Bacakları aşağı sallandırma zamanı

Birlikte yağmuru seyrediyorduk ama duramıyor konuşuyorlardı. İsyandan söz ediyorduk, ülkenin ekonomik durumundan, fasulyenin kaç lira olduğundan, hangi yola barikat kurup ne talep edeceğimizden filan.

Metin Yeğin myegin@gazeteduvar.com.tr

Toprak rengiydi su. Yüzerken dallar takılıyordu sık sık. Kirli değildi ama. Ormanı denize taşıyordu Amazon. Sudan çıkınca tahta iskeleye oturuyorduk. Üç olta sallıyorduk iskelenin diğer tarafına. Yağmur başlayana kadar, bir balık geliyordu çoğu zaman, bazen iki. Onu alıp eve gidiyorduk. Hemen arkadaydı ev. Uzun tahta bacakların üstündeydi. Evin eteklerini kapatacak kadar geniş, kurşun bir damı vardı ve dört tarafında bu damın altına başını sokmuş dar paçalı uzun balkon.

Yağmurdan nehir taşıp, oraya kadar geliyordu. Bu sefer oltaları orada sallıyorduk, bir balık geliyordu çoğu zaman, bazen iki…

Evin bacaklarına takılan dalları toplayıp, sobayı yakıyorduk evde. Önce biraz nazlanıp, sonra tutuşuyorlardı. Biraz daha fazla çatırdıyordu ıslak dallar, o kadar. Sonra yine bacaklarımızı nehre doğru sallayıp, balıkların pişmesini bekliyorduk. Yağmuru seyrediyorduk, pek konuşmadan. Yeşil oluyordu biraz su.

Hafta sonları Buenos Aires'ten arkadaşlar geliyorlardı. Üstlerine bulaşmış mesai saatlerini, suya döküyorlardı. Müdür ve patron bakışlarını, ıslansın diye bahçeye seriyorlardı. Sonra nehir taşıyordu üstlerine. Onları dibe çekiyordu. Havada nedensiz bir neşe kalıyordu geriye.

Birlikte yağmuru seyrediyorduk ama duramıyor konuşuyorlardı. İsyandan söz ediyorduk, ülkenin ekonomik durumundan, fasulyenin kaç lira olduğundan, hangi yola barikat kurup ne talep edeceğimizden filan.

Sevgililer ve sevgili olacaklar yan yana oturup bacaklarını aşağı sallandırıyorlardı. Öpüşmek için fırsat kolluyorlardı. Çokça fırsat çıkıyordu. Mesela bir balık yakalanmış olabiliyordu onlara yakın oltaya. İyi pişmiş bir balığı paylaştıkları için ya da iyi pişmemiş olsa da paylaştıkları için, gülüyor ve öpüşüyorlardı.

Güneş geliyordu bazen aniden. Yağmurun ortasında nehrin üstüne gökkuşağı yapıyordu. Gel de öpüşme oluyordu o zaman ve suya atılan mesai saatleri iyice dibe batıyordu utancından…

Güzel, yağmurlu, güneşli ve hatta içine gökkuşağı düşmüş günler bir yerlerde sizi bekliyor olabilir belki ve daha da kötüsü siz hiç farkında olmadan, onlar orada geçip gidiyorlardır…

Bir yıldız kaymasını, hiç kimse görmediğinde, yıldız hiç kaymıyor mu zannediyorsunuz?

Devrim yapamadık ama bir yerlerden, bacaklarımızı aşağı da sallandıramaz mıyız en azından?

Tüm yazılarını göster