Kendini gerçekleştiremeyen bir insanın ailesi ve özellikle oğlu üzerindeki derin etkisi… Danilo Kiş’in, 'Bahçe, Küller' kitabını okurken sıklıkla bu cümle geçti aklımdan. Kendine kurban misyonu biçmiş bir baba ve onun yaşamı etrafında savrulan bir aile... Bu otobiyografik metin, genellikle baba-oğul ilişkisi üzerinden yorumlansa da sanırım babanın Auschwitz kurbanı olduğu bilgisiyle okununca, klasik baba-oğul çekişmelerini aşan bir yanı var çünkü metin boyunca takip ettiğimiz baba figürüyle oğul arasındaki çekişmede bir eksiklik duygusu hissediliyor. Kültürel erkeklikten kaynaklı güç çekişmesini pek hissedemiyoruz ama bu tür klasik metinlerde karşılaştığımız, örneğin Kafka’nın babasıyla ilişkisindeki suçlayan ton, metnin tamamında olmasa da yer yer hissediliyor.
'KİM BU ADAM?'
Danilo Kiş’in anlatısının baba figürü, tek bir şekilde tanımlayamayacağımız boyutta. Mesela, otoriter bir baba diyemiyoruz ona çünkü ailenin dışındaki yaşamı o kadar baskın ve ailesiyle olan ilişkisi o kadar mesafeli ki küçük bir çocuğun alamadığı şefkat hissi daha baskın geliyor. Belki de başta bahsettiğimiz o eksikliğin, klasik metinlerdeki çekişmenin hissedilememesinin sebebi de bu çünkü çekişmenin gerçekleşebileceği bir ilişkilenme yok. Ayrıca, bu baba anlatı boyunca çok farklı maskelerle karşımıza çıkıyor: bir gün bir peygamber, başka bir gün Spinozacı bir filozof, bir başka gün alkolik, bir başka günse üzerine çalıştığı kitabı bitiremeyen bir yazar... Çoklu bir kimlikle karşılaşıyoruz böylece ve okurken onun hakkında kesinlikli yargılara varmak, başka bir deyişle okurun ona karşı duygularını sabit bir yere koyması zor. Bu nedenle metinde, çocukluğundan itibaren annesine olan tavırlarının da etkisiyle onunla ilgili düşüncede ilişki geliştirebilen bir insanın yaşamında, travmatik bir etki bırakan bir baba oğul ilişkisinden söz edilebilir.
Babanın devamlı başarısızlığı, kendi benliği ile görüntüde olan arasındaki çelişki metinde anlatılan ailenin yaşamını belirliyor. Bahsettiğimiz gibi baba kendisini bir kurban olarak görüyor ve aslında bunu bir rol gibi benimseyip yaşamındaki edimlerini buna göre gerçekleştiriyor, yaşam onun oyun sahası ve varlığını zihninde kurgulayıp sahneye koyuyor. Kendi yaşamındaki olmazları başkasını suçlayarak aşmaya çalışıyor, kurban rolünü devam ettirebilmesi için gerekli olanı, etrafındakileri günah keçisi yaparak oluşturuyor. Kitabın şu cümlelerinde bunu görebiliriz: “Tanrı’nın ve kaderin karşısında güçsüzdü, kendi lanetlenmişliğinden insanları sorumlu tutuyordu, kız kardeşlerini ve akrabalarını ise başına gelen tüm musibetlerin sebebi olarak görüyordu; zira tüm ailesinin ve tüm insanlığın günahlarının kefaretini ödemeye yazgılı olduğu düşüncesine saplanıp kalmıştı.” Kendini doğuştan lanetli, dünyanın yükünü çekmeye gelmiş ve kaderine boyun eğmiş gibi gösteren, toplum içinde maskelerle dolaşan baba, çocukluğundan itibaren Danilo Kiş’in yaşamını etkilemiş bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Bana kalırsa bunun nedeni de üzerinde durduğumuz gibi ilişkisizlik, onunla kurulmaya çalışılan her ilişkinin bir şekilde geri tepmesi ve onaylanmaması, yazara “kim bu adam ve benden ne istiyor” sorusunu sorduruyor ve belki de yaşamı boyu bu sorunun cevabını aratıyor. Çünkü babanın derin etkisi metin boyunca karşımıza çıkıyor, yazarın cümleleri babanın farklı benlikleri etrafında dolanırken, gölge gibi yaşamının üzerine çöküyor ve şu cümleleri bunu açık ediyor: “İşte böyle, büsbütün beklenmedik ve öngörülmedik bir vaziyetteki bu hikâye, bu masal giderek babamın, dâhi Eduard Sam’ın hikâyesine dönüşüyordu. Yokluğu, uyurgezerliği, misyonerliği, dünyevi bağlam ve -eğer arzu ederseniz- anlatı bağlamından yoksun tüm fikirleri, rüyalar kadar kırılgan ve her şeyden evvel ilkel, olumsuz özellikleriyle çizilmiş benliği; tüm bunlar bir nevi kalın, ağır bir dokumaya; büsbütün bilinmeyen, özgül bir ağırlığın malzemesine dönüşüyordu.” Bu nedenle metinde ailenin diğer üyeleriyle ve yaşamlarıyla ilgili kısma, babanın sebep olduklarıyla ilişkili olmayan yanlara çok aşina olamıyoruz, yazar bunu da zaten yukarıda alıntıladığımız cümlenin devamında yine kendisi açıklıyor: “Bu da annem, kız kardeşim ve kendimle ilgili kişisel hikâyeleri, mevsimlerin ve manzaraların hikâyelerini arka plana itiyordu…” Tüm bunlardan dolayı, bana kalırsa “Bahçe, Küller” için yazarın deyimiyle Eduard Sam’ın hikâyesi diyebiliriz.
ÖLÜM
Danilo Kiş’in metninin, babanın hikâyesi dışındaki belirgin yanının ölüm olduğu söylenebilir. Ölüm korkusu çocukluğundan itibaren yazarın peşini bırakmamış gibi görünüyor, onun ölümle ilk karşılaşması şöyle anlatılıyor: “‘Dayın ölmüş’ dedi annem. Gümüş kaşığın çınlayan kristalin üzerinde her zamankinden daha güçlü çınlaması elinin titreyişini ele verdi, bu şüphemi doğrulamak üzere gözlerimi açtım. Parıldayan güneş ışığının altında pudralanmış gibi beyazdı, yalnızca gözlerinin etrafını al al halkalar sarmıştı. Şaşkınlığımı fark etti ve bana bakarak fısıldadı: ‘Onu tanımıyordun.’” Yazarın ölüme dair düşünceleri tanımadığı dayısının kaybıyla başlıyor ve belki de yaşamının tümünde mücadele ettiği bir soruna dönüşüyor, özellikle rüyalarında ve çok bağlı olduğu annesinin kaybını düşündüğünde çocuk bilincinin de etkisiyle bu konu onun yaşamında önemli hâle geliyor. Metnin sonunda uzunca anlattığı kâbuslarında da bunu hissedebiliyoruz.
İnsan türü ölümü ve ona dair fikirleri başkasının ölümüyle deneyimliyor, bu nedenle kendi ölümüne dair fikirleri hep zihninde kendi kurguladıklarıyla var olabiliyor. Bazı insanlar için bu, yaşam zamanının ölümle iç içe geçmesi anlamına geliyor çünkü Lévinas’ın söylediği gibi; “başkasının ölümü ilk ölümdür” (1) yani ölüme dair bilgimizi oluşturan şey gördüğümüz başkasının ölümüdür ve bu, ona tanık olan için kendi sonunun orada olduğuna ama henüz gerçekleşmediğine işaret eder. Belki de bundan kaynaklı olarak, yazarın ilk ölüm tanıklığının onu ölüm fikri üzerine kafa yormaya itmesi ve yaşam zamanının çoğunda özellikle uykusu kaçtığında ve rüyalarında bunu düşünmesi, o bilgiyi fark etmesi, metinde önemli yer tutuyor: “Ölüm kelimesi, annemin o sabah merakıma ektiği o kutsal tohum, bir anda bilincimin tüm sularını yudum yudum içmeye başlamıştı; bense o ilk anda bu filizlenişin farkında bile değildim” başlangıçta farkına varmadığı 'filiz' onun yaşamı boyunca ölüm fikriyle boğuşmasına neden oluyor ve yazar bunu okura açıkça hissettiriyor.
TASVİRLERİN İŞLEVİ
'Bahçe, Küller' kitabının anlatısı tasvirlerle örülmüş, yazar metin boyunca her ânı her mekânı, metinde geçen küçük bir eşyayı uzunca betimlemiş. Bu durum okur açısından olayların geçtiği mekânı oldukça gerçekçi kılarken, metnin atmosferinin içine çekilme gibi bir durum oluşturuyor. Bir örnek vermek gerekirse, “masa, Macar danteliyle örtülmüştü; üzerinde ise sahte kristalden yapılmış mavi bir vazo ile yuvarlak, döküm bir kül tablası vardı. Babamın yatağının yanındaki komodinin mermer levhası üzerinde bir tane daha kül tablası vardı: iki-üç yeri halihazırda çizilmiş, yeşil emaye bir kül tablası. Sigara koymak için çaprazlama açılmış üç adet oyukla, kül tablasının ağzı üç çeşit kavise ayrılmıştı…”
Bu uzun ve ayrıntılı tasvirler, metnin akışında baskın bir gerçeklik yaratıyor, mekânlar, eşyalar gözünüzün önünde beliriyor, genel okuma deneyimim açısından anlatıda okurun sezgilerine yer açılması gerektiğini düşünsem de yazarın bu anlatma biçiminin metnin duygusunu sezdirmede işlevsel hâle geldiğini fark ettim. Genel olarak karanlık bir metin 'Bahçe, Küller', zaman İkinci Dünya Savaşı öncesi, çok bahsedilmese de bu sızıyor anlatıya, var ama yok babanın hezeyanları, 'akıl dışı' olarak yorumlanan fikirlerinin onu kriminal bir olaya dönüştürmesi, bu nedenle belirsiz bir yaşama sürüklenen ailenin sıkıntıları, yollar, at arabaları, trenler, ölüm ve hiçlik duygusu tüm bunların tasvirlerle ilişkilendiği, en küçük ayrıntının mesela kül tablasının durduğu yerin, şeklinin bile önemli olduğunu size hissettiriyor yazar ve tüm bunlar kasvetle birleşince tasvirler metnin bütününde anlamlı hâle geliyor.
Danilo Kiş’in klasik metni, 'Bahçe, Küller', Jaguar Kitap tarafından, Özge Deniz çevirisiyle yayımlandı. Metnin bahsedebildiğimiz özellikleri dışında, metinler arası geçişlerinden, kutsal kitaplarla kurulan ilişkiden, çeşitli düşünürlerin fikirlerine atıflardan ve okuru yer yer zorlayabilecek anlatısından ayrıca söz edilebilir. Özetle, kendini gerçekleştiremeyen ve farklı benliklerinin yansımasına kapılıp gitmiş bir babanın ve ailenin öyküsü, yazarın belleğinden sızan ayrıntılarla, okuru zihninin karanlık yanlarına çeken rüyalarla derinleştirilmiş, yazar okurunu hayatına dâhil ederken, kurban kim sorusunu sordurma amacını hissettirmiş.