İktidar pastasının kırıntılarını vererek yanına çektiği ulusalcı ve milliyetçi güçler de AKP’yi ayakta tutmaya yetmiyor. Bilakis, AKP kendisiyle birlikte bu güçleri de hızla aşağıya çekerek sol muhalefet açısından mücadele zeminini genişletiyor. Dolayısıyla iktidarın bu manzara karşısında telaşa kapılıp ipleri daha da germekten çekinmeyeceği, şimdiye kadar yapmadıklarını da yapmayı deneyeceği ihtimal dahilinde. Selahattin Demirtaş’ın bu kapsamda siyasi yasaklı ilan edilmesi bu ihtimallerin başında geliyor.
Nitekim Şubat ayında gerçekleştireceği kongre öncesinde HDP’nin de bu ihtimali gözeterek Demirtaş’ın yerine yeni bir eş başkan seçip seçmemeyi tartıştığını biliyoruz. Demirtaş’ın yeniden eş başkan adayı olup olmayacağı bu hafta içinde netleşeceğe benziyor. Ancak ola ki HDP, Demirtaş dışında bir adayda karar kılarsa, bunun sırat köprüsü geçilirken en riskli “değişim” kararı olacağı açık.
Bir kere Figen Yüksekdağ gibi Demirtaş’ın da milletvekilliğinin, eş başkanlığının, parti üyeliğinin düşürülmesi siyaset yapamayacağı anlamına gelmez. Ama HDP’nin yeni bir eş başkan çıkarması, Demirtaş’ın olası yasaklılığını peşinen kabullenmesi anlamına gelir ki, bu da partiyi tarifi zor bir biçimde zayıflatır, tabanında ciddi bir moral çöküntüye yol açar, genişleme koşullarını daraltır. Ayrıca her taraftan dökülen AKP’nin hâlâ muhalefeti dizayn etme kabiliyeti olduğu algısı yaratır.
Aksisi, yani HDP’nin her koşulda eş başkanını sahiplenmesi, Demirtaş’ın yargı eliyle verilecek siyasi bir karar karşısında mağdur konumuna düşmesini engeller. Böylece Demirtaş hapiste de olsa partisine ve tabanına güç verebilir. Aynı etkiyi yasaklı pozisyonuna rağmen Figen Yüksekdağ da yaratabilir. (Bu arada Evrensel gazetesi bugün (3 Aralık) “Selahattin Demirtaş, HDP'de yeniden eş başkan adayı” başlıklı bir haber yayınlasa da kaynaklar bunun netleşmiş bir karar olmadığını söylüyor.
DEMİRTAŞ, YENİ BİR İTTİFAKIN KÖPRÜSÜ OLABİLİR
Seçim sathı mailine girilmiş durumda ve AKP açısından fırtına yaklaşıyor. Bu fırtınayı sol, sosyalist, demokrat güçler lehine kullanıp kullanamamak, tüm ezilenlerin kaderini belirleyecek. Dolayısıyla 2019 seçimlerinde AKP’nin yerine yeni bir milliyetçi-faşist iktidarın ikame edilmemesini sağlamak, en az AKP’nin yenilgisini sağlamak kadar hayati önem taşıyor. Bunun yolu da tabanı diri tutacak, umutlu kılacak bir parti yapılanmasından, geniş tabanlı bir ittifaktan geçiyorsa, “birbirimizden vazgeçemeyiz” demiş olan Demirtaş en önemli köprülerden biri olabilir. Bu yüzden Demirtaş eş başkanlığı bırakmak istese bile HDP’nin onu bırakmaması önümüzdeki dönem hazırlığının kaçınılmazı gibi görünüyor. Zira 2019’un kazananı, gerek sağ gerekse sol açısından güçlü ve geniş bir ittifak sağlayabilen, mağdurlar arasında yeni köprüler inşa edebilen siyasetler olacak.
AKP’nin küçük bir azınlık dışında kendi tabanı dâhil mağdur etmediği neredeyse hiçbir kesim kalmamışken, toplumu dışsal tazyikleri püskürtmek için etrafında kenetlemeye çalışması beyhude görünebilir. Zaten tüketmediği söylem, kandırmadığı kesim bırakmayan bir iktidarın “küllerinden” yeniden doğmak için şimdikinden daha güçlü bir ittifak tesis etmesi mümkün görünmüyor.
Ancak AKP açısından iğne ucu iriliğinde de olsa bir şans var ki, o da ancak kimsenin reddedemeyeceği bir teklifle mümkün olabilir: Mevcut rejimin mutlak bir biçimde terki, seçimlerin adil bir biçimde yapılacağına dair güvence, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasanın eşit ve özgür katılımla hazırlanarak kabulü. Ancak AKP bu yolu da kendi eliyle, tercih ettiği ulusalcı-milliyetçi ittifak üzerinden kapatmış durumda.
ERDOĞAN’IN DEFTERİNDE BOŞ SAYFA KALMADI
Öyle ki, Erdoğan yarın çıkıp yeni bir sayfa açacağını, OHAL’in ülke genelinde kaldırılacağını, başta Kürtler olmak üzere ezilen tüm kesimlerin haklarının iade edileceğini, düşünce ve siyasi faaliyetlerinden ötürü hapse atılanların serbest bırakılacağını, yolsuzluk ve hırsızlıkların hesabının sorulacağını, başta yaşam hakkı olmak üzere temel insan haklarına yönelik tüm ihlallerin son bulacağını ve bu ihlalleri yapanların yarından tezi yok adalet karşısına çıkarılacağını, adalet sisteminin de bağımsız olması için gereken mekanizmaların ivedilikle inşa edileceğini söylese bile, karşısında bizzat ulusalcı-milliyetçi müttefiklerini bulacaktır.
Yanlış anlaşılmasın, bu varsayım Erdoğan’dan böylesi bir “sürpriz” beklentisine değil, iktidarın toplumsal bir konsensüs sağlama olasılığını geri dönülmez bir biçimde tükettiğini vurgulama maksadına dayanıyor. Yoksa Erdoğan’ın defterde boş sayfa bırakmadığını kendisi dahil herkes biliyor.
Öte yandan AKP’nin otoriter sisteminin devamının ancak ekonomik sürdürülebilirlikle mümkün olduğunda iktisatçılar mutabık. Fakat muazzam cari açık ve dış sermaye girişine bağımlılık, otoriter sistemin sürdürülebilirliğini çeşitli şartlara bağlıyor. Her şeyden önce uluslararası sermaye açısından riskin azaltılması ve kârın artırılması yoksulların sırtına daha fazla basılmasıyla mümkün ki, işçi/işsiz sınıfı açısından bıçak çoktan kemikte. AKP’nin kaderi de yoksulların elinde.
NE GEÇMİŞ TÜKENDİ NE YARINLAR
Ekonomik sürdürülebilirlik açısından bir diğer şart da içerideki sermayenin gözünü dışarıya dikmemesi ki, Erdoğan’ın bugün (3 Aralık) Muş’ta yerli sermayeye karşı yaptığı uyarı iktidar açısından bu kâbusun da gerçekleşmeye başladığını gösteriyor.
Erdoğan’ın yerli sermayenin kaçış hazırlığında olduğunu ilan edişi uluslararası sermaye girişini de etkileyeceğe benziyor. İktisatçıların çöküşle eşanlamlı gösterdiği uluslararası sermaye girişinin durması ve içerideki sermayenin dışarı çıkması seçimler öncesinde AKP’nin en büyük kâbuslarından biri.
Böylesi ihtimaller silsilesi ve yaklaşan fırtına karşısında HDP, kendisini edilgen kılacak bir pozisyondan kaçınarak geleceğin belirleyici aktörü olacaksa, partisinin dayandığı ideolojinin birleştiriciliğini siyasi söylemine en berrak haliyle taşıdığı için Türkiye’nin batısında da ilgiyle karşılanan Demirtaş “köprüsüne” sarılmak, Yüksekdağ’ı da tekrar aktif siyasete taşımak durumunda.
Çünkü Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın HDP Eş Genel Başkanlığı’na seçildiği 22 Haziran 2014 tarihli 2. Olağanüstü Kongre’de Yeni Türkü’nün sesiyle salonda yankılanan Murathan Mungan’ın şiiri HDP açısından hiç olmadığı kadar güçlü bir hat çiziyor:
Bak işte yaklaşıyor fırtına
…
Ne geçmiş tükendi
Ne yarınlar
Hayat yeniler bizleri
Geçse de yolumuz bozkırlardan
Denizlere çıkar sokaklar