Bakın burası çok ciddi!

“Greta” festival biter bitmez vizyon salonlarındaki yerini aldı. Greta’nın Frances’i kafaya takıp takip ve taciz etmeye başladığı andan itibaren film klişeler yumağına öylesine bir dolanıyor ki ne yapsa daha da fazla sarıp sarmalanıyor.

Şenay Aydemir sinesenay@gmail.com

Geçmiş günlerin hatırına İstanbul Film Festivali sırasında merakla beklediğimiz Neil Jordan’ın “Greta” filminden çıktıktan sonra bir grup arkadaş şaşkınlık içinde ‘trollendiğimize’ karar verdik. Mona Lisa, Ağlatan Oyun, Zor Tercih, Vampirle Görüşme, Breakfast on Pluto, The Miracle, The Butcher Boy gibi filmlere imza atmış, yönetmenliğinden daha çok senaryolarındaki maharetiyle anılmış bir ismin ne yapmaya çalıştığını anlayamamanın şaşkınlığına, yaptığı şeyin de anlamsızlığı eklenmişti çünkü.

“Greta” festival biter bitmez vizyon salonlarındaki yerini aldı. Annesini yakın dönemde kaybeden genç bir kadın olan Frances, metroda bulduğu bir çantayı sahibine teslim ettiğinde başına geleceklerden habersizdir. Çantanın sahibi klasik müzik aşığı, acı dolu ve yalnız yaşayan Fransız piyano öğretmeni Greta’dır. Fransa’da konservatuvar alan kızı ile sorunlar yaşadığını söyleyen Greta, annesinin ölümünün travmasını henüz atlatamamış Frances’e yakın ilgi gösterince genç kadın da kayıtsız kalamaz. Ancak bu ilgi önce rahatsız edici daha sonra da tehlikeli bir hal alır.

Ray Wright ile birlikte senaryoyu da kaleme alan Jordan, “Manhattan’da korku ve dehşet” hikayesi anlatmaya soyunuyor. Frances’ın ev arkadaşı Erica ile ilişkisini, babası ile olan sorunlarını, nasıl bir işyerinde çalıştığını öğrendikten sonra Greta’nın hayatına girişiyle adım adım tırmanan gerilimi takip ediyoruz. Filmin bu bölümleri ikisi de diğerinin eksikliğini hisseden bir anne/kız ilişkisinin inşası ile başlayıp Greta’nın arızalarının ortaya çıkmasıyla işlevini tamamlıyor. Zaten ne oluyorsa da bundan sonra oluyor.

Yazının bundan sonrasına spoiler vermemeye özen göstererek devam etmeye çalışacağım ama yine de izlemeyenlerin tadını kaçıracak ipuçları olabilir. O yüzden filmi görmek isteyenler için okumayı burada bırakmak iyi fikir. Greta’nın Frances’i kafaya takıp takip ve taciz etmeye başladığı andan itibaren film klişeler yumağına öylesine bir dolanıyor ki ne yapsa daha da fazla sarıp sarmalanıyor. Kapı önünde beklemeler, sevdiği biriyle tehdit etmeler, kaçırıp eve kapatmalar birbirini izliyor. Bir fiskelik canı olan Greta’nın elinden kaçıp kurtulamamalar, kurtulup tekrar yakalanmalar, suçluyu şıp diye bulan ama bir o kadar hızlı bir şekilde olayı yüzüne gözüne bulaştıran dedektifler gibi bir sürü absürt sahne geliyor peş peşe.

Bir ara acaba bu klişelerle dalga geçiliyor da biz mi anlamıyoruz duygusu da gelmiyor değil seyirciye ancak hem yönetmen hem de oyuncuların ciddi olduklarını ve ciddiye alınmak istediklerini fark edince yazının başında söz ‘trollenme’ hissi o zaman başlıyor. Hiçbir sahnesinde ikna edici olamayan ama kendisini çok ciddiye alan bir filme dönüşüyor nihayetinde “Greta.”

Son dönemde önüne gelen her teklifi kabul ettiği hissi uyandıran (2018’de dört, 2017’de altı filmde oynadı) Isabelle Huppert’ın kariyerinin üzerinde tepindiği, yükselen yıldız Chloë Grace Moretz’in ise muhtemelen yıllar sonra pek de iyi anmayacağı bu film, bizim için “eğlenceli kötü” bile olamadı. Ama bir noktasından itibaren öyle izlenebilirse zevk almak da mümkün tabii.

GRETA

YÖNETMEN: Neil Jordan

OYUNCULAR: Chloë Grace Moretz, Isabelle Huppert, Maika Monroe, Colm Feore, Stephen Rea

YAPIM: 2019 ABD, İrlanda

SÜRE: 98 dk.

Tüm yazılarını göster