Sanatçılar kendi takımlarını kurarken asla şaşmaması ve esnememesi gereken dürüstlük, doğruluk ve düzgünlük ilkelerini önemsemediği, daha çok konser, daha çok para ve daha çok güç uğruna kararlarını verdiği sürece hiçbir şeyin değişmesi mümkün gelmiyor bana. Önce onlar elemeliler habis piyonları ve menajercilik oynayan serseri mayınları bünyeden teker teker.
Bu köşede müzik sektörünün ahvaline ilişkin epeyce yazıldı, çizildi. İlk zamanlarından itibaren müzik işinin Türkiye’deki tabiatına ilişkin birçok açıdan birçok şey söylemeye, anlatmaya çalıştım. Bunların çoğunun üç maymunlar cehenneminde havaya sıkılmış kurusıkılar olduğunu bilsem de o tetikleri çekmekten geri durmamaya çalıştım. İçinde faaliyet gösterdiğim ve pek çok oyuncusuyla tanıştığım, muhatap olduğum ve çalıştığım bir ekosistem olmasına rağmen her zaman, her koşulda ve ne olursa olsun doğruları söylemeye çalıştım. Enayiliğe, saflığa ve aptallığa teğet geçse de iyinin, doğrunun ve düzgünün yanında olmakta direttim. Sonuna kadar da böyle devam edeceğim.
Şimdi de hafta içi bu her ne kadar kendini koskoca ve çok önemli sansa da fevkalade mikro sektörü ve etrafındakileri meşgul eden, çekirdek paketlerini alıp koşa koşa sosyal medya platformlarının başına geçiren ve meşgul ederken aslında büyük bir Schadenfreude (Langenscheidt Almanca-Türkçe sözlüğe göre “başkalarının uğradığı zarara sevinme”) yaşatan olaylardan bahsetmek gerekiyor. Zira o olaylar ki sadece tüm hastalıkların röntgenini çekmekle kalmıyor, kan ve idrar tahlilini de yapar nitelikteler. Ne eksik, ne fazla, ne hasta, ne ölümcül; hepsini gösteriyor paylaşılanlar.
Olanlar kısaca şöyleydi: Öğretmenler Günü’nden nedense 8 gün sonra (nedenini araştırmadım ama elbet geçerli bir nedeni vardır) öğretmenler için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kültür ve sanat işlerine bakan ismiyle müsemma birimi Kültür AŞ tarafından düzenlenen konserde gönüllerin güncel ve genç sultanı Melike Şahin hava muhalefeti nedeniyle sahneye çıkmadı ve Pandora’nın kutusu açıldı. Belediye’nin iletişim aygıtları çok sinirlenmiş ve bozulmuş olmalılar ki 39 ilçeye yayılan, 16 milyon nüfuslu İstanbul ahalisine hitap etmeyi seçtikleri barlar sokağı üslubundan ırak bir dille “sanatçı”yı ve ekibini hedefe koyan, “biz ne yaptıysak olmadı, ikna edemedik, bize değil onlara kızın” şeklinde aşağıda göreceğiniz açıklamayı yaptı. Ha, bir de çok üzgünlerdi.
Bunun üzerine elinde tuzluklarla köşe bucak bekleyen sosyal medya vampirleri depara kalktı ve pek değerli fikir taşları döşenmeye başlandı. Çoğunluk Melike Şahin’e kızıyordu; neydi de ne oldu, vay efendim bu işler o kadar kolay mıydı, o kimdi ki, hele öğretmenler gibi kutsal varlıklara bu yapılır mıydı, oydu, buydu, şuydu. Her konuda kör ve kapkara bir cehaletin bataklığında kıvransa da her konuda keskin yargıya ve giyotin fikirlere sahip tezatperver Twitter ahalimiz gereğini düşündü; iğne belediyeye, çuvaldız Melike’ye uygun görüldü.
Bu “kâbus” gecenin ardından “Diva Bebe” Melike Şahin Instagram hesabından paylaştığı hikâyede olanların “yemin olsun” kendi suçu olmadığını, teknik ekibinin rüzgârdan ötürü can güvenliği riski öngördüğünü, kendisinin de buna riayet ederek sahneye çıkmadığını, yüzünün bulunduğu bir fotoğrafın üstüne yazarak paylaştı. Olabilir; akılcı, mantıklı, profesyonel açıdan doğru bir yaklaşım. Sanatçının ekibindeki yetkililere kulak vermesi de bir o kadar kıymetli. Ben daha fazla ayrıntı bilmiyorum, derinlemesine ve içeriden bilgiye de sahip değilim, dolayısıyla perde arkasını yansıtanlardan ziyade umuma yansıyanlar üzerine yorum yapabilecek pozisyondayım. Lakin değinmek istenenler açısından da bu yeterli.
Melike Şahin bu olaydan bir gün sonra, 3 Aralık’ta kendini “Türkiye’nin En Prestijli Ödülleri” olarak nitelendiren, henüz iki sene önce Türkiye’nin önde gelen tescilli kadın düşmanlarından birine “Yaşam Boyu Onur Ödülü” veren Altın Kelebek’te bu sefer kendisine sunulan “En İyi Kadın Şarkıcı” ödülünü almak için çıktığı kürsüdeki konuşmasında “Memleketimin bütün kadın ozanlarına minnet ve teşekkür borçluyum. Bana daha farklı bir dünya ihtimalini gösterdikleri için. Aynı zamanda aynı çağda beraber müzik üretme fırsatına eriştiğim kadın meslektaşlarıma da selam yollamak isterim” diyerek ödülünü de annesine armağan etti. Büyük bölümünde kadınlardan dem vurduğu, önceki gece yaşanan tatsızlığa da ucundan değindiği konuşması, kürsü ve kelebekler çağırınca bazı ilkelerin gerektiğinde kilerden çıkartılmak üzere herhalde bir başka kışa kaldığını düşündürdü.
Sonra geçen birkaç günde TürkTwitter suları durulacağına kabardı, köpürdükçe köpürdü ve “Diva Yorgun” olsa da bu sefer uzunca bir videoyla bir açıklama daha yapmak zorunda kaldı. Geceyle ilgili iki defa “rezalet” diyerek güftesine yaptığı girizgahtan sonra şarkının köprü bölümüne doğru kendisinin “konuyla hiçbir alakası olmadığını” söylemesine rağmen hemen ardından oraya gelenlerden “çok çok çok özür” dilerken C bölümünde “isminin bir skandalla anılmasından” kariyerine varan öz-sabotaj cümlelerine kadar denenip de akordu tutmamış bir eser gibiydi. Oysa Melike Şahin hem Instagram’da kendi şarkılarını söylemekte son derece mahirdir hem de takdire şayan bir şarkı yazarıdır. İkisi bir arada olmayınca olamadı demek ki.
Melike’ye sınırsız kızanlarla Melike’yi sınırsız destekleyenlerin sosyal medya muharebesinde kılıç-kalkanlar havada uçuşurken birden Aleyna Tilki çok dikkat çekici bir videoyla gündeme düştü. Genel olarak müzik “sektör”ünden ve belli ki birlikte çalıştığı insanlardan çok şikayetçiydi ve seyrederken yürek burkan türden şeyler söylediği bir içerikti. Özetle kendi tabiriyle birtakım “omurgasız”lar istediği ve sevdiği yerlerde konser vermesini engelliyor, hatta onu “tacize uğrayıp psikolojisinin çöktüğü mekanlara yazmaya” zorluyorlardı. Buraya yazamayacağım ama hissiyatını son derece iyi anladığım son cümlesiyse tarihe geçer nitelikteydi.
Aleyna Tilki de Melike Şahin gibi benim çok beğendiğim, son derece yetenekli bulduğum, geleceğinin çok parlak ve başarı dolu olacağını öngördüğüm gencecik bir pop şarkıcısı. Henüz reşit olmadan hayatımıza girerken izlenen pazarlama stratejisi doğrultusunda üretilen şarkı ve çekilen video klibin Aleyna’nın istikbaline faydadan çok zarar getirdiğini düşünsem de ilerleyen yıllarda rüştünü ispat etmek için çalışmaya ve üretmeye devam etti. Bu şarkıdan 6 sene sonra, Türkiye’de de faaliyet gösteren, dünyanın dev müzik şirketlerinden birince ciddi yatırımlar yapılan, Amerika’da İngilizce şarkılar kaydeden ve küresel pazara sunulan bir şarkıcının böyle bir video paylaşabilmesi mi yoksa videoda söyledikleri mi daha hazin bilemiyorum. Ama hem inanılır gibi değil hem de tam ülkemizin müzik sektöründe gayet beklenebilecek bir şey.
Halihazırda janrdan janra (bubblegum pop, elektro pop, klasik pop, arabesk pop, Türkçe pop, punk pop vs.) pop pop oynatılan, üzerinde durulan hiçbir taş yeterince ağır olmayınca bir sonrakine hoplatılan ve kanımca kariyeri doğru yönetilmeyen Aleyna, videosuna ek olarak yaptığı yazılı açıklamasında “beni çalıştıranların yanındaki sektörü domine eden sanatçılar da bu durumu en çok destekleyen insanlar, hem de çok iyi bildiğiniz isimler bunlar” derken çok önemli ve aslında temeldeki bir soruna parmak basıyor. Ülkemizin müzik sektörünün bu konularda neden iflah olmayacağını anlattığım 2,5 sene önceki yazımdan beri benzer birçok olay meydana geldi. Hiçbir şey değişmediği gibi bazı şeylerin daha da kötüye gittiğini görmek manidar.
Peki, sevgili sanatçı arkadaşlar, değerli sanatçı yoldaşlar… sizleri bu insanlarla çalışmaya kim ve ne zorluyor? Kariyerinizi yönetecek, prodüksiyonlarınızı yapacak, basın bültenlerinizi yazacak insanlarla kendi iradeniz dışında mı çalıştırılıyorsunuz? İstemediğiniz, sevmediğiniz, güvenmediğiniz kişilere menajerlik görevini ve sorumluluğunu teslim ederken neye inanarak veya ne bekleyerek bunu yapıyorsunuz? Gerek Aleyna’yı gerekse Melike’yi tenzih ederek, onların örneklerinden bağımsız, genel duruma ilişkin kangrenleşmiş bir sorundan bahsediyorum. Ülkemizde devenin boynu hiç düzelmiyor, ama pek çok şey değişiyor, evriliyor, gelişiyor ama bir müzikte bir de futboldaki rezillikler bitmek bilmiyor. Nedenlerini de sanırım herkes biliyor.
Müziğin başında, yani müziğin ekonomik piramidinin tepesinde sanatçılar yer alır. Her zaman en çok parayı onlar kazanır demiyorum, yaratılan ekonominin vanası onların eserlerinin ticarete sokulmasıyla başlar. Onların yazdıkları, kaydedip alenileştirdikleri sonra da canlı seslendirerek kitlelere ulaştırdığı müzikler ve sözler olmasa ne müzik sektör olur ne de sektör unsurları. Ve balık baştan kokar.
Sanatçılar kendi takımlarını kurarken asla şaşmaması ve esnememesi gereken dürüstlük, doğruluk ve düzgünlük ilkelerini önemsemediği, daha çok konser, daha çok para ve daha çok güç uğruna kararlarını verdiği sürece hiçbir şeyin değişmesi mümkün gelmiyor bana. Önce onlar elemeliler habis piyonları ve menajercilik oynayan serseri mayınları bünyeden teker teker. Beli silahlı pavyon kabadayılarından yalan tacirlerine, hayal satan dolandırıcılardan “aslanım-kaplanım-kralım-canım-tatlım-kraliçem”ci parti eşlikçilerine, kültürü kombucha mantarı zanneden lafazanlara kadar tamamını uzaklaştırmalılar çevrelerinden. Aralarından birinin tökezlediği anı, düştüğü kuyuyu fırsat bilip üzerine basmaktansa durup, yerden kaldırıp birlikte yürümeliler. Dayanışmayı sosyal medyanın süslü cümlelerinden indirip bileğine takarak, bazı olgular kendi profesyonel çıkarlarının veya maddi menfaatlerinin aleyhine de olsa dik durup doğrudan asla ve katiyen şaşmamalılar.
Ama bu bir ütopya ve yaşanabileceğini sanmıyorum. Halep oradaysa arşın burada, ama ne giden var ne ölçen. Bu böyle sürdükçe karga keman çalmaya, tilki borsa oynamaya, birlikte peynir yemeye devam ederler. Sonra ben anlamaz, sen anlamaz, o anlamaz.
Moğollar’a 27 sene öncesinden, dipten ve derinden bir selamla; biz anlamaz.