Büyük film yapımcılarının Mars Grubu ile düştüğü anlaşmazlık, sinemanın salon probleminin nihayet ulusal gündeme gelmesini sağladı. Hemen söyleyeyim, ‘oh olsun, şimdi mi anladınız’ diyenlerden değilim. Çünkü gişe rekortmeni filmlerin yapımcı ve yaratıcılarının sonuçta salonlardan, teknik ekiplere kadar tüm sinema sektörünün ayakta durmasında rolü büyük. Ayrıca onları seven milyonlarca izleyicinin hatırı da var… Ama işin bir de ‘dağıtımda kaybolanlar’ı var ki ben daha çok onların izleyicisiyim ve işin bu kısmı beni daha çok ilgilendiriyor. Ama ne yazık ki sinema salonlarının alternatif filmlere neredeyse hiç şans tanımaması nedeniyle, izleyicisi olduğum, takip etmek istediğim bu yapımların pek çoğunu göremiyorum.
Türkiye’de geçen yıl 180 yeni film gösterilmiş. Çekilen film sayısının ise bunun çok daha üstünde olduğu söyleniyor. Aslında gösterime girdiği söylenen filmlerin çoğu, Türkiye çapında beş on salonda, dostlar alışverişte görsün hesabı izleyiciyle buluşabiliyor. Gişe şansı yüksek olan filmler sayısız salonda milyonlarca izleyiciyle buluşurken saygın yönetmenlerin ya da ödüller kazanmış genç yeteneklerin filmleri çok az salonda, o da bir iki hafta gösterilip ortadan kayboluyor. O arada yakalayabilirseniz ne ala, seyrediyorsunuz. Bu nedenle film festivallerini dikkatle takip edip, şehre bir festival gelirse kaçırmamaya çalışıyoruz. Ama oralarda da her yıl, belli sayıda öne çıkan yönetmenin ya da kendini göstermeyi başarabilen, çokça konuşulan, sinema dünyasında gündem olabilen birkaç ismin filmleri gösteriliyor. Yani çekilen filmlerin çok çok azı seçilip, ‘festival-sanat sineması-kültür merkezi’ dolaşımına girebiliyor. Bu, ‘seçilmiş’ filmleri bile festivaldeki o bir iki seansı yakalarsanız, bilet bulabilirseniz izlersiniz, yoksa bir dijital televizyon platformunda ya da kültür merkezi programında karşılaşmayı beklemekten başka bir şansınız kalmaz. Yani sonuçta her yıl çekilen yüz elliden fazla filmin çoğu buhar olup gider, biz de arkasından bakakalırız.
Bir de ‘Başka Sinema’mız var. Aslında bu, izleyiciyle buluşamama meselesine karşı bulunan en iyi çare gibi. Kariyo Ababay Vakfı’nın desteklediği Başka Sinema sayesinde düzenli bir programla çok güzel yerli yabancı filme hem de sinema salonunda ulaşabiliyoruz. Ama o da ‘gösterimde kaybolanlar’ın tamamını kurtaracak bir süper kahraman değil, çok az seans ve salonda belli sayıda filmi bizimle buluşturabiliyor…
Türkiye’de kendini kanıtlamış, seyircisini oluşturmuş çok büyük yönetmenler var. Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Tayfun Pirselimoğlu, Yeşim Ustaoğlu gibi 90’lar kuşağının ardından pek çok başka çok yetenekli ve çok iyi filmler çeken yönetmenler geldi. Gelmeye de devam ediyor. Sadece yurt içi değil, yurt dışı festivallerde de ödüller kazanan, filmlerini izleme şansı bulan eleştirmenlerden övgüler toplayan bu sinemacıların işlerini görmek ne yazık ki çok zor. İlk filmini çeken bir sinemacının işiyle buluşmak ise neredeyse imkansız. Oysa iyi bir hikaye izlemek, farklı bir sinema diliyle karşılaşmak, perdede bizi etkileyecek, hayatımıza dokunacak güçlü filmler izlemek isteyen pek çok sinemasever var ama sinema endüstrisi onları neredeyse yok sayıyor.
Bu durum bana biraz kitap dünyasını çağrıştırıyor. Kitap zincirlerinde az sayıda okurun ilgisini çekebilecek, farklı edebiyat eserleri nasıl rafta yer bulamıyor, okuruyla buluşamıyorsa sinemada da ‘sanat filmi’ ya da ‘art house’ sinema denilen filmler izleyicisiyle öyle buluşamıyor. Ama kitap dünyasında çok önemli bir seçenek var. O da internet kitapçıları. Aradığımız her kitabı, eğer mevcudu varsa internet kitapçısında bulup, alıp okuyabiliyoruz. Sinemanın ise böyle bir şansı yok.
Türkiye’nin yerli internet televizyonlarının portföyünde henüz çok az film var. Netflix, sinema işine hızlı girdi ve sadece dizide değil belki de sinemada da uluslararası bir tekel olma yolunda gidiyor. Yani birkaç sene sonra, yayın dünyasının Amazon canavarı gibi sinema dünyasının Netflix’ini tartışmaya başlayabiliriz. Bugün birbirine düşen star oyuncu-yapımcılar ile piyasaya hakim sinema zinciri, o gün geldiğinde Netflix’e karşı ortak bildiriler imzalayabilir…
Ama aslında tüm bunları yaşamaya gerek yok. Gösterimde kaybolan, izleyicisiyle buluşamayan, bir türlü yakalayıp da izleme fırsatı bulamadığımız, popüler ya da değil, sanat sineması ya da değil, hepsini toplayacak bir dijital platform kurulabilse, bazı meseleler büyümeden çözülecek.
İşin ticari yanı, filmlerin farklı potansiyelleri ve yapımcıların farklı yaklaşımları bu konuyu çetrefilleştiriyor elbette. Ama merak ettiğimiz bir filmi izleyebileceğimiz, haberdar bile olmadığımız yeni yapımları, dolayısıyla yeni sinemacıları bulup tanıyabileceğimiz bir ortak platforma, sinemamızı bilmem ama bir izleyici olarak benim çok ihtiyacım var… Sanıyorum küresel sermaye ataklarına, büyük balıkların küçüklere aldırmadığı bu vahşi dünyada kolektif, özgür bir sinema platformu biz izleyiciler kadar sinema dünyasındaki herkese iyi gelecektir. Umarım birileri bu konuda bir adım atar.