Böyle bir kötülüğü insan neden yapar? Çalışıp ekmek kazandığı lokantaya gelen müşteriye, bağırsağından hasta olduğunu bile bile acı veren garson kimdir? Müşteri bu sonuçta, gelir, yemeğini yer, parasını verir, gider, memnun kalırsa sonra yine gelir. Lokanta para kazanır, garsonun maaşını öder, şu işsizlikte büyük nimet üstelik maaş alabilmek…
Ama işte o garson, bağırsağından hasta olduğunu bildiği sürekli müşterisinin yemeğine tutup da neden acı biber atar? Bu sorunun yanıtını, “Suriyeli olduğu için” diye verince yaptığı anlaşılır/kabul edilir olur mu? Olabilir mi? Kaç kişi için olabilir?
***
Tarih boyu göçlerin merkezi olmuş topraklarda şimdi yeniden göçle sınavımız. Ülkenin mevcut iktidarı “seyrelteceklerini”, müstakbel iktidar adayı olarak gösterilenler de “güzellikle göndereceklerini” anlatıyor, sonra iktidar da el yükseltiyor: “Ev yapıp yollayacağız”. Savaşın içinden kaçıp gelmiş insanları, yıllarca kendi savaşlarını vererek yaşadıkları yerden “güzellikle” ve yeniden bir belirsizliğe yollamak nasıl olacak?
***
Siyasette ‘göçmen kartı’ son yerel seçimlerde –o zaman biraz da utangaçça- oynanmaya başlamıştı. “Bizi seçin, onları burada barındırmayalım” propagandasının farklı renklerdeki partiler tarafından farklı tonlarda yapıldığını gördük. Seçimin ardından, Bolu Belediyesi’nin göçmenlere yüksek fatura uygulamaları geldi. “Pilot bölge” orası mıydı ki? Şimdi, bir genel seçime doğru gidilirken, siyasetin en üst düzeyde zehirlendiği konu başlığı artık göçmenler olmuş gibi görünüyor. Ve tarih boyunca her zaman ekonomik sıkıntıların peşi sıra gelen, “yabancı olanı suçlama” siyasetinin yükseltilmeye çalışılmasını izliyoruz yeniden. Şehir merkezlerine sandık kurarak ‘gitsinler mi kalsınlar mı’ diye sormaya kalkanlar da var. Ne yanıt alacaklarını bilmenin rahatlığındalar: “Millet kendi açken, yabancı kalsın der mi?” uyanıklığı!
***
Osman Çaklı’nın gazetemizde yayınlanan ve girişte aktardığımız ‘hasta yemeğine acı biber atma’ olayının da anlatıldığı haberine göre göçmenlerse ‘merkeze gitmeyerek’ kendilerini korumaya çalışıyorlar: “Burada ilişkilerimiz çok iyi. Arada tepki gösteren çıkabiliyor ama ilk geldiğimiz yıllardaki kadar yoğun değil. Şehir merkezlerinde çok vakit geçirmiyoruz.”
Şehir merkezlerinde vakit geçirmeyerek ilk geldikleri yıllara göre şimdi daha az görünen tepkilerin yükselmemesini sağlamaya çalışıyorlar yani. Tepkileri yükseltip siyaseti yeni düşmanlıklarla yürütmeye çalışanlara karşı, bu çaresiz çarenin çözüm olmayacağını daha dün Ankara Altındağ’da gördük oysa.
Kötülük bir kez yola çıkarsa, mültecinin yemeğindeki acı biber de olabiliyor, kapısındaki kalabalık da…
Herkesin kendisi ve ülkesi için vereceği karar ‘gitsinler mi kalsınlar mı’ değil aslında: Geleceğimizin içine acı atacak mıyız, atmayacak mıyız?
Asıl sorulan soru o…