Belçika’da 4 kadın öldürüp daha sonra Türkiye’ye iade edilen bir şahıs burada üç yılda serbest kalmış, haberimiz olmamış ve “Burada güneşin ve denizin tadını çıkarıyorum” demiş! (BBC Türkçe’nin haberi)
Ehli keyif beyfendinin keyfini bozmadan müsaadesini isteyerek, “yıllardır güneşin ve denizin tadını çıkarmak” bir yana, toprakta olan dört kadın kimdi, kısaca sayayım:
25 yaşındaki karısı…
19 yaşındaki hamile kız kardeşi…
Eski eşi…
Eski eşinin annesi.
Nedir niyedir diye baktım mesela, Barış Pehlivan ve Murat Ağırel’in suçu böyle bir şey miydi diye?
Değilmiş. Kimseyi öldürmemişler.
“Haber” yapmışlar.
Gene baktım mesela, Osman Kavala’nın suçu böyle bir şey miydi, diye?
Uzun zaman olmuş hapse atılalı. Hatırlayamadım!
Sordum soruşturdum, öyle bir şey değilmiş!
İnanmadım, baktım mesela, Sedef Kabaş’ın suçlandığı böyle bir şey miydi, diye?
11 yıl hapis isteyen savcı da öyle bir şeyle suçlamamış.
Libya’da ölen devlet görevlisini “haber” yapanlar içeriye giriyor…
Libya’da görev yapıp ölmeyen ama maruz kaldıklarını iddia ettikleri aşağılamaları CİMER’e şikayet eden uzman çavuşlar anında ve yargısız ordudan dışarı atılıyor!
Işid’in sızmalarına karşı sınırı geçip peşlerine düşmüşken esir düşen astsubayı Genelkurmay da askerlikten düşürüyor, “Direnmedi, TSK’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin haysiyetiyle oynadı” diye... Ama benzer, hatta daha beter bir duruma düşen Genelkurmay Başkanı ise yükseliyor!
İmkân olsa da, bu adalet, hakkaniyet sistemini, insan haklarına duyarlı bir avukat olarak bir zamanlar biraz yakından tanıdığım, “Faili Meçhul Cinayetler ve Kayıpları Araştırma Projesi Koordinatörlüğü" yapmış, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi’nde çalışmış, Terörle Mücadele Kanunu mağduru çocuklar için uğraşmış, “Demokratik Açılıma Yurttaş Katkısı Platformu” kurmuş…
Daha yeni “kardeş acısı” yaşamış ve acısını, “Bir gün haber gelir vefat etti diye, düşünürsün; kardeşindi, yaşça büyüğün, abindi, yoklarsın kendini çok da fazla anı yokmuş hayatınızda. Hep elin üstünde oldu ama ses olmadı aranızda. Ah Yakup ah keşke o dediğimde gelseydin de bir nebze merhem olurdu ayrılığımıza. Mekanın Cennet Olsun” diye içindeki sesle dışa vurmuş…
“Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili” Mehmet Uçum’a sorsak.
Kardeş acısı için titremiş kalbine sorsak…
Onca zaman insan haklarına adadığı aklına sorsak…
En azından işte o yanına, muhakemesine, vicdanına, bir de “ah keşke, keşke” diyen iç sesine sorsak!
Kime sorsak, bilmiyorum tabii.
Oraya sorsak her şey adil, hakkaniyetli…
Buraya sorsak, hak huk guk!
Bunca kadının, onca çocuğun, şunca gencin, yazanın, çizenin, konuşanın, çalışanın, uğraşanın Anayasal haklarına güvenip güvenip durmadan sille yemek yerine “güneşin ve denizin de tadını çıkarabildiği”, sevenlerine sarılabildiği bir ülke olmak bu kadar zor muydu?
Bu soruyu, hakkaniyetle sadece şu son 20 yıl için de sormuyorum.
Nazım’ın hapsedildiği, Sabahattin Ali’nin öldürtüldüğü, İpekçi, Mumcu, Kışlalı, Sazak, Emeç, Doğan Öz, Anter, Dink ve onca bilinen, unutulan veya hiç önemsenmeyen ismin öldürüldüğü ömrümüzden öncemiz, her yaşımız ve son uçurumlarımız için toptan söylüyorum.
Böyle bir ülkenin “milliyetçi” lideri, Ana Muhalefet liderinin elektriğini keselim, diye tutturuyor her gün. Sanki şirket devlet şirketi!
Engelli olmasına rağmen, faturasını ödeyemediği elektriği hemen kesilmiş, ancak oğlu şehit olunca cenazeden önce alelacele açılmış anaları da görmüş, o çocukları öyle riyakârlıklarla gömmüş, gömmüş, gömmüş; şimdi de karanlığa ve soğuğa gömülen insanlarını, şirket arsızlıklarını silerek değil, “TRT Payı”nı iade edip ısıtmayı düşünen düşünceli devletin ülkesinde!
Geçenlerde, karısını ve iki çocuğunu öldüren Adem isimli bir vatandaş da “iyi hal indirimi”nden yararlanmıştı. Tabii, şimdilik af olmazsa çıkmaya ömrü yetmeyecek kadardı ama…
Avukatı ise, annesi ve kardeşleri babası tarafından öldürülmüş olan, hayattaki oğluydu!
Yaşadığımız her şey, biraz buna benziyor…
Bana Her Şey Seni de Hatırlatıyor Adem!
Ah keşke, ah keşke!