Barışmak ve helâlleşmek mecburiyeti

Çilekeş insanların kendilerine özgü damıtılmış, saygın bir bilgeliği, çelebiliği oluyor. Tesadüfen tutuklanmasından hemen önce Diyarbakır’da sohbet olanağı bulduğum Dr. Mızraklı bunlardan biri. Sık sık ellerini ellerimin üzerine koyarak, gözümün içine bakarak, gülümseyerek, sözcüklerini tartıp, özenle seçerek, sakin sakin barışın nasıl örülebileceğini anlatmıştı, teskin ve teselli edici bir üslûpla.

Aydın Selcen yazar@gazeteduvar.com.tr

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan Brüksel’de Avrupa Birliği’nin tepe yöneticileriyle yasadışı göç konusunu görüşürken, Osman Kavala aynı gecenin yarısında yasal zorunluluk olarak özgür kalmamasını teminen hakkında inandırıcılığı bulunmayan bir casusluk suçlamasıyla tekraren tutuklanıyordu. Bakınız bir başlangıç cümlesinin içine ne çok öge bir arada sıkıştı. Kendi kendimle dalga geçmek istesem “anlam deryası” derdim.

Göç, yasa içi olursa buyurun göçün. Yasadışı göç yasak. Ama sığınmak hak. Göçmen olmayıp özel statüye sahip uzun süreli konuk da olabilirsiniz. Kapılar açılabilir ancak göçe zorlama olmaz. Plastik mermi, biber gazı savunma amaçlı meşru. Bir tarafın savunması, diğer tarafın geri itmesi. Geri itmeyle etkin mücadele Polis Özel Harekât’ın işi. Yunan sınır güçlerinin gaz kullanımı ahlâksızlık. Ama 8 Mart Kadınlar Günü’nde gaz kullanımı toplumsal olaylara müdahale kapsamında.

AB stratejik körlükle Türkiye’ye tam üyelik perspektifi sunmuyor. Aynı AB Türkiye’ye göçü durdurması için mali yardım yapacak. Yani konu tamamen duygusal. Türkiye AB’yi yasadışı göçmenlerle rahatsız etmeyecek. Bulgaristan’a göç teşviki yok. Yunanistan’a var. Deniz yolu tehlikeli. İnsancıl yasadışı göç karayolundan. Yunanistan AB sınırı. Yunanistan’a önerilen geçiş yolunu açıp, yasadışı göçmenleri AB içlerine salması. Ki, Brüksel daha yakından hissetsin baskıyı. Böylece Türkiye’ye mali yardım hem artsın, hem hızlansın.

İçişleri Bakanı Soylu’ya göre kadın hakları, insan hakları, ifade özgürlüğü, çevre konuları ve barış talepleri terör örgütlerince örtü haline getirilmiş kültürel terörizmin parçaları. Dolayısıyla bakanın mücadelesi demokrasi ve hukuk devleti kapsamında terörle. Sayın Bakan, medya mensuplarına “sen” diye hitap ederek, çıkışmayı yeğliyor. Bakan, medyaya böylesine çetrefil ve hassas konularda haberlerin nasıl yazılacağı ve bu konularda soruların nasıl sorulacağı konusunda eğitim verilmesinin planladığını da duyurdu.

Yüzde altmışüç küsur oyla seçilmiş Diyarbakır Belediye Başkanı Dr. Mızraklı’ya neredeyse on yıl hapis cezası verildi. Neden? Sormak, gazeteciye tarafını sorgulatabilir. Kavala casus ise, Diyarbakır’da sağaltıcı elleriyle dokunmadığı aile kalmamış bir hekim olan Dr. Mızraklı’ya da on yıl azdır bile denilebilir.

Idlip’te, nihayetinde gelip Moskova’da üç satırla kağıda geçirilen gelişmeleri şuradan derli-toplu izleyebilirsiniz. Yani nedir, artık Türkiye’nin kendi yeni Idlip cebinin sınırları, denetimi Rusya eliyle Şam’a devredilen M4-M5 karayolları. Tutulabilirse Idlip yerleşim merkezi de geçici bir barınak. Ancak o da zor, zira ölüm korkusuyla bir milyon dolayında sivil sınıra yığılıyor. Aralarında dünyanın en ürkütücü, en köktenci teröristleri de var mıdır? Sormamalıyım, sakıncalı olabilir.

Sağlık Bakanı Koca kamuoyunu yatıştırıcı açıklamasında “bundan sonra gelirse virüs ancak yurt dışından gelir” dedi. Çevresinde korona salgını yayılan ülkemiz yine yalnız ve güzel. Belki de dört bir yanda patlak veren korona salgını, şairin “iman dolu göğsüne” benzettiği serhatten sekip, geçecek.

Hazine ve maliyeden sorumlu bakan Albayrak ise “Uşak İş Dünyası Buluşması" programında yaptığı konuşmada, "tüm dünyada kıyamet koparken ocak ve şubat rakamları çok iyi sinyaller veriyor” dedi. Küresel korona salgını sınırlarımızdan giremezken, demek hem o salgın, hem petrol fiyatlarındaki düşüş, hem FED’in faizi sıfıra doğru çekişi gibi nedenlerin yarattığı küresel ekonomi paniği de yine bizi teğet geçiyor.

O arada yeni havaalanının metrosu 300 metre kısa kalmış. Denk getirilememiş hat menzil-i maksuda. Dünyanın en büyük havaalanını ıskalamak maharet sanki ama onun da çözümü hazır. Elektrikli özel yapım araçlara aktarmayla yeryüzünden varılacakmış terminale.

Durun gündem Idlip’ti. “Bahar Kalkanı” harekâtının başladığı, başlamasının üç gün ardından duyurulmuştu. Bittiği ise resmen açıklanmadı sanırım. Moskova Ek Protokolu’nda askeri faaliyete son, terörle mücadeleye devam deniyor. 54 şehit verildi Idlip’te.

Gündem Idlip, ama bir yandan Trablus’a da bağlı. Zira Moskova’da bu konunun açıldığını resmi kaynaklar paylaştı. İşte Fransa Cumhurbaşkanı Macron, General Hafter’i kabul etti ve petrol ambargosunu kaldırmasını istedi. Ancak Hafter, ambargonun onunla ilgisi olmadığını belirtip, Fransa’nın desteğine “merci” diyerek memnun ayrılmış Paris’ten.

Libya’da şehit olan MİT mensubu albayın cenazesini haberleştirmek suçundan siyaset yelpazesinin çeşitli renklerinden gazeteciler tutuklandı. Böylece çember genişledi, hepimize gözdağı verildi. Çağlayan’daki fotoğraflara bir bakın. Milletvekili Ahmet Şık, Oda TV-Cumhuriyet, Yeniçağ ve Yeni Yaşam hepsinin ayrı ayrı gitmiş yanında duruyor. Fakat Oda TV-Cumhuriyet, Yeniçağ ve Yeni Yaşam’ın yan yana duramadığı görülüyor.

Brüksel, Edirne, Idlip, Moskova, Diyarbakır, Paris, Libya derken mikrofonlarımız şimdi Suudi Arabistan’da. Veliaht Prens MbS, darbe şüphesiyle yine bir prens silkeleme operasyonu yaptı. Durmadı üzerine Rusya’yla anlaşamayıp, ham petrol vanalarını açtı. Fakat bir bilgi: Rusya’nın bütçesini denkleştirmesine yeten varil fiyatı yuvarlak hesap 40, Suudi Arabistan için ise 80 ABD Doları. Üstelik Aramco hisseleri de çöktü. Rusya ise kendi açısından ABD’nin kaya petrolünü şimdilik pazara sunulamayacak denli pahalı kılmış oldu.

Her Türk asker doğar. Rizespor başkanı, hocası, oyuncusu tam takım asker üniformasıyla çıktı son maçlarına. Moskova Protokolu’yla bitmiş olması gereken “Bahar Kalkanı” harekâtına destek amaçlıydı bu eylem. Belki diplomatik zafere destek amaçlı düşünülse silindir şapka, jaketatay ve elde dolmakalemle de sahaya çıkılabilirdi, monşer kılığında. Ama öylesi bir espri arzulanan etkiyi yaratmazdı.

Şöyle yazmış eski AİHM yargıcı Büyükelçi Türmen: “Valiliğin yasaklama gerekçelerinin arasında, ‘savaşa hayır’ demenin ‘milli, vicdani ve insani değerlere’ aykırı olması var. Başka bir deyişle, Türkiye’de savaşı desteklemek, ‘milli, vicdani ve insani değerlerimize’ uygun, ama barışı savunmak bu değerlere aykırı. Oysa, barış içinde yaşamak bir insan hakkı.”

Sahi, bir milletin cibilliyeti yani yaradılışı olur mu? Ulusal kimliğin içine doğulan değil de hayâl edilmiş, öğrenilen ve devletin meşru zor araçlarıyla benimsettiği bir kimlik olduğu varsayılırsa olur. Bir büyük barışı, barışmayı, kucaklaşmayı tasarlamak, kurmak; insan gibi, yan yana değil iç içe huzur içinde yaşamak bizim cibilliyetimize aykırı olabilir mi? Olamaz. Olmamalıdır herhalde.

Çilekeş insanların kendilerine özgü damıtılmış, saygın bir bilgeliği, çelebiliği oluyor. Tesadüfen tutuklanmasından hemen önce Diyarbakır’da sohbet olanağı bulduğum Dr. Mızraklı bunlardan biri. Sık sık ellerini ellerimin üzerine koyarak, gözümün içine bakarak, gülümseyerek, sözcüklerini tartıp, özenle seçerek, sakin sakin barışın nasıl örülebileceğini anlatmıştı, teskin ve teselli edici bir üslûpla.

O çelebi bilgelerden bir diğeri de Sırrı Süreyya. Kızının yazdığı mektuptan onun “mutlunun mutsuza borcu var” sözünü okuduğumda gözlerim dolmuştu. Geçen gün bana zaman ayırma inceliğini gösterdi. Onu dinlemek kütüphanenin bir rafını bitirmek denli eğitici. Sözün bir yerinde “yüzleşme” yerine, Doğu’ya özgü olduğunu vurguladığı “helâlleşme” kültürüne değindi. Bu bana İspanyolların “unutma sözleşmesini” çağrıştırdı. Ne diyordu şarkıda: “Nasıl da paylaşıyor insan isterse / Nasıl da birmiş meğer hasretler / Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye.”

Uzlaşmaya, barışmaya, helâlleşmeye mecburuz. Nasılı zor. Çünkü içtenliğimizin karşısında tehdit ve lütuf var.

Tüm yazılarını göster