AKP, seçim barajını yüzde 7’ye indirdi, MHP’yi suyun üzerinde tuttu. Dar bölge, daraltılmış bölge şimdilik askıda, çünkü “aman Allah saklasın” Güneydoğu’da HDP’ye yarayabilir. Üstelik seçim kanunu değişirse, bir yıl seçim yapılamıyor. Öte yandan, Erdoğan üçüncü kez seçime girmeye kalkarsa, anayasaya takılacak. Dolayısıyla erken seçimin kararını kendi aldırmak zorunda. Ne kadar erken? Uygun görüldüğü kadar: Yani, seçim tarihine (atıyorum) bir hafta kala da olabilir, bir yıl kala da.
Erken seçim kararı için AKP + MHP çoğunluğu yetiyor mu? Yetmiyor. Öyleyse, CHP + İYİP muhalefeti bu hamleye karşı çıkıp, Erdoğan’ı “seçim dışı” bırakmayı mı dener? Muhtemelen “Erdoğan’ı sandığa gömmek” seçeneğini yeğler, tutarlılık adına, hülleli de olsa erken seçime onay verir. Vermezse ne olur? Erdoğan, YSK’dan, AYM’den dilediği yorumu çıkartır.
Seçim barajının yüzde 7’ye indirilmesi, CHP’yi İYİP ile seçim ittifakı yapmak ve ortak aday belirlemek zorunluluğundan “kurtarıyor” mu? AKP’ye yüz çeviren seçmen, ya sandığa gitmeyecek ya İYİP’ye dönüyor. CHP’nin İYİP’i yanında tutması, belki bir “mıknatıs” gibi CHP’nin İYİP’i merkeze yakın tutmasını da sağlıyor. Böylece İYİP kenara savrulmuyor. Demek ki CHP-İYİP birlikteliği sürecek.
Bu durumda CHP ve İYİP yine ortak aday belirler mi, belirlerse o aday kim olur? “Mansur” veya “Ekrem” seçenekleri, ya Ankara’nın ya İstanbul’un, belediye meclisi dengeleri bakımından, en az bir yıllığına AKP’ye “armağan edilmesi” demek. Ankara ile İstanbul’un siyasal önem ve “yağlı kuyruk” yönleriyle ağırlıkları farklı. İstanbul halkı, “biz seni İBB Başkanı olasın diye seçmiştik’ diyerek, gönül de koyabilir. Ankara belki ama İstanbul’un bir yıl sonra “geri alınmasının” güvencesi de yok.
Buna katılmayan, “bugünün işi hiç değil” diyen çok ama bana göre zaten “Ekrem” veya “Mansur”un aday olması ve olası seçim zaferleri, bir tür anayasal yahut yönetsel boşluk ortaya çıkarır. “İcraat yapmamak” kaydıyla, yalnızca “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e (GPS) geri dönmek” için seçilmiş izlenimi verir. Bu hatlarda kampanya yürütmek zor. “Karar-iddia-hamle” öne sürülerek, “özgül ağırlıkla” değil, “atama” yoluyla belirlenen adaylık izlenimi sakıncası da var. CHP ve İYİP genel başkanlarıyla zoraki oluşturulacak “alt-üst” veya “emir-komuta zinciri” sıkıntısı da.
Ayrıca, hesaplar iki turlu başkanlık seçiminde, seçimi ikinci tura taşımak üzere. Ancak milletvekili seçimleri ilk turda bitecek. Böylece, TBMM’nin yeni yapısı ikinci tur başkanlık seçiminde kullanılacak oy tercihlerine de ama bilinçaltı ama rasyonel olarak etki edecek. Diğer taraftan, başkanın CHP-İYİP destekli olup, TBMM çoğunluğunun AKP-MHP’de kaldığı bir olasılık da var. Bu olası durum gerek GPS’ne geçmekte, gerek icraatta (bkz. İBB) halkın arzu etmeyeceği bir “kilitlenme” durumu da yaratabilecek.
İki turlu sistemde, ikinci turda “mühür”, göğsünü gere gere gönülde yatan aslana basmak için değil, belki daha ziyade “beterin beteri” görülen adayı elemeye yönelik basılıyor. Buna karşılık bir de tepkiyi siyasetten sırt çevirmek, tüm “kirli” düzeni olduğu gibi mahkûm ve teşhir etmek amacıyla sandığa gitmemek seçeneği var. Bu olasılık, yerleşik ve gelişmiş Batı demokrasilerinde olduğu (örnekse son Fransa seçimlerinde genç nüfusun yüzde 85’e varan oranlarda “devamsızlık” yapması) gibi “bireysel” veya “yukarıdan” yapılacak çağrıya uyarak “kitlesel” olarak da gerçekleşebilir.
Sağdan çarp, soldan topla geldik kaçınılmaz biçimde Kürt ve HDP oylarına. KONDA Genel Müdür Bekir Ağırdır, bence çok önemli bir saptamayla, gelecek seçimde HDP’nin sözde “emanet” oyların geri dönmesiyle yüzde 10'un altına inmeyeceğini, aksine “Z kuşağı/metropol” Kürt oyların eklenmesiyle, yüzde 15 oranını yakalayabileceğini belirtiyor. Üstelik “Osmanlı’da oyun bitmez” şiarıyla bir yıldır kurdurulmayan Yeşiller ve PİA gibi partilerin potansiyel seçmeni de tepkisini HDP’ye yönelerek gösterebilir.
Eş Genel Başkan Mithat Sancar ve Edirne’de hepimiz adına çile dolduran Selahattin Demirtaş, HDP’nin 27 Eylül’de açıklayacağı “tutum belgesi” veya yapacağı “deklarasyon” içeriğinin önemine dikkat çektiler. Bizatihi bu tür bir metnin kamuoyuyla paylaşılacak olması, HDP’nin “siyaset yapma” kararlılığını ve herhalde artık “bıçağın kemiğe dayandığını” gösteriyor. CHP-İYİP, “yaw şimdi heh heh, bütün bunlar hep olurrr, biz burdayısss...” diyerek HDP’nin açıklayacağı tutum belgesini görmezden gelebilir mi?
CHP ve İYİP, çoğunlukçuluğun karşısına çoğulluğu ve çoğulculuğu, devlet tapıncının karşısına eşit anayasal yurttaşlığı koymaktan çekinen bir görünüm veriyor. Kimlikçi siyasetin kötülüklerinden kaçınmanın yolunu kimlikleri hepten gizlemekte arıyor. “Yerlilik ve millilik” diye dayatılan “vasatın tasallutunun” karşısına evrensel doğruları koymaktan sakınıyor. Böyle olunca “bu halk, affedersiniz Alevi adaya oy vermez” varsayımı yanıtsız bırakılmış oluyor. Bu bağlamda hakkını verelim, biricik kadın lider Akşener’in kadınlar voleybol maçına gidip, o dolayımla Ebrar Karakurt’a sahip çıktığını dışa vurması bu çorak ülkede değerli bir çıkıştı.
Önümüzdeki musalla taşına uzanmış yatan mevta bize anlatıyor ki, gelecek seçim “ceteris paribus” koşullarda değil, “Cumhuriyet 2.0” hedefiyle yapılacak. Başka deyişle, Batı demokrasilerinin (bu hafta sonu Almanya ve 2022 sonbaharı Fransa gibi) “lüksleri”, o lükslere olanak tanıyan ortak anlatı ve hukuk devleti zeminleri bizde yok. “Yüzüncü yılında cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırmak” iddiasının altını, onu bir vizyona dönüştürecek biçimde doldurmak, bunu dile getirmekten çok daha zor. Zorluğun basit güncel bir dışavurumu, başı örtülü kadın subaya gönenip, dualı diyanetli Yargıtay açılışına yerinmekte görülebilir.
Betimlemeye çabaladığım burulmanın (ki “burulma” kurulu bir zemberekteki enerji birikimini de çağrıştırır) dış politika ve ulusal güvenlik politikaları semptomları da var. İslâmcı x milliyetçi ve sivil x (asker dahil) bürokrasi arasında “kim dümende kim kürekte” sorusu ortada. İçerideki (aslında yapay) kimlik arayışı, dışarıya da bir “fırıldak kakofoni” olarak yansıyor. MSB Akar’ın çakmak bakışlarla ABD’ye (mealen özetle) “bize muhtaçsınız” atarı, anti-emperyalizmi, tam bağımsızlığı veya efsunkâr bir liyakatı değil, çaresizliği ve iç tüketime yönelik bir homurdanmayı anlatıyor. CHP-İYİP, hiç yoktan sınırötesi ve denizaşırı askeri harekâtların akıbetini kendileri bugün iktidardaymış gibi düşünmek zorunda.
Erdoğan, 35+ yaşlarındaki deneyimli bir pivotun son maçları gibi, en azından normal süreyi başa baş getirmek için, blok yapıyor, boyalı alana girip sayı üretiyor, faul haklarını yerinde kullanıyor. Muhalefetin bu devinime karşılık gelen, yıldıran bir savunma presi, rakip takımın gardını düşüren, sürekli ceza kesen bir üç sayı ortalaması sanki pek yok. Maçı daha maça çıkarken, henüz maç oynanmadan, takım kurgusuyla kazandığı izlenimi de yine herhalde pek güçlü değil. Tavlada “çabuk oyna, yanlış oyna” denir, güreşte “zor oyunu bozar”. Cebelitarık karşısında ilk yarıda gol atamasanız da maçı alacağınızı “bilirsiniz” de, Hollanda’dan golü ilk dakikalarda yerseniz, zaten o anda yenilirsiniz.
Yukarıdaki yalın gerçekler üzerinde uzlaştıysak, tepeden bakıp dudak bükerek “sen daha anlamadın mı”, “tatava yapma, bas geç”, “fikir istemiyoruz, oy istiyoruz”, “şimdi siyaset zamanı değil”, “asla oyuna gelmeyeceğiz”, “tıpış tıpış gelip, oyunuzu vereceksiniz” hatta “bağrınıza taş basacaksınız” önermeleri ne denli geçerli? Bunun, bir dönemin pop hiti gibi, “benimle oynama söyledim sana / şansını zorlama uğurlar olsun” yahut “dediler ‘başkan geliyor kaldır’, dediler ‘başkan geliyor’, ben de ne yaptım, sonunda isyan ettim, dedim…” olasılığı hiç mi yok? Oyuna mı geliyorum yine yoksa?
*Teknik ayrıntılar için, anayasal konulardaki akıl hocam değerli dostum ve köşe komşum Murat Sevinç’e danıştım. Siyasal değerlendirmeler ve varsa yanlışlar tabiatıyla tümüyle bana ait.