Kaptan Körk’ün yıldız seyir defteri, yıldız tarihi olmuş te
2019; gelin önce verelim sözü Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a:
“Yenikapı'da milyonların katılımıyla düzenlediğimiz her miting
ülkemizin ve milletimizin düşmanlarına karşı İstanbul'un adeta bir
meydan okuyuşuydu. Hedef 313 bin kişiyle bir enderun teravihi.
Bedir'de 313 mücahit vardı. Şimdi hep birlikte bu 313'ün yanına üç
sıfırı da koyarak, 313 binle Yenikapı Meydanı'nda enderun
teravihini Diyanet Vakfı'nın organizesinde orada yaşayacağız.”
Ardından uzatsın mikrofonu sevgili Yetvart Danzikyan Agos
gazetesinde dünyaca ünlü ekonomi profesörümüz Sayın Daron
Acemoğlu’na: “Kamu maliyesinin durumu daha da sorunlu; orada durum,
kamu kuruluşları aracılığıyla verilen örtük garantiler nedeniyle,
göründüğünden bile kötü olabilir. Her şey sağlıksız ve çok riskli
görünüyor. (…) Kredi genişlemesi durduğunda –ki eninde sonunda bu
olacak–, özellikle inşaat sektöründeki birçok şirketin
bilançosundaki sorunların ne kadar derin olduğu ortaya çıkacak. O
noktada Türkiye’nin orta ölçekli mi yoksa büyük bir sorunla mı
karşı karşıya olduğu daha kolay görülebilecek (sorunun küçük olması
ihtimalinin sıfıra yakın olduğunu varsayabiliriz).”
Agos demişken kulak verelim değerli meslektaşım Karel
Valansi’nin tümüyle haklı ve acı yakınmasına: “Şalom gazetesi THY
standına girsin diye çabaladık, olmadı. Şimdi de 2013 yılından beri
bulunan Agos’u ‘gereken lüzum üzerine’ kaldırıyorlar.”
Son olarak dönelim Sayın Genel Yayın Yönetmenim Ali Duran
Topuz’un ahiren partili cumhurbaşkanınca açıklanan yargı reformu
paketi hakkındaki keskin ve doğru saptamasına: “Hasılı, yargı
reformu belgesi, her satırı dökülen, bizi bir şeylere inandırmaya
çalışan bir siyasal baştan çıkarıcının metni. Kasti
adaletsizlikleri unutmamızı isteyen, meseleyi ‘yargı mensuplarının
cehaleti’nden ibaret gören bir baştan çıkarıcı bu. Belgenin
filigranında ‘yersen’ yazıyor!” Evet, affedersiniz bence de
hakikaten ve tam anlamıyla: “Yerseniz…”
Ve ekleyelim büyük harflerle: Tam beş yüz yetmiş sekiz gündür
cezaevinde tutulan Sayın Osman Kavala, “Gezi Davası” adı altında
nihayet 24 Haziran’da Silivri’de yeniden perdelerini açacak tiyatro
sahnesinde ilk kez yargıç karşısına çıkacak. Madem yargıda
restorasyon başladı, o zaman Osman Kavala ilk celsede serbest
kalmalı. Yetmez, tadilat niyetinde samimiyet varsa, derhal partili
cumhurbaşkanına hakaret ve terör propagandası suçları ifade
özgürlüğü öncelenerek yeniden düzenlenmeli ve partili
cumhurbaşkanının HSK ile AYM üyelerini atama yetkisi daraltılmalı.
Var mı öyle bir emare? Yok.
Sonra sadık amadenizden bekleyin ki, “yerseniz”, ister Neçirvan
Barzani’nin IKB Başkanlığı’nın anlamı; ister S-400 alımı, Idlip ve
Türkiye-Rusya ilişkileri; ister Öcalan’a avukatlarıyla görüşme
izni, Fırat’ın doğusu, olası barış süreci, Kuzey Irak’a harekât ve
Türkiye-ABD ilişkileri; ister Avrupa Parlamentosu seçimlerine dair
konunun uzmanı saygıdeğer meslektaşım Sezin Öney’in manşetleri
“Avrupa yeşerdi” ve “Avrupa parçalanarak, birleşiyor” konuları
üzerinden sizlere “dekriptaj” yapsın, dış politikanın yönelimi ve
yönetimi üzerine ahkâm kessin. Madem öyle isteniyor, “ad absurdum”
bir denemeyle sizlere bir “kupon” yapayım o zaman.
Neçirvan Barzani, Ankara’nın bölge siyaseti için potansiyel
kilit oyuncudur. Bağdat, Ankara, Tahran dengesini de gözetecek,
Vaşington’la ilişkileri de yakın tutacaktır. Sanılanın aksine
Mesrur Barzani’yle kısa ve orta vadede iktidar mücadelesi
yaşamayacaktır. Ankara’nın yapması gereken, bir an önce her ikisini
de Irak Kürdistan Bölgesi Başkanı ve Başbakanı sıfatlarıyla resmi
ziyaret için ayrı ayrı davet etmektir. Söz konusu mutasavver
ziyaretlerde öncelik, petrol ve doğal gaz kaynaklarının işbirliği
içinde değerlendirilmesine verilmelidir.
Moskova, S-400’ü Türkiye’ye itelemeden de, sadece füze
bataryalarının ucunu göstererek dahi, Atlantik İttifakı’na murat
ettiği zararı vermeyi başarmış, Idlip başta Suriye’de Türkiye’yi
kendi hizasına sokabilmiş, nükleer santral, liman imtiyazı, boru
hattı her türlü diplomatik avantajı kendi hanesine yazarak, belki
iki yüz yıldan bu yana ilk kez Türkiye’yi mutlak biçimde Rus
kapanına almayı neredeyse becermiştir. Moskova’nın beceremeyeceği,
Türkiye ulusal ekonomi gemisi batarsa, onu yeniden yüzdürmektir.
Erdoğan istediği kadar “baş döndüren” hızla kâh Trump’ı, kâh
Putin’i arasın, önünde ve dolayısıyla ülkemizin, hepimizin önünde
duran tercih, topyekûn iflâs etmek ve eksen değiştirmek ile S-400
almak arasındadır.
Akılcılık, Kürt meselesinde ve dahi ABD ile ilişkilerde işe,
SDG, PYD, YPG/YPJ yahut Rojava adına ne derseniz deyin, herkesin
neden söz edildiğini anlayacağı Fırat’ın doğusundaki Suriyeli Kürt
siyasal yapılanmasıyla temas kurarak başlanılmasını
gerektirmektedir. Zira, zoraki olarak Ankara’yla en derin
işbirliğine eğilimli olacak olan Suriyeli Kürtlerdir. Kandil
üzerinden Rojava’ya değil, Rojava üzerinden Kandil’e yönelmek ve
Öcalan’ın MİT’le sürdüreceği görüşmeleri etkin kullanarak hızla bir
“ateşkes” devşirmek mümkündür. Bu yaklaşım Ankara-Vaşington hattına
da işlerlik kazandıracaktır. O bağlamda yeni ABD Büyükelçisi
Satterfield’in de görevine başlaması fırsat olarak
görülmelidir.
Hindistan genel seçimlerinden sonra yerküremizdeki en büyük
demokrasi deneyimi olan 27+1 (yani Britanya) AB ülkesinde oy
kullanılan Avrupa Parlamentosu seçimleri, evet popülizmin
yükselişini teyit etti ama yeşil ve merkez/liberal demokrasi
güçlerinin de yeniden ağırlık kazandıklarını kanıtladı. Yeşillerin
yükselişinden esinle, acaba 23 Haziran seçimi için Sayın İmamoğlu
da, örnekse, Dr. Baran Alp Uncu’nun kaleme aldığı Yerel Yönetimlerde İklim Eylem
Planı’ndan yararlanmayı düşünür mü?
Ayrıca, aday ülke Türkiye siyasetini, “siz üyelik iddiasından,
serbest dolaşım talebinizden, gümrük birliğini güncellemek
niyetinizden vazgeçin, biz de size mülteci antreposuna dönüşmeniz
karşılığında para verelim ve demokrasinizin içe çöküşünü umursamaz
görünelim” yaklaşımına indirgemiş muhasebecilerin Avrupa Birliği,
sıkıyı görünce bizi iflâstan kurtarır mı? Öyle ya, “kurtarmazsan,
batarım ha!” demek de diplomasi sanatının bir parçası olsa
gerektir: “Kamikaze diplomasisi.”
Bizi kendimize rağmen batmaktan Almanya-Fransa ikilisinin
lokomotifliğinde AB kurtarmayacaksa, ancak IMF yani ABD kurtarır.
Yalnız unutmayalım, her iki seçenekte de “almadan vermek Allah’a
mahsustur” ilkesi geçerli olacaktır. Yani onlar imkânlarını
zorlayacaklarsa, bizim de biraz hatta epey bir ikram yapmamız
gerekecek. İnanmayana üç güncel satış rakamı: Sabancı, TEMSA'yı
182M TL bedelle İsviçre merkezli yatırım fonuna; nisan ayı
sonundaysa sırasıyla Yapı Kredi 529.4M TL ve Garanti 364.97M TL
tahsili gecikmiş alacaklarını, yine sırasıyla 16.32M TL ve 19.44M
TL bedelle sattılar.
Böylece bankocudan dış politika kuponunuz tamamdır: Hayırlı
kazançlar dilerim !