Bad Boys 'durulmuyor', sönüyor!

Jerry Bruckheimer bir kere daha yapımcılığını üstlendiği bir filmde seyircileri en azından aksiyon açısından ‘eli boş’ göndermeyeceğini kanıtlıyor. Arabalı takip, ateşli silahlarla çarpışma ve kanlı kavga sekansları göz doldurucu nitelikte, özel efektler başarılı bir şekilde kullanılmış.

Kerem Bumin kbumin@hotmail.com

1995 yılında Jerry Bruckheimer’ın yapımcı koltuğunda oturduğu ve yönetmen/yapımcı Michael Bay’in yönettiği "Bad Boys" filmi aslında bir seri veya saga olması kesin olmayan en azından (birçok benzerinde olduğu gibi ) 'gişe başarısına' göre devamı düşünebilecek bir filmdi. Hikaye bir 'ikinci halkaya' açık kapı bıraksa da kendi içinde başlayıp sonlanıyor, örneğin Marvel yapımlarında olduğu gibi 'devamı' zorunlu kılmıyordu!

İlk iki filmde yönetmen koltuğunda oturan Michael Bay, sonrasında yapımcı koltuğuna geçip 'dümeni' başka genç yeteneklere bıraktı. Bu dördüncü 'adımı' başlangıçta Joe Carnahan yazıp yönetecekti ama Carnahan’ın 'sert' senaryosu filmin yıldızı (ve yapımcılarından biri olan) Will Smith tarafından kabul görmedi. Film kısa bir süre 'iptal' krizi yaşadıktan son saniyede (Bad Boys 3’ü de çeken) Adi El Arbi ve Bilall Fallah ikilisi göreve çağrıldı ve proje gün yüzü gördü. Ancak film, daha ilk dakikalarından itibaren niye (muhtemelen daha özgün ve sert olabilecek bir hikaye yerine) 'garanti' bir reçete uygulamak istediğini, başkarakterlerine ufak değişimler katmak dışında bir iddiası olmadığını net bir şekilde gösteriyor!

EVE DÖNEN WILL SMITH…

Hatırlanacağı üzere Bad Boys ikilisini oluşturan Will Smith (Mike) ve Martin Lawrence (Marcus) karakterleri, değer yargıları, hayat tarzları ve hayata bakış açıları çok farklı olduğu halde aralarında belli bir denge oluşturmuş ve beklenildiği üzere zamanla 'zorunlu' partnerlikten ideal partnerliğe evrilmiş iki sivil polisti.

Bir önceki filmde ikilinin zaten daha ağırbaşlı, pasif, mantık doğrultusunda ilerleyen üyesi Martin Lawrence artık biraz yaşlandığını, suçluların peşinden koşmaktan yorulduğunu ve daha sabit ve sakin bir yaşama geçmek istediğini söylemişti. Bu görüşe şiddetle karşı çıkan Will Smith karakteri ise bu filmle beraber kendisi de benzer bir yol seçmiş gibi duruyor: uzun zamandır beraber olduğu sevgilisi ile evliliğe adım atıyor. Her zaman çılgın, içgüdülerine dayanan ve kafasının dikine giden eylemlerinde bir azalma hissediliyor. Ve sanki ortağının daha önce ‘kabul etmiş’ olduğu yaş alma durumunu da kendisi de kabul etmiş gibi duruyor…

Buraya kadar her şey anlaşılabilir hatta parlak bir fikir gibi görülebilir ama sonuç tam bu doğrultuda olmuyor. Çünkü senaryo ve dolayısıyla da film, ısrarla zamanında 'ikilinin' var olan çılgın enerjisini tekrar diriltmek, onları tekrar coşturmak için gayret sarf ediyor. Bu süreçte duyduğumuz basmakalıp konuşmalar eşliğinde sanki iki kahramanımız kendilerini yeni sindirdikleri 'ADN'leri ve zamanında 'ortalığı birbirine katan' güçleri arasında bir belirsizlik bölgesinde buluyor. Genelde karizmatik, gösterişçi ve biraz egoist bir tavırda davranan Smith karakteri ne zaman geri dönecek diye bekliyoruz! Başka bir deyişle senaryo, başkarakterlerini hangi 'formata' sokacağı konusunda tereddüt yaşıyor.

Benzer bir durumu "Cehennem Silahı" serisi çok daha dozunda eylemler ve inandırıcı diyaloglar eşliğinde yapmayı başarmıştı.

MAD BOYS!

Martin Lawrence’ın canlandırdığı karakterde durum biraz daha karışık: Hatırlanacağı üzere Lawrence, ikilinin daha insancıl ve komik üyesini temsil ediyordu. Yeri geldiğinde silahına sarılsa da asla Smith karakteri kadar gözü kara, cüretkar ve karizmatik değildi. Ancak bu filmde yönetmen ve senaristler diğer başkarakter Smith’in değişme çabasını yeterli bulmamış olacaklar ki Lawrence’ı daha da komik çizmek için onu bir sekansta 'ölümün kıyısından' döndürüyorlar. Bu süreçten sonra Lawrence adeta bir aydınlanma yaşıyor ve çok daha umursamazca ve bir anlamda cesurca davranmaya başlıyor. Ne yazık ki bu durum oyuncunun komik performansını abartmasına, şakalarının giderek daha 'çiğ' kokmasına yol açıyor ve bir süre sonra bu durum rahatsız edici bir boyuta varıyor. Abartılı oyunuyla Lawrence adeta 'dağları devirirken', onun yanında geçmiş hayatının pişmanlıklarını yaşayan Smith’im performansı nerdeyse 'güme gidiyor!'

Her şeye rağmen film bir şekilde akıyor. Jerry Bruckheimer bir kere daha yapımcılığını üstlendiği bir filmde seyircileri en azından aksiyon açısından ‘eli boş’ göndermeyeceğini kanıtlıyor. Arabalı takip, ateşli silahlarla çarpışma ve kanlı kavga sekansları göz doldurucu nitelikte, özel efektler başarılı bir şekilde kullanılmış.

Son olarak şunu da eklememiz gerekir: Bizce filmdeki düşman karakterler "Bad Boys 2"den beri düşüşte! Özellikle ikinci filmde Jordi Molla’nın canlandırdığı Johny Tapia karakteri çok iyi bir denge noktası oluşturan, seyirciyi diken üstünde tutan oldukça irkiltici bir düşmandı. "Bad Boys 3"te bir düşüş başladı ama yine de nedenini Smith karakterinin saklı kalmış aile ilişkilerine bağlayınca düşman belli bir çerçeveye oturuyordu. Bu filmdeki Banker karakteri zaman zaman tehditkar bir hava estirse de bahsettiğimiz örnek veya ilk filmdeki Fouchet karakterinin yanında biraz sönük kalıyor. Bir önceki filmde senaryo icabı ölmüş olan Kaptan Howard rolünde Joe Pantoliano ise bu sefer ‘konuk oyuncu’ kıvamında şöyle bir görünüyor.

Bir de şöyle dikkat çeken bir nokta var: Filmde bazı yan ve yeni karakterler silahlara sarılınca ve düşmanlara karşı savaşınca beklenmedik bir şekilde aksiyon dozu bir üst seviyeye çıkıyor. Nedeni muhtemelen Mike-Marcus ikilisinin ‘paslanmış’ olması ve zamanında aralarında oluşan kimyanın artık tutmaması… Belki de filmin adı "Bad Boys for Life" değil "Bad Boys 4 Life" olsa daha yerinde olurdu!

Tüm yazılarını göster