Bağışıklık sisteminin gücünü kullanmak için araştırmaları hızlandırmalıyız

Korona virüsü salgınında henüz hastalığı kesin biçimde sona erdirecek bir yol bulmaktan epey uzaktayız. Ancak bir aşı bulana kadar bağışıklık sistemini daha iyi tanımalı ve güçlendirmenin bir yolunu bulmalıyız.

Abone ol

Daniel M. Davis & Sheena Curickshank

Pek çok ülke Covid-19 nedeniyle yürürlüğe konan kısıtlayıcı tedbirleri sonlandırmak üzere harekete geçiyor; ne var ki virüs henüz hayatımızdan çıkmadı ve ikinci bir enfeksiyon dalgasının yaşanabileceğine ilişkin somut kaygılar söz konusu. Bir an önce vücudun bu enfeksiyonla nasıl başa çıktığı ve bunun üstesinden gelmek için neler yapabileceği hakkında daha fazla şey öğrenmemiz gerekiyor. İmmünoloji, vücudumuz bu virüsle savaştığında neler olduğunu ortaya çıkarmak için tam da burada devreye giriyor ve bize bir tedavi ve aşı imkânı sunuyor.

Bağışıklık sistemimizin en şaşırtıcı yanlarından biri, daha önce hiç karşılaşmadığı mikroplarla savaşabiliyor olmasıdır. Bunun nasıl işlediğini biliyoruz ve bu detaylı bilgiler, AIDS’i kontrol edilebilir bir hastalık haline getiren aşı veya diğer ilaçlar gibi yöntemlerle Covid-19’a karşı nasıl mücadele edebileceğimiz hakkında fikirler üretmemizi sağlıyor. Ama asla boş hayallere kapılmamalıyız; bu iş zaman alacaktır. İnsanları enfekte ettiği bilinen yedi korona virüsü türü var ve elimizde hiçbirine karşı aşı mevcut değil.

BULAŞMA VE BAĞIŞIKLIK SÜRECİ NASIL İŞLİYOR?

Covid-19’a dair bilimsel anlayışımız hızla ilerliyor. Virüsün vücuttaki hücrelere, ‘ACE2’ adı verilen hücrelerdeki bir protein yoluyla girdiğini zaten biliyoruz. ACE2, hava (solunum/ç.n.) yolunu oluşturan hücrelerde yaygın biçimde bulunur.

Virüs bir kez hücrelerin içine girdiğinde bir viral üretim fabrikası oluşturmak için hücre mekanizmalarını kullanabilir. Daha fazla hücreyi enfekte eden ya da başkalarını enfekte etmek için vücuttan dışarı atılan yeni virüs parçacıklarının etrafa salındığı bir zincirleme reaksiyon ortaya çıkar.

Virüs, esas olarak öksürürken, hapşırırken veya konuşurken dışarı çıkan respiratuar damlacıkları yoluyla bir kişiden diğerine hareket eder. Bu, bir hasta henüz belirtiler göstermeden önce gerçekleşebilir ve bu da bu virüsün dünya çapında çok etkili bir şekilde yayılmasının nedenlerinden biridir. ACE2 ayrıca bağırsak hücrelerinde de bulunur ve dışkı örneklerinde virüsün bulaştığına dair raporlar mevcuttur ve bu durum, sıkı bir kişisel hijyene ihtiyacımız olduğunu gösterir; yine de şimdilik bu yalnızca potansiyel bir bulaştırma yoludur.

Enfeksiyon süreci, bağışıklık sistemini, başa çıkılması gereken bir tehdit olduğu hususunda uyaran sinyallerin ortaya çıkmasına neden olur. Doğal öldürücü hücreler ve akciğer solunum yollarında yaşayan diğer bağışıklık hücreleri gibi makrofajlar* da henüz erken aşamalarda enfeksiyonla mücadeleye girişirler. Makrofajlar, ayrıca enfeksiyonun neden olduğu hasarı onarmaya ve diğer bağışıklık hücrelerini de solunum yollarına taşımaya yardımcı olabilir. Makrofajların harekete geçme ve tepki verme biçimi, baştan sona her birimize ne olacağı hususunda belirleyici olabilir. En şiddetli Covid-19 vakaları, ‘interlökin-6’ gibi ‘sitokinler’ adı verilen ve yüksek düzeyde enflamatuar** protein molekülü üreten makrofajlarla ilişkilendiriliyor.

Bu erken bağışıklık tepkisi, büyük olasılıkla enfeksiyonu tamamen yok edemez; bu işe dahil olması gereken başka beyaz kan hücrelerine de ihtiyacımız vardır. Devasa büyüklükte bir bağışıklık hücreleri deposuna sahibiz ama bunlardan yalnızca birkaçı bu özel virüsün üstesinden gelebilir. En doğru eşleşme kurulduktan sonra, bu özel bağışıklık hücreleri çoğalır. B hücreleri, virüsü doğrudan etkisiz hale getirebilen ve hastalığa yakalanmış hücreleri saldırılmak üzere işaretleyebilen antikorlardan büyük miktarlarda üretir. T hücreleri de doğrudan enfekte hücreleri yok eder. Büyük sayılardaki doğru bağışıklık hücresinin üretilme süreci, kimi zaman bu olduğunda şişen ‘bezler’ biçiminde hissedilen lenf bezlerinde gerçekleşir.

BELİRLEYİCİ ETKEN, KİŞİSEL BAĞIŞIKLIK DURUMU

Enfeksiyon geçirmiş kişilerin daha sonra bağışıklık kazanıp kazanmadığı ve bunu nasıl tespit edebileceğimize ilişkin pek çok soru yanıt bekliyor. Virüse yakalanıp yakalanmadığımızı anlamak için yapılan testler de tam olarak bu, antikorların üretildiği spesifik aktivitenin saptanmasına dayanır. Bu antikorlar, bir kişinin geçmişte enfekte olup olmadığını ortaya çıkarabilir ama bunun gelecekte yaşanacak enfeksiyonlara karşı tam veya kısmi bir korumaya sahip olduklarını gösterip göstermediğini henüz bilmiyoruz; bu nedenle bir ‘antikor pasaportu’ kullanışlı olmayabilir.

Ayrıca, raporlar, enfekte olmuş hastaların yaklaşık yüzde 10 ila 20’sinin kanlarında çok az saptanabilir antikor olduğunu ya da hiç olmadığını ve şu anda kullanımda olan antikor testlerinin güvenilirliği ve geçerliliği hakkında endişeler bulunduğunu gösteriyor. En kısa sürede antikorların rolünü, bağışıklık tepkisinin diğer bileşenlerini ve bunların bu enfeksiyona karşı koruma sağlayıp sağlayamayacağını ya da bunlarla ilişkili olup olmadığını anlamamız gerekiyor.

Hastalığın şiddetinin neden insanlar arasında değişiklik gösterdiği henüz tam olarak anlaşılmış değil. Yaş önemli bir etken olabilir; çünkü bağışıklık sistemi bizler yaşlandıkça kısmen değişir. Yaşlı insanların daha düşük bir enflamasyon düzeyine sahip olma ihtimali daha yüksektir ve yeni enfeksiyonlara karşı etkili bağışıklık tepkileri veremezler.

Aşırı faal bir bağışıklık sisteminin doğrudan akciğer hasarına katkıda bulunarak sorunlara neden olabileceğine ilişkin kanıtlar da mevcut. Eğer bağışıklık sistemi kontrolden çıkarsa, bu durum kendi içinde tehlikeli ve hatta ölümcül olabilir. Bu nedenle Covid-19 hastaları için test edilen bir tedavi türü, normalde ‘otoimmün hastalıkları’*** tedavi etmek amacıyla kullanılan ve bağışıklık sisteminin verdiği aşırı tepkileri azaltan ilaçlardır. İnterlökin-6, ‘tümör nekroz faktörü’ gibi inflamatuar protein moleküllerinin hareketini engelleyerek işlevini yerine getirir.

EN İYİ ÇIKIŞ YOLU

Aşı, bu sorundan en iyi çıkış yoludur. Bir aşının gerçekten de işe yaramasına ilişkin temel mesele, bağışıklık sistemini, bizi yeterli süre boyunca koruyacak kadar tetikleyip tetikleyemeyeceğidir. Bunun mümkün olup olmadığını henüz hiç kimse bilmiyor.

Bazı aşıların ömür boyu süren bir bağışıklığı harekete geçirdiğini, diğerlerinin takviyelere ihtiyaç duyduğunu ve bazılarının da her yıl tekrarlanması gerektiğini zaten biliyorsunuz. Bu meseleye, virüsün değişime uğrama hızı, antikorların hastalığı etkisiz hale getirme hususunda yeterli olup olmadığı ve buna benzer birçok öge dahildir.

Yine bir korona virüsünün neden olduğu ve 2002-2003’te yaşanan SARS salgınına karşı korumanın yaklaşık bir yıl sürdüğünü düşünüyoruz. Diğer korona virüsü enfeksiyonları, bağışıklığı yaklaşık üç ay boyunca tetikleme eğilimi gösterir. Ayrıca, her insanın bağışıklık sistemi -genetik mirasımızın karışımı, daha önce geçirdiğimiz hastalıklar ve bir takım yaşam tarzı faktöründen ötürü- biraz farklı yapılandırıldığı için, her insanın Covid-19’a karşı bağışıklığı neredeyse kesin olarak farklıdır.

Birçok şey bağışıklık sistemimize bağlıdır: Onu daha çok takdir etmeli, araştırmayı hızlandırmalı ve gücünü kullanmak için artık her fikri araştırmalıyız.

*Makrofajlar, dokularda bulunan patojenlerin, ölü hücrelerin, hücresel kalıntıların ve vücuttaki yabancı maddelerin yutulmasından sorumlu olan hücrelerdir. Makrofajlar doğuştan bağışıklık sisteminin bir bölümünü oluştururlar. (ç.n.)

**Enflamasyon, (inflamasyon), yangı veya iltihaplanma, canlı dokunun her türlü canlı, cansız yabancı etkene veya içsel/dışsal doku hasarına verdiği hücresel, sıvısal ve damarsal bir seri yaşamsal yanıttır. (ç.n.)

***Otoimmün hastalıklar, bağışıklık sisteminizin vücudunuza yanlışlıkla saldırdığı bir durumdur. Bağışıklık sistemi normalde bakteriler ve virüsler gibi mikroplara karşı vücuda koruma sağlar ve yabancı hücreler ile kendi hücreleri arasındaki farkı ayırt eder. (ç.n.)

Yazının aslı The Conversation sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)