Geçen hafta Ali Babacan’ın en yakınındaki kişilerden olan ve aynı zamanda AKP iktidarlarında üst düzey görevler almış bir isimle Ankara’da yaklaşık 1,5 saat baş başa görüşme gerçekleştirdik.
Ne yazık ki görüştüğüm kişi, aldıkları karar dolayısıyla parti kuruluşu öncesinde kimsenin öne çıkmasını arzulamadıkları için yaptığımız görüşmenin açık bir söyleşi olmasını istemediğini, ama alacağım notları kaynak belirtmeden yayınlayabileceğimi söyledi.
Görüşmeye giderken esas amacım, bir konuda bilgi, bir konuda da tahmin almaktı.
Babacan “hareketinin” Kürt meselesine yaklaşımı neydi?
Sırtlarında AKP’den kalma kambur dururken, toplumun geniş kesimlerinin ilgisine mazhar olabileceklerine gerçekten inanıyorlar mıydı?
Sohbetimiz, susmayan telefonu dolayısıyla bazen bölünse de epey derinleşiyor.
“AKP’den ayrılarak yeni bir parti kurmaya hazırlandığınıza göre, mevcut AKP iktidarının da bir tanımını yapmış olmalısınız. Siz mevcut iktidarı nasıl tanımlıyorsunuz” diye sorunca gülümseyerek Abdullah Gül’le bir anısını aktarıyor:
“Sayın Gül cumhurbaşkanıyken bir gün kendisine dedim ki, ‘yola çıkarken bize ortak akıl, öngörülebilir siyaset ve şeffaf bir yönetim’ demiştiniz. Aradan yıllar geçti. Siz şu an cumhurbaşkanısınız, ben de şu görevdeyim. O bize söylediğiniz sözlerin neresindeyiz?’ ‘Bilmiyor musun neresinde olduğumuzu? İlla bana söylettirmek mi istiyorsun’ yanıtı vermişti (Gülüyor). Dolayısıyla siz de bana AKP’nin ne olduğunu sormayın. İkimiz de ne olduğunu zaten biliyoruz.”
AKP’nin zayıfladıkça farklı ortaklarla ayakta kalmaya çalıştığını hatırlatıp “Sizce şu an devleti kimler yönetiyor” diye sorduğumda, yine gülümseyerek “Bana saydırtmayın” diyor. “Ama artık sadece İslamcılar yönetmiyor galiba” dediğimde de, “Ee öyle tabii” diyerek konuyu kapatıyor.
Şu ana kadar Davutoğlu’ndan farklı olarak Erdoğan ve iktidarıyla doğrudan karşı karşıya gelmemeyi esas alan yaklaşımlarını sorunca, “Agresif tavırlar sadece anlık öfkeyi dindirmeye yarar. Önemli olan kalıcı çıkış yollarını bulmak” diye izah ediyor.
Sohbetin konusu Kürt meselesine gelince, “beklenen” veya “hoşa gidecek” açıklamalardan sakındıklarını, çünkü popülizm yapmayacaklarını, reel politika dışında vaatlerde bulunmayacaklarını söylüyor.
Kürt sorunuyla ilgili çözüm programı ortaya koymanın popülizm değil, tam da reel siyasetin bir gereği olduğunu aktardığımdaysa, başıyla onaylamakla yetiniyor.
Peki bu devasa sorun konusunda nasıl bir çıkış öngörüyorlar?
“Tek taraflı bir çıkış mümkün değil, çünkü ortada tek bir taraf yok” diyor ve şöyle devam ediyor: “Öngördüğümüz değerler, haklar, refah, bu coğrafyada yaşayan her bir birey içindir. Dolayısıyla sosyolojimizin, coğrafyamızın, ülkemizin getirdiği gerçeklerden kaçacak halimiz yok, bunlarla yüzleşmemiz lazım. Yüzleşirken de, bir arada yaşama iradesini besleyecek adaleti, hakkı, refahı, adil bir şekilde paylaşacak mekanizmayı oluşturabilirsek, bu problemin çözümünde çok önemli bir temel oluşturacağımıza inanıyorum.”
Peki AKP iktidarında uzun süre üst düzeylerde görev almış kaynağım, araya giren devasa acılardan sonra bu söylemin Kürtlerde bir karşılık bulacağına inanıyor mu?
Gülümseyerek yanıtlıyor: “Kim ne veriyorsa ben beş fazlasını veriyorum’ gibi bir söylemi doğru bulmuyorum. Popülizm olmayacak bizde. Reel politik dışında, toplumu yanıltacak beyanlar, ifadeler, taahhütler olmayacak. Zaten insan kadrosunu oluştururken de iki tane kriterimiz oldu: Evrensel değerlere göre iyi insan ve işinde iyi insan. Onun dışında inancı, inançsızlığı, dini, mezhebi, etnisitesi, siyasi organizasyonumuzun ilgi alanına girmiyor. Dolayısıyla ‘ülkenin bir kesimindeki insanlar bize daha sempatik baksınlar, bizden duymak istediklerini söyleyelim’ gibi bir endişeyle yola çıkmayacağız. Bu ahlaki de değil. Ama insanı, temel haklarını, özgürlüklerini merkeze koyacak, insan onurunu korumaya dönük bir siyasi iradeyi oturtmaya gayret edeceğiz. Temele bunu koyuyoruz ve bunun sonuna kadar arkasında duracağız.”
Kürtlerin anadilde eğitim, yerel yönetimlerin özerkliği gibi spesifik hak taleplerine “şu anda” net cevaplar verecek durumda olmadığını, ama yakın zamanda ortaya çıkacak siyasi metinlerinde Kürt meselesine dair yaklaşımlarını ortaya koyacaklarını da aktarıyor.
Bu arada sohbetimiz sırasında açık olan televizyondaki haberleri işaret ediyor. Haber spikeri, AKP ile İmamoğlu arasında İstanbul’daki su tartışmasını aktarırken bıyık altından gülümseyerek “İncir çekirdeğini doldurmayan tartışmalar yürütüyorlar” diyor ve ekliyor: “Hem gündem değiştirmek isteniyor hem de büyük sorunlara dair herhangi bir çözüm iradesi yok.”
Babacan “hareketi” olarak ne zaman partileşeceklerini soruyorum. Kuracakları partinin yapısına ilişkin uzun bir izahat yaptıktan sonra takvimi aktarıyor. Ankara Bilkent’te Kürt meselesi konusunda iki günlük bir çalıştay düzenlediklerini, ayrıca Türkiye’deki temel sorunlara ilişkin 24 konu başlığında siyasetçi, gazeteci ve akademisyenlerden oluşan 300 kişilik bir ekiple de “politika belirleme” çalışmaları yaptıklarını söylüyor.
On gün içinde politik metinlerinin netleşeceğini aktaran kaynağım, tüzüklerini hazırlarken tedbirli davranacaklarını, temel hak ve özgürlükler, demokrasi, çoğulculuk gibi değerleri sağlama almak için partiyi denetleyecek bir üst kurul oluşturacaklarını, bu kurulda siyasi ikbal peşinde olmayacak kişilerin yer alacağını, “ilke ve değerleri koruma kurulunun” partinin temel kodlarını sağlama almak üzere en üst yetkilerle donatılacağını söylüyor ve ancak sonra sorumun yanıtına geliyor: “İki gün erken veya iki gün geç, önemli değil ama yıl bitmeden inşallah başvurumuzu yapmak istiyoruz. Biz İçişleri Bakanlığı’na başvurumuzu yaptığımız anda da partimizin programını, tüzüğünü zaten herkes öğrenmiş olacak.”
Görüştüğüm kişi, AKP’deki tek adamlıktan ders çıkaracaklarını, ortak akılla savrulmaları zorlaştıracaklarını söylerken, Erdoğan’ın ismini anmamaya özen göstererek AKP’de başlarına geleni şöyle özetliyor: “Fazilet Partisi’nden ayrıldığımızda da hain ilan edilmiştik. Biz bu ithamlara alışkınız. Başkalaşma evrelerinde itiraz edenler, karizmatik lidere karşı söz söyleyenler tasfiye edildi.”
“Başkalaşma evrelerinden” ne kastettiğini anlatmıyor ama sık sık “İnsanı merkeze alacağız, çoğulcu demokrasiyi ve evrensel değerleri esas alacağız” deyince, “Aynı sözleri AKP’yi kurduğunuzda da söylüyordunuz” diye hatırlatıyorum. “AKP’yi kurarken (konuşurken bazen AK Parti bazen AKP diyor) ortaya koyduğumuz değerlerden mahcubiyet duymuyoruz” diye yanıt veriyor.
“Evet ama” diyorum, "AKP’yle birlikte İslamcılar tüm sermayelerini tüketmedi mi? AKP hikâyesi ortada dururken bundan sonra herhangi bir muhafazakâr hareketin toplumda ciddi bir karşılık bulması mümkün mü?”
Bu soruya ilave olarak da neden Davutoğlu veya Saadet Partisi’yle hareket etmediklerini soruyorum.
“E çünkü aynı değiliz” diye kestirip atıyor önce. Sonra “Anlayışlarınız, üsluplarınız farklıysa bir arada olmanız mümkün olmaz tabii” diye ilave ediyor.
“İşiniz ne kadar zor ve ne kadar kolay” sorumaysa şöyle yanıt veriyor: “Mevcut şartlarda insanların pozisyonlarını değiştirmek zor. Ama sorunlar o kadar büyüdü ki, mevcut politik halin mutlaka daha makul politikalarla ikame edilmesinin gereğine olan inanç o kadar yaygınlaştı ki, bu inancı besleyecek, beklentileri karşılayacak bir politik söylem, istikrarlı bir duruş ortaya konulabilirse, zor olmayacağını düşünüyorum. Bizde beğenmesek de 70 yıllık bir demokrasi deneyimi veya denemeleri var. O yüzden insanlar mevcut duruma ilanihaye mahkum kalmaya razı olmayacak. Toplumun temel hak ve özgürlüklerden vazgeçmelerini beklemek doğru değil.”
‘İktidarın böyle bir beklentisinin olduğu açık değil mi?”
Buna da şöyle yanıt veriyor: “Evet, bunun böyle evrilmesini isteyenler de vardır. Ama daha müreffeh, daha istikrarlı, daha demokratik bir Türkiye isteyenler her zaman daha çoktur. Yeter ki siz, bu istikbali onlara gösterebilin, bu öngörünüzü onlara anlatabilin. İnsanlar buna sahip çıkacaktır.”
AKP’nin yola çıkarken gösterdiği “istikbal” ile yolun sonundaki vaziyet ortadayken, oradan çıkmış olan Babacan hareketinin sunacağı “istikbalin” ne kadar karşılık bulacağı, ne kadar inandırıcı olacağı bir muamma. Fakat Babacan hareketinin baş etmesi gereken tek şey AKP’den devraldıkları kambur değil, aynı zamanda Erdoğan’ın olası hamleleri.
Şehir Üniversitesi tartışmasıyla birlikte Davutoğlu’nu boks ringine rahatlıkla çıkarmayı başaran Erdoğan’ın aynı hamleyi Babacan hareketinden sakınması beklenemez. Babacan ve ekibi şimdilerde o ringe çıkmayı ısrarla reddediyor ama AKP’den farklarını ortaya koymaları için hem geçmişleriyle hem de mevcut iktidarla bir müsabakaya er veya geç girmek kendileri açısından da kaçınılmaz görünüyor.
Herkes açısından vakit dar, görmek için fazla beklememiz gerekmeyecek.