Uzun zamandır yurtdışında çalışmalarını sürdüren opera sanatçımız soprano Pervin Chakar, Cumartesi günü Almanya’da Evangelische Akademie Bad Boll’da piyanist Melis Ertürk eşliğinde verdiği konserde, Ukrayna’da süregiden savaşta yaşamını yitiren veya sıcak yatağını terk edip bir gece yarısı tamamen yabancı bir ülkeye sığınmak zorunda kalan mülteci çocuklara atfen Ukraynaca bir ninni söyledi: “Ой ходить сон, коло вікон”.
“Ah, pencerelerin yanında uyku var. Geceyi nerede geçireceğiz. Ev nerede sıcaksa geceyi geçirmek için oraya gideceğiz,” diyordu ninnide.
Ninniler bebeklere ilk sözcüklerini öğretip dil becerilerini hazırlarken, insanlığa da çocukluk çağlarında elde edildiği varsayılan bilişsel ve duygusal gelişimi anımsatıyor. Ninniler, bir eğitim materyali olmasının yanı sıra çatışma dönemlerinde çocukluğun saflığını ve çocukların barış içinde yaşama hakkını anımsatan bir “kültürel çağrı” olarak da büyük bir insanlık materyaline dönüşebiliyor.
Cumartesi günü ise, pencerelerinin yanında uykunun beklediği çocukları, bu ahlak yoksunu dünyada bomba ve uçak seslerinin sonsuz işkencesinin ortasında rüyaların şefkatli kollarına sürüklemesi gereken bu ninni, sahnede devleşen bir barış elçisi olan Pervin’in güçlü sesinde hüzün ve duygudaşlığa büründü.
Kendisinin ayrı bir anaçlıkla örülü güçlü sesi, belli ki bir anne olarak isyanını bastıramıyor, bir müzisyen olarak kırılganlığını ve çaresizliğini gizleyemiyordu.
Pervin, ne müzakere masasına davet edilmişti ne de sahada savaşan tarafları ikna edecek bir pozisyonu vardı. Elindeki tek gücü, Orta Doğu’nun kadına yüklediği dayanıklılık ve güç kodlarından aldığı motivasyonla başka bir coğrafyaya dair geleneksel ezgileri kullanmak, mağdur tarafa güç vermek, müziğin sağaltıcı gücünü anımsatmaktı.
Pervin’in dengbejlik geleneğinden, kilamlardan, stranlardan beslenen ve tüm bu kültürel kodlarını klasik müzik ve operayla derinleştirmiş olan müzikal hazinesi, Ukrayna ezgilerinin gamlarıyla dans ediyor, melodik ifadelerin içine hüzün katıyordu.
Zaten bu çağın musibetleri karşısında duygularını çekinmeksizin ifade edebilen, acıyı ortaklaştırabilen birinin hüzünlenmemesi mümkün mü? Çünkü Lev Tolstoy’un da söylediği gibi, “tüm savaşlar iç savaştır, çünkü tüm insanlar kardeştir.”
Ve savaş, çocuklarda derin ve kalıcı yaralar açıyor.
Sadece bir hafta içerisinde 500 bin çocuk sıcak yatağını, oyuncak dolu odasını terk etmek zorunda kaldı.
Çiçekler büyük bir nefret iklimi ortasında çürüyor, gül bahçeleri kuruyor, barışa uzanan zeytin dalları kırılıyor, ağaçlar cayır cayır yanıyor, tüfekler patlıyor, insanlar açlıktan kıvranıp susuzluktan çamurlu suları kana kana içiyor, gözü yaşlı babalar umut trenlerine çocuklarını teslim edip yaşamla vedalaşıyor.
Arka fonda ise zamansız ninni bulutları göğü kaplıyor. Acı çeken insanların kalplerine umut verme, umuda hasret gözlerin yaşlarını silebilme hasretiyle...
Ondan birkaç saat önce ise dünya çapında 29 ülkeden 94 keman sanatçısı, kimi Ukrayna’daki sığınaklarından, Verbovaya Doschechka isimli bir geleneksel halk şarkısına kemanlarıyla can verdiler. Londra Senfoni Orkestrası’ndan Oslo Filarmoni’ye, Tokyo Senfoni’ye, Münih Oda Orkestrası’na dek dünyanın önde gelen kemancıları adeta “tek ihtiyacımız olan şey müziğin kollarında ebedi barış” dediler.
Müzik neydi? Müzik, savaşın inkarıydı, yaşamın ta kendisiydi. An olur müzik dışında hiçbir şey insanlığı rahatlatamaz. Müzik, vahşeti, savaşı, acıyı kanıksamamak, bunu normalleştirmemek, eski güzel günlere dönmek için iksirdir, panzehirdir.
Bir barış şarkısını beraber söyleyen, bir klasik müzik eseri karşısında beraber susup beraber alkışlayan insanlar, barışı kurma ve koruma konusunda yalnız olmadıklarını bir kez daha görürler ve bu “ortaklaşma”nın müziğin verdiği ilhamla yaratılması son derece değerlidir.
Müzikle yaşayan, müziği işleyen, müziği dokuyan ve müzikle nefes alıp varoluşunu bunun üzerine kurgulayan insanlar, birlikte müzik yaparak barışın sesinin evrenin her bir noktasından duyulması için çabalıyorlar. Barışı yaratmada müzik elbette tek dinamik değil; ancak sanatçı, barışın inşasında önemli bir tuğla koyar.
Birkaç gün önce, Kiev Klasik Orkestrası’nın Kiev’in Özgürlük Meydanı’nda savaşın gölgesinde verdikleri resital de tam olarak böyle bir şeydi.
Tıpkı 2010 yılında etnomüzikolog ve müzisyen Mehtap Demir, İsrailli şarkıcı Yasmin Levy ve Yunan şarkıcı Giota Nega’nın Türkiye, İsrail ve Yunanistan arasında ortak bir müzik kültürü üzerinden dostluğun temellerini atmak için kurdukları Benim Tatlı Kanaryam topluluğunun oluşmasına katkıda bulundukları kültürler-arası diyalog zemininde olduğu gibi...
Veya 1975 yılında Venezüella’da ekonomist ve müzisyen José Antonio Abreu’nun başlattığı, yoksulluk ve suça eğilimle mücadelede klasik müziğin bir araç olarak kullanıldığı El Sistema projesinde olduğu gibi. Venezuela’da dezavantajlı ailelerden gelen çocukların ücretsiz müzik eğitimi almasını ve orkestra içinde müzik yapmalarını sağlayarak onların suç ortamlarından uzaklaşmasını sağlayan ve kişisel gelişimlerine katkıda bulunan El Sistema da, daha sonra Türkiye’ye dek yayılan ve Barış için Müzik projesinde hayat bulan vizyoner bir sosyal dönüşüm hareketiydi.
Arjantin doğumlu İsrailli orkestra şefi ve piyanist Daniel Barenboim de müzik aracılığıyla barış ruhunu inşa etmeye çalışan müzisyenlerden biriydi. Arap ülkeleri ve İsrail’den 14-25 yaş arası müzisyen gençleri bir araya getirerek kurduğu ve aralarında Türk müzisyenlerin de bulunduğu Batı-Doğu Divan Orkestrası'nın şefliğini yapan BM Barış Elçisi Barenboim, İsrail-Filistin barışı için büyük çaba harcamış, konser için Gazze’ye kadar gitmiş, barış için örnek oluşturmak adına Filistin vatandaşı bile olmuştu.
Barenboim, Divan Orkestrası’nı, “cehalete karşı bir proje” olarak tanımlamış ve bu şekilde insanların birbirleriyle aynı fikirde olmasalar bile şiddete başvurmayacakları bir platform yaratmak istemişti. Müzikle silahlar elbette dünden bugüne susmazdı ama reelpolitiği müzik alanına da aktararak, tüm uluslararası hassas dengelere karşın insanlar arasında olduğu gibi devletler arasında da kalıcı bir barış iklimi ortak bir çabayla tesis edilebilirdi.
Barenboim’in Filistinli düşünür Edward W. Said ile 2012 yılında kurdukları Barenboim-Said Akademisi de Ortadoğulu müzisyen gençlere yönelik gerek müzik bilgisi gerekse entelektüel gelişimi önceliklendiren bir diğer değerli projeydi.
Tekfen Filarmoni Orkestrası 23-24 ve 26 Mart günlerinde İzmir, Ankara ve İstanbul’da vereceği konserlerin gelirlerini Ukrayna’daki çocuklara yardım amacıyla UNICEF Ukrayna Acil Durum Fonu'na aktarma kararı aldı. Konserlerde eserler iki büyük Rus besteci olan Rachmaninov ve Prokofyev’e aitken, solist ise çok yetenekli bir piyanist olarak kabul edilen Ukraynalı Alexander Romanovksy. Savaşın anlamsızlığını müzikal referanslar üzerinden anlatmanın ne kadar etkili bir yolu, değil mi?
Müzik, savaşın anlamsız, zalim ve yıkıcı yüzünün suskunluğunu yıkan bir araç. İmkânsız uçurumların kenarında yaşayan insanları hayata, gerçekliğe, samimiyete, dostluğa ve kardeşliğe bağlayan bir payda. Bombaların arasında unutulmuş su birikintisini, insanlık için aynaya dönüştürür. Dönüştürür ki insanlık yeniden farkındalık geliştirsin, unuttuğu değerleri aynada görüp bir şeyler yapmak için harekete geçsin. Müzakere etsin. Konuşsun. İnsafsız savaş tamtamlarının kulağına dostluğu haykırsın. İnsanlığa, kaybettikten sonra anımsatsın barışın önemini...
Başka ülkelere sürgün edilirken, sınırda eksi beş derecede üşüyen omuzlarını nakaratlarla örtsün, evini aniden terk ederken yatağının kenarına düşürüp unuttuğu pelüş ayısını anımsadıkça hıçkırıklara boğulan kız çocuğuna ninnilerin ezgisi teselli olsun. Gözleri eksik yaşanmış baharlarla kaplı delikanlının eline hiç yakışmayan ve acemice kavradığı uzun namlulu silah, çelimsiz ruhuyla büyük bir tezat oluştururken, savaşlar kötü kalplerin cehennemi, müzik ise umudun, insanlığın, barışın meleği olsun.
İnsanlık, müzakere masalarında kendisinden mümkün olduğunca az şey vermeye o kadar alışkın ki, bazen küçük bir sanat topluluğunun veya bir müzik sahnesinde tek başına bir sopranonun notalarla haykırdığı gerçeklik, ona, savaş tamtamlarından arınıp ve konfor alanından çıkıp bu yaratılan kaosa, işgale, yurtsuz kalışlara ve sürgünlere “dışarıdan” bakma olanağı veriyor.
Sırf belirli bir milletten olduğu için orkestra şefliğinden men edildiğinde veya sırf yüzyıllar önce yaşamış bir besteci konser programından çıkarıldığında, müzik pes etmiyor, kin tutmuyor, eli hiç kana bulanmıyor, eve dönüş yolunu bulamayan kocaman çocukların artlarına bıraktıkları ekmek kırıntılarına dönüşüyor.
Müziğin notaları sona ererken, son tesellimiz belki de son umudumuz oluyor. Nasılsa her şey eninde sonunda barışa varıyor. İyi ki herkesin içinde müzik var.
"Bir şey vardı Prometeus, bir şey vardı. Bu küçük insancıkların, onları saran nefret ve dehşetin içinde yaşamaya devam etmesini sağlayan şey.'
...
'Umut,' dedim. 'Sonsuz umut.' " (Ateş Hırsızı, Terry Deary)