçti ama yine demokrasi tarihimiz açısından bir kırılma noktası olan YSK’nın İstanbul seçimini iptal kararı var. O kararı nasıl karşıladınız? Şaşırdınız mı?

Ekonomik krizin en derin döneminde oldu 31 Mart seçimleri, normal bir dönemde değildik. Tam seçimler bitti derken, bir üç ay daha Türkiye bununla meşgul oldu. Aylarca ülke bu işe kitlendi, bunun ekonomiye maliyeti oldu. Demokrasi adına en çok üzüldüğüm nokta şu; Türkiye’de ilk defa bir seçim sonucu bu kadar tartışmalı hale geldi. Sistemi zorlamanın kamu vicdanında nasıl yaralar açabileceğine şahit olduk. Devletin bağımsız kurumlarının, başta yargı olmak üzere, itibarı çok önemli. O kurumlar hep lazım. Çünkü en kritik dönemlerde hukukun sigortası bağımsız kurumlar. Siyasette rüzgarlar sert esebilir. O günü kurtaracak bazı dürtüler olabilir. Başta yargı olmak üzere bağımsız kurumların zaten varlık sebebi bu. Yüksek Seçim Kurulu’nun itibarını korumak çok önemli. O kurumun itibarı demokrasinin de sigortası.

EKREM BEYE ALLAH KOLAYLIK VERSİN

Yıldıray Oğur: İmamoğlu yeni bir siyasi figür olarak ortaya çıktı. Kendisiyle bir temasınız oldu mu?

Ekrem Bey ile henüz tanışmadık. Kendisi aday olduktan sonra ismini öğrenme imkanını buldum. Anladığım kadarıyla İstanbul'da da aday olana kadar tanınırlılığı çok yüksek değilmiş. Ama oldukça düşük bir tanınırlılık oranından böylesine yüksek bir oranla seçim kazandı. Hayırlı olsun diyorum, kendisine başarılar diliyorum. Allah kolaylık versin.

Yıldıray Oğur: Türkiye uzun bir süre düzelmez artık diyerek çok fazla insan yurt dışına gitti. Özellikle eğitimli insanlar bunlar. Türkiye kısa vadede toparlanabilir mi?

Açıkçası ne kadar insanlar başka ülkelere gitse, ne kadar da belki geçici bir nefes alma ihtiyacı da hissetse şu var, herkesin gönlü burada. Onları anlıyoruz çünkü münferiden bir şey yapamıyorsa hiç olmazsa bir süre şöyle bir nefes alma ihtiyacı oluyor. Bunu da çok yadırgamamak lazım. Ekonomi en kolay kısmı. İki kere iki dörttür diyebildikten sonra, rasyonalite olduktan sonra çok kolay toparlanır. Ama diğer alanların üzerine çok yoğunlaşmamız gerekiyor. Toplumsal hasarı tamir etmemiz gerekiyor.

Yıldıray Oğur: Türkiye'de şu anda çok sert siyaset yapılıyor. Hala hapiste olan siyasetçiler, gazeteciler, sivil toplumcular var. Hukuki olarak çok da güvende olunmayan bir dönem. Muhalefet etmek de o kadar dolay değil. Bu sert mücadeleye hazır mısınız? Sizin için konforlu, risk almaz türü değerlendirmeler yapılıyor çünkü.

Basın özgürlüğünün, düşünce ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede sorunlar açıkça konuşulamaz. Konuşulamayan sorunlar da çözülemez. Ekonomi de bu ortamdan olumsuz etkilenir. Bu konularda kıstas bellidir. AİHM kararları ve içtihatlarıdır.

BUGÜN ROLLER DEĞİŞTİ

Yıldıray Oğur: Geçen ay Şule Yüksel Şenler vefat etti. O sırada sizin halanız Hatice Babacan’dan bahsedildi. 1967 yılında üniversiteye başörtüsüyle girmeye çalışan ilk öğrenciydi. Ankara İlahiyat Fakültesi’ne. Ve oradan ihraç edildi daha sonra. Onun mücadelesi sizin siyasi fikirlerinizi etkilemiş miydi?

Bu tabi Türkiye açısından önemli bir özgürlük sorunuydu. İnsanların dini inancı sebebiyle ya da kişisel tercihleri sebebiyle dışlanması ötelenmesi, ona yasaklar konması kabul edilebilir bir durum değil. Siyasi bir mücadele değildi o. Bir hak ve özgürlük mücadelesiydi. Bugüne geldiğimizde benzer problemler var ama problemlerin etkilediği kitleler değişti. Roller değişti. Biz hep şunu diyorduk, dünyanın her yerinde anlatıyorduk. AK Parti kurulu düzene karşı bir isyan olarak ortaya çıktı, bir hak ve özgürlük mücadelesi olarak AK Parti ortaya çıktı. Bugün bakıyorsunuz kurulu düzen ne, nasıl tanımlanıyor? Hak ve özgürlük sorunları nerede, hangi kesimlerde? Tabi baktığımızda benzerlik çok aslında, ama roller değişti, şapkalar değişti.