Bahar meclisi
Bugün Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak hizmet veren I. TBMM Binası, nohut oda, bakla sofa, mini mini kendi içinde bir parmak meclis adeta. Hepi topu sekiz oda, kulis ve genel kurul salonundan oluşuyor. Kurtuluş Savaşı, bu meclisten yönetiliyor. 20 Ocak 1921'de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Anayasası olan Teşkilatı Esasiye Kanunu, 12 Mart 1921'de İstiklal Marşı, 1 Kasım 1922'de Saltanatın kaldırılması burada kabul ediliyor.
Hâkimiyet, bilakayduşart milletindir.
Mustafa Kemal Atatürk
Ben seni dinlemedim
Sen beni anlamadın
Cevapsız soruların
Boynumda kolların, al senin olsun!
Sen beni yenemedin
Çünkü ben senle oynamadım!
Kurnaz oyunların, çıkmaz bu yolların
Al senin olsun!
Yasemin Mori
Ankara’ya devletle işin yoksa yolun düşmez derler, yolunu düşürenlerin çoğu akraba ve tanıdıklarını ya da Anıtkabir’i ziyaret etmek için gelenlerdir. Oysa Ankara’da ilkbahar özeldir, demokrasinin baharı Birinci Meclis ise bir ayrı güzel.
Son yıllarda hakiki karanfil kokladın mı hiç? Diyeceksin ki nerede çocukluğumuzdaki karanfiller; burnunun ucunda zınk diye duran, keskin, insanı kendine getiren tertemiz, güçlü nota. Meclis, doksan dokuzuncu kez 23 Nisan’ına kavuşuyor. Balkonlarından, genel kurul salonunun kürsüsünden taşan karanfil kokuları ziyaretçilerini demokrasiyle sarhoş ediyor!
Ankara’da üç tane meclis binamız var. Birinci Meclis, Ulus’un göbeğinde anıtın hemen karşısında. İkinci Meclis onun hemen iki yüz metre aşağısında. Türkiye Büyük Millet Meclisi deyince hepimizin aklına gelen son meclis, Kızılay’ın hemen ilerisinde Bakanlıklar mevkiinde yer alıyor. Bugün Birinci Meclisi gezeceğiz, sıkı giyin; buralarda mart değil nisandır kapıdan baktırıp kazma kürek yaktıran.
Ankara bozkır, cihan imparatorluğunun başkentinin yanında esamesi okunmaz, ama…
Parmak Çocuk’un hikayesini biliyor musun? Evlatlarını besleyemedikleri için acılar içinde kıvranan, çareyi çocuklarını ormana bırakmakta bulan ana babanın hüzünlü ve ürkünç hikayesini. Baştan sona acayip. Oğlum Çınar’ın masala ilişkin sorduğu tek bir soruyu bile yanıtlayamadım.
- Baba neden çocuklarını ormana bırakıyorlar? Neden böyle bir şey yapıyorlar baba?
Sahi bir ana baba çocuklarını neden ormana bırakır? Masalda yanıtı yok. Tahmin ediyorsun, tahminin ise içler acısı. Çocuklarının açlıktan ölmesini görmeye dayanamayacakları için sanırım. Peki aç kurtların zavallı çocukları ormanda parçalayacağı gerçeği. Herkes biliyor, kimse gıkını çıkarmıyor! Neyse ki Çınar da bu konuya değinmiyor. Kural neydi, çocuk soruncaya kadar konuyu deşme, sorarsa da suları bulandırmadan, sorduğu kadarını yanıtla.
Parmak çocuk zekâ küpü, ana babasının konuşmasına kulak misafiri oluyor, ormana götürülmeden önce ceplerini küçük çakıl taşlarıyla dolduruyor yolunu kaybetmemek için; teker teker arkasında bırakıyor. Ana baba eve dönünce bir de görüyorlar ki, kendilerine borcu olan efendi borcunu getirmiş. Tabii perişanlar, ahlar vah vahlar, neden oğullarımızı ormana bıraktıklar. Tam o sırada Parmak Çocuk tüm kardeşlerini toplamış eve geri getiriyor, bir mutluluk bir huzur. Piyango zengini misali, hazıra dağ mı dayanır, paralar suyunu çekiyor yine. Hadi baştan, çocuklar ormanı boyluyor. Çınar’dan yorum:
- Hiç akıllanmıyor mu bunlar!
Bu kez ana baba güya akıllanmış, Parmak Çocuk’u odasına kilitliyorlar, geçen seferki gibi dışarı çıkıp da çakıl taşı toplayamayıp dönüş yolunu bulamasın diye. O da ceplerini ekmek kırıntılarıyla dolduruyor mecburen. Orman ahalisi kalabalık; kuşu var, sincabı var, yılanı var çıyanı var yiyip bitiriyorlar hepsini. Çocuklar ormanda ışık yanan tek yuvaya sığınaduracaklar. Amaniiin o da ne, burası çocukları yiyen devin evi. Devin karısı, sakın gelmeyin diye uyarıyor, ama çocuklar her hâlükârda ölecekler geceyi dışarıda geçirirlerse, biliyorlar. Denize düşen yılana sarılır misali, dalıyorlar eve. Hiç olmazsa o gece karınları doyacak, sabaha kadar canlı kalacaklar bir ihtimal. Devin bizim oğlanlarla aynı sayıda kızları var, parmak çocuk gece kendi şapkaları ile devin kızlarının kukuletalarını değiş tokuş ediyor. Sabah dev bebelerinin anası çığlık çığlığa. Dev karıştırıp kendi kızlarını yemesin mi. Masalı yazan Charles Perrault’nun aklından neler geçiyordu acaba? Manyak mı, dahi mi? Hep karıştırılan yanıt. Nereden bulaştım ki ben bu masala! Defaten “Çınar, istersen okumayalım daha fazla artık.” diyorum, merak dorukta. Velhasıl ana fikir: Parmak kadar çocuk, bütün kardeşlerini kurtarıyor.
Masalı okumamın üzerinden daha bir ay geçmeden, Birinci Meclis’i gezerken jeton düştü; Mehmet Ruhi Arel’in “Çanakkale Savaşı Düşman Kaçtıktan Sonra” tablosunun tam karşısında.
Her masal gibi bu masal da bize bizi anlatıyor. Parmak Çocuk meğerse bir Kurtuluş Savaşı hikayesiymiş. Vallaha en az senin kadar ben de şaşırdım bu keşfime. Ana ve baba, çocuklarını sevseler bile kurtuluşa bir türlü inanamayan İstanbul ve kifayetsiz padişahını temsil ediyor. Dev, İtilaf Devletleri rolünde; el alemin çocuklarını yemeye çalışırken, kendi evlatlarını felakete sürüklüyor. Parmak Çocuk ise, inandığından asla geri dönmeyen, inancını sonuna kadar koruyup, tüm kardeşlerini kurtaran, imkansızı başaran Mustafa Kemal ve kimselerin pek bir şeye benzetemediği Ankara rolünde. Başrolü kapmışlar. Efendim neymiş deniz yokmuş. O denizi olmayan Ankara olmasa, bugün Boğaz'da nasıl keyif sürecektik a hanımlar, a beyler.
Bir sağdan bir soldan çekiştire çekiştire murdar ettik. Paylaşamadık bir türlü. Neymiş efendim Atatürk senin, Osmanlı benim. Günahıyla sevabıyla hepsi de hepimizin değil mi? Değil, sevaplar benim, günahlar kabahatler ÖTEKİNİN. Nedir bu ana babaların, nedir bu parmak çocuğun yıllardır çektikleri. Yerin dibine sokmak isteyenler, yere göğe sığdıramayıp yüceltenler.
Oysa her şey konuşulabilmeli!
Parlamento, Fransızcada konuşmak anlamına gelen “parler” fiilinden üretilmiş aynı “hoparlör”deki gibi. “Haut” yüksek “parleur” de konuşan demek. Mesele yüksek yüksek değil, tatlı tatlı konuşabilmek her şeyi. “Meclis”in anlamı da bir o kadar kıymetli, oturmak anlamına gelen “cülus”tan geliyor. Bir konuyu konuşmak veya görüşmek için oturmak, toplantı yapmak demek.
Bugün Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak hizmet veren I. TBMM Binası, nohut oda, bakla sofa, mini mini kendi içinde bir parmak meclis adeta. Hepi topu sekiz oda, kulis ve genel kurul salonundan oluşuyor. Kurtuluş Savaşı, bu meclisten yönetiliyor. 20 Ocak 1921'de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Anayasası olan Teşkilatı Esasiye Kanunu, 12 Mart 1921'de İstiklal Marşı, 1 Kasım 1922'de Saltanatın kaldırılması burada kabul ediliyor. 24 Temmuz 1923'te Sevr’e takla attıran Lozan Barış Antlaşması, 13 Ekim 1923'te Ankara'nın başkent oluşu ve elbette 29 Ekim 1923'te Cumhuriyetin ilanı ile Gazi Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanı seçilmesi yine bu Meclis’te onaylanarak kabul ediliyor. Az zamanda çok ve büyük işlerin başarıldığı Meclis işte burası.
Mütevazı merdivenlerinden çıkar çıkmaz karşında küçük bir mescit, sağlı sollu Reis (Meclis Başkanı) ve Riyaset (Başkanlık) Divanı Odaları; sol tarafta sırayla Şeriye Encümeni (Anayasa Komisyonu) Odası, Kulis, Encümen (Komisyon) ve Kâtip Odaları yer alıyor. Bunların karşısında, koridorun en sonunda İdare ve Başkatip Odaları var. Koridorun en ortasında sağda Genel Kurul yani Meclis Toplantı Salonu var. Salonda bulunan kürsüyü, Ankaralı bir marangoz kendisi yapıp Meclise hediye etmiş. Milletvekillerinin oturduğu sıralar bildiğin okul sırası, Muallim Mektebi (Ankara Öğretmen Okulu) ile şimdiki Atatürk Lisesinin ilk binası olan Ankara Mektebi Sultanisinden (Taş Mektep) getirilmiş. Sonradan elektrikli hâle getirilen iki petrol lambası ile sac sobalar civar kahvehanelerden, büro malzemeleri ise resmî dairelerden temin edilmiş.* Artık sen hayal et hangi koşullarda kurulmuş Cumhuriyet.
Bir yeri gezerken herkesin aklında farklı bir şeyler kalır; benim unutulmazlarımdan biri de üzerinde “Ve Emrühüm Şura Beynehüm” yazılı levha oldu. Hattat Mehmed Nuri Sivasi Abduh tarafından deri üzerine Gubari tekniği ile yazılmış olan levha, 1920-1924 yılları arasında, belirli zamanlarda Meclis’in duvarına asılırmış. Şura Suresi’nin 38'inci ayetindeki bu söz “İşleri, aralarında şura (danışma) ile olanlar” demek. Bir mecliste olması gereken her şeyi tek kelime ile özetlemiyor mu sence de? Acaba hangi zamanlarda, hangi amaçla asılıyordu bu levha. Sürekli değil de bazen asılıyor olması ne kadar etkileyici değil mi? Ne de olsa sürekli göz önünde olanın bir süre sonra farkına bile varılmayabiliyor.
- Egemeeen koş, bak gerçek telefon.
Annesi, belli ki hayatında hiç ahize görmemiş oğlunu eğitme peşinde, meclis koridorlarını tiz sesiyle çınlatıyor. Belki de çocuğundan bile heyecanlı, pardösüsünün düğmeleri muntazaman baştan sona ilikli, ev işlerine bir süre ara verip azıcık gezebilmenin keyfiyle coşmuş. Kadınların seçme ve seçilme hakkı kazanmasının eşiği I. Meclis. Kadın sesleri ancak II. Meclis’te duyulmaya başlayacak. Onu da gezeceğiz başka bir gün doya doya hiç merak etme.
Diğer etkilendiğim şey üzerinde “DİKKAT DÜŞMAN DİNLİYOR” yazılı tahta telefon santrali. Telefon değil, bizi o günlere götüren bir zaman makinesi adeta. Bazen sorarlar ya en çok sevdiğin kitap, film falan nedir diye. Asla o anda gelmez aklıma. Bak şimdi geldi, “Başkalarının Hayatı - Das Leben Der Anderen” muhteşem bir film. İzle ve o anda hayata siyah ve beyazın ötesinde bak. Demokratik Almanya Cumhuriyeti (Doğu Almanya) hükümeti, çöküşünden beş yıl önce iktidarını acımasız bir kontrol ve gözetleme sistemiyle sürdürmeye çalışmaktadır. Stasi adlı gizli polis servisine bağlı binlerce muhbirin yaptığı ihbarlar sonucunda 17 milyon nüfuslu ülkede 200 bin kişi fişlenerek dosyası tutulmuştur. Hükümetin ve Stasi’nin hedefi, “başkalarının hayatları” hakkında her şeyi bilmektir.
Bir de kocaman bir masa var I. Meclis’te, ilk bakışta pek bir şey ifade etmiyor, albenisi yok. Meğerse üzerinde Lozan Anlaşmasının imzalandığı masanın ta kendisiymiş. Türkiye’de İsviçre’nin diplomatik temsilciliğinin açılışının sekseninci yıl kutlaması sırasında 11 Kasım 2008 tarihinde İsviçre Konfederasyon Başkanı Pascal Couchepin tarafından dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e sunulmuş.
Lozan Anlaşması’nı, Lozan Üniversitesi tören salonunda bu masa üzerinde, baş delege sıfatıyla TBMM Hükümeti Dışişleri Bakanı İsmet (İnönü) Paşa imzalıyor. Anlaşmanın imzalanmasının şerefine aynı gün saat 17:00’den itibaren Ankara, İstanbul, İzmir, Diyarbakır, Sarıkamış, Adana ve Erzurum’da 101 pare top atışı yapılıyor. Delegasyonun basın danışmanlarından birinin Yahya Kemal Beyatlı olduğunu söylemiş miydim? Asıl neyi unuttum biliyor musun, I. Meclis binasının inşasına aslında 1915 yılında, İttihat ve Terakki Fırkası tarafından kulüp binası olarak başlanmış; projeyi yürütme görevi de dönemin İttihat ve Terakki Fırkası Ankara temsilcisi Memduh Şevket (Esendal) Bey’e verilmiş. Edebiyatın ruhunu bir nebze bile olsa siyasete üflemesi nedendir bilmem içimi ısıtıyor.
Nerede kalmıştık, aaa evet karanfilde… Ben, karanfil koklamaktan asla vazgeçmedim; şimdilerde o eski kokuyu pek bulamamanın hayallerimi kırmasına da asla izin vermedim. Peki ya sen, son yıllarda hakiki karanfil kokladın mı hiç?
Sahi devin karısı hangi rolde acaba bu hikâyede? Yok öyle armut piş ağzıma düş; onu da sen bulacak yanıtını bana yazacaksın: hayatevinde@gmail.com
*https://www.tbmm.gov.tr/yayinlar/brosurler/kurtulus_savas%C4%B1_muzesi.pdf
Herkes gezgin olacak diye bir koşul yok. Kim hazırlamış bulamadım ama birçok mekânı 3 boyutlu gezebileceğiniz bir internet sitesi var. I. Meclis’i de gezebiliyorsunuz. Keyifli gezmeler: http://www.3dmekanlar.com/tr/eski-meclis-binasi.html
Yorumlarını paylaşmak, diğer yazılarım ve fotoğraflarımı görmek için blog sayfam www.hayatevi.org’u ziyaret edebilir ya da bana doğrudan yazabilirsin: hayatevinde@gmail.com