Barzani'nin kırılgan referandumu: Korkuyu beklerken
Günün sonunda, IKBY'nin düzenleyeceği bağımsızlık referandumuna karşı olan ülkelerin pozisyonları bu sürecin nasıl yönetileceğine bağlı olarak anlam kazanıyor. Irak'ın yeni kriz ve çatışmalara tahammülünün olmadığı ortada. Referanduma karşı olan ülkelerin sürecin bu şekilde kanlı sonuçlanacak bir yöne savrulmasını arzu ettiklerini sanmıyorum. Ancak, yönetilebilir bir krizin hem Barzani hem de ABD için arzu edilebilir bir duruma işaret ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Burak Bilgehan Özpek (*)
Irak Kürtleri ilgi çekici tarihsel tecrübelere sahiptir. Diğer ülkede yaşayan Kürtlerden farklı olarak, daha istikrarsız ve uluslararası sistem ile dengesiz ilişkiler kuran merkezi hükümetlerle uğraşmak zorunda kaldılar. Bu durum onların, hayatta kalma kaygısı ile bağımsızlık ilanı gibi farklı uçlarda savrulmalarına sebep oldu. Dolayısıyla, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin (IKBY) 25 Eylül tarihinde düzenleyeceği referandum ve sonrasında yaşanabilecek olası senaryolar, Irak Kürtlerinin yirminci yüzyıldaki tarihinin tekerrür ettiği izlenimi yaratıyor. Oysa siyasi aktörlerin, geçmişte yaşanan acı tecrübelerden ders çıkarttığını düşünmek gerekir. Tarihi, kendisini tekrar eden ve aktörlerin etkilerinden bağışık bir olgu olarak ele almamalıyız. Kısır bir döngü içerisinde, benzer hüsranlara uğramak Irak Kürtlerinin kaderi olmayabilir. Bu açıdan bakıldığında, IKBY Başkanı Mesut Barzani'nin referandum çağrısını genetik bir tutku olarak ele almak ve onu rasyonaliteden azade düşünmek bizi yanıltabilir.
Bu meseleyi ele alırken bizi bekleyen başka bir tehlike ise gri zeminleri görmezden gelerek yorum geliştirmektir. Referandumun, Irak Kürtleri için bağımsızlık veya savaş dışında başka seçenekler sunabileceğine de odaklanmalıyız. Benzer şekilde, devletlerin pozisyonlarını sınıflandırırken, bağımsızlıktan yana veya bağımsızlık karşıtı gibi net ifadeler de yanıltıcı olabilir. O halde, bahsi geçen ön-kabulleri sorgulayarak referandumun ne için düzenlendiği ve nasıl sonuçlar üretebileceği konusunda bir fikir sahibi olabiliriz.
Barzani Gerçekten Bu Kadar Akılsız mı?
Kesinlikle değil. Gerek merkezi Irak hükümeti, gerek komşu ülkeler gerekse Amerika Birleşik Devletleri bu referanduma karşı iken Barzani'nin bağımsızlık referandumunda ısrar etmesinin mantıklı sebepleri var. Öncelikli olarak sıklıkla tekrar etmeliyiz ki; 25 Eylül günü yapılacak olan referandum sonrası Irak Kürt bölgesi hemen bağımsızlık ilan etmeyecek. Bu referandum, bağımsızlık ilanının gerektiği takdirde uygulanması için verilen siyasi ve hukuki bir onay mahiyeti taşıyor. Dolayısıyla, referandum ile bağımsızlık ilanı arasında bir marjın var olduğunu aklımızda tutmamız gerekiyor. Bu marj Barzani için önemli bir manevra alanı sağlayacak gibi görünüyor.
İlk olarak, referandum süreci Barzani ve KDP çevrelerinin son bir kaç yıldır iç politikada yaşadığı meşruluk krizine derman olabilir. Zira, 2013 yılında görev süresi biten ve daha sonra görevi 2 yıl uzatılmasına rağmen 2015 yılında pozisyonunu terk etmeyen Mesut Barzani eleştirilerin hedefi olmuştu. Irak Kürt siyasetini belirleyen 3 siyasi güç merkezinden bahsedebilir. Bunlardan bir tanesi Barzani'nin Kürdistan Demokratik Partisi (KDP). Diğerleri ise Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile ağırlıklı olarak bu partiden kopanların oluşturduğu Goran Hareketi. Bu partiler arasında kökleri 1960'lı yıllara kadar uzanan ideolojik ve yöntemsel farklılıklar var. Barzani ailesi, feodal, muhafazakar ve dindar bir çizgiyi temsil ederken, Celal Talabani'nin öncülüğünü yaptığı daha sonra KYB'ye dönüşen ve Goran'ı doğuran çizgi ise şehirli, ilerici ve seküler bir anlayışı benimsemiştir. Dolayısıyla, 2015 yılında görev süresi dolan Barzani'nin meşruluğunu önce Goran Hareketi ardından da KYB sorgulamıştı. Her iki parti 2016 yılının mayıs ayında bir mutabakata metni imzalamış ve bu durum IKBY içindeki kutuplaşmayı ziyadesiyle derinleştirmiş, Barzani için bir meşruluk krizine sebep olmuştu. Bu referandum ile Barzani'nin bu krizi aşması mümkün görünüyor. Milliyetçilik bu tip sorunlarla boğuşan yönetimlerin sadrına şifa vermekten imtina etmez. Zira, Barzani'ye muhalefet hızlı bir şekilde Kürtlerin bağımsızlık savaşına ihanet ile eş değer görülebilir.
Barzani'nin stratejisi belli oranda işe yaradı. KYB, referandum sürecinde KDP'nin yanında tavır aldı, parlamento çalışmalarına katıldı ve Goran'ı muhalif pozisyonunu benimsemedi. Öte yandan, Goran içinden de çatlak sesler çıkmaya başladı. Mesela, Goran listesinden 2015 yılındaki son kabinede görev yapan Maliye Bakanı Rebaz Hamlan istifa etti ve referandumdan yana tavır koyarak partisini karşısına aldı. Goran'ın oy aldığı milliyetçi-seküler seçmenin de referandum karşıtı tavırdan memnun olduğunu söylemek ise çok zor. Günün sonunda Barzani, referandum sürecinden meşruluk krizini aşarak ve muhalefet bloğunu dağıtarak çıkmayı başardı. Bu durum, Barzani ailesinin Kürt politikasını temsil etme tutkusunun beklenen bir sonucuydu ve şaşırtıcı olmadı.
Referandum kararını Barzani açısından rasyonel kılan bir diğer sebep ise Bağdat yönetimi ile senelerdir bir türlü çözülemeyen güç paylaşımı (power sharing) sorunu. Özellikle Nuri El-Maliki'nin başbakanlık döneminde gündeme gelen bu sorun, IKBY'nin Irak genel bütçesinden aldığı payın düzenli olarak ödenmesi, peşmergelerin Irak devletine bağlı güvenlik gücü statüsü kazanması ve Bağdat tarafından finanse edilmesi, petrol ve doğalgaz anlaşmalarında ortaya çıkan yetki karmaşası gibi konuları içeriyor. Bu konularda kurumsal ve siyasi ilişkilerden bağımsız bir düzenlemeye hâlâ ulaşılamadı. Diğer bir ifadeyle, dönemin ruhuna ve aktörlerin siyasi gündemlerine göre kırılgan ve keyfi uygulamalarla bugüne gelindi. Bu yüzden, Barzani referandumdan çıkan sonucu bağımsızlık ilanına taşımadan evvel siyasi bir pazarlığa girmeyi umuyor olabilir. Referandum ile bağımsızlık arasındaki marjı, simetrik bir pazarlık masası kurmak için kullanmak hiç de mantıksız değil. Zira, bir askeri çatışmanın ortaya çıkmaması için bu masadan anlaşarak kalkmak gerektiğini ve uluslararası toplumun bu anlaşmayı destekleyeceğini iddia etmek hatalı olmaz. Yani Barzani, referandum sayesinde daha sıkı bir pazarlık ile kurumsal bir anlaşmaya varabileceğini umuyor ve bunu başarmak için bölgede daha fazla istikrarsızlık istemeyen uluslararası toplumun baskısını Bağdat üzerine yoğunlaştırmayı hedefliyor.
Nihai tahlilde, Barzani'nin referandum sürecinden asıl beklentisinin bağımsız ve uluslararası tanınmışlığı olan bir Kürt devleti yaratmak olduğunu düşünmek saf ve duygusal bir yaklaşım olur. Bunun iki sebebi var. Birincisi, de facto devletlerin, yani bir toprak parçası üzerinde egemen bir devlet gibi hareket eden ancak uluslararası tanınmışlığı olmayan yapıların, Birleşmiş Milletler üyesi olabilmeleri için BM Güvenlik Konseyi'nin 15 üyesinin 9'unun desteğini alması gerekiyor. Üstelik Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin eksiksiz olarak bu teklifi desteklemesi, veto etmemesi gerekiyor. Bunun ardından BM Genel Kurulu'na gelen teklifin üye ülkelerin üçte ikisinin desteğini alması gerekiyor. Yani, bağımsızlık referandumu ile Irak Kürtleri için süreç bitmiyor. Hatta başarılması zor bir süreç başlıyor. Zira, BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri olan ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa'nın bu konuda nihai bir uzlaşmaya varmaları gerekiyor ki bu jeopolitik rekabet perspektifinden bakıldığında başarılması kolay bir hedef değil. İkinci olarak, bağımsızlık durumunda bağımsız Kürt devletinin ekonomik açıdan ayakta durabilmesi için komşu ülkeler ile iş birliğine gitmek zorundadır. Şu durumda, Bağdat, Tahran ve Ankara'nın yeni devleti meşru bir aktör olarak kabul etmesi gerekir. Ancak mevcut siyasi dengeler bu durumun bağımsızlık sonrası ortaya çıkabileceğine işaret etmemektedir. Dolayısıyla, Barzani'nin referandum sonrası bağımsızlık sürecini hemen başlatması Kürtlerin ağır yaptırımlara maruz kalmasını beraberinde getirebilir. Bu durum ise Kürt iç politikasında Barzani aleyhine hareketlenmeleri tetikleyebilir. Bu ihtimaller, Barzani'nin referandumu bağımsızlık ilanıyla taçlandırmaktan ziyade referandum sürecinin kendisiyle daha çok ilgilendiğini söylemektedir. Barzani referandum süreci sayesinde, bağımsızlığın üreteceği meydan okumalarla yüzleşmeden, hem iç muhalefetin etkisini kırmayı başarabilir hem de Bağdat ile daha uzun vadeli ve kurumsal bir anlaşmaya varabilir.
Referanduma Herkes Gerçekten Karşı mı?
Hayır değil. Barzani'nin sahip olduğu bakış açısı konuyu gündemine alan devletlerde de mevcut. Yani, referandum sürecinin kendisi ile referandumun ürettiği sonuçlardan daha fazla ilgileniyorlar. Zira, referandum sonucunun Barzani tarafından bağımsızlığa taşınmayacağının farkında olmalılar. Fakat buna rağmen referanduma karşı tavır almalarının bir sebebi olmalı.
Birçok aktörün tepkisini belirleme yeteneği açısından öncelikle ABD'nin politikasını ve yaratabileceği denklemi ele almakla başlayabiliriz. ABD, Irak'ın toprak bütünlüğünü destekleyeceğini ifade etti ve referandum kararına karşı çıktı. ABD'nin bu pozisyonu, referandum sürecinde onu Türkiye ve İran ile aynı noktaya getirdi ve bu ülkelerle ilişkisinin gerilimli seyrettiği bir dönemde ortak bir zemin oluştu. Şunu iddia etmek yanlış olmayacaktır; referandum sonuçlandıktan sonra bağımsızlık ihtimali masada olacaktır. Ve bu ihtimal masada olduğu müddetçe Türkiye ve İran'ın öncelikleri ABD'nin bu süreçteki pozisyonunu değiştirmemesi üzerine kurulacaktır. Dolayısıyla, bağımsızlığın kendisinden ziyade bu ihtimalin varlığı ABD'nin bu ülkelerle kurduğu ilişkilerin gündem maddelerinden birisi olacaktır ve ABD'ye bu ilişkiyi yönetme fırsatını verecektir.
Bu yaklaşım bizlere Molla Mustafa Barzani tarafından 1974-75 yılları arasında yürütülen bağımsızlık mücadelesi sırasındaki ABD politikasını anımsatmaktadır. Molla Mustafa, İran ve ABD'nin verdiği desteğe güvenerek Bağdat hükümeti ile pazarlık sürecine girmiş, sert ve uzlaşmaz bir tavır benimsemişti. Görüşmeler tıkanıp çatışma başlayınca arkasında bulmayı umduğu ABD desteğinden mahrum kalmış ve İran (o dönem ABD'nin yakın müttefikiydi) ile Irak arasındaki anlaşma nedeniyle, başlattığı isyan hareketi dramatik bir şekilde çökmüştü. Irak Kürtleri hakkında akademik çalışmalar yürüten birçok isim, Barzani'nin ABD politikasını hatalı okuduğu konusunda hem fikirdir. ABD'nin desteği Iraklı Kürtleri bağımsız olmak için cesaretlendirmiş ve hareketlendirmiştir, ancak Kürtlerin bağımsız olması gibi bir önceliği yoktu. Murat edilen, Bağdat'ın Kürtlerle meşgul olması ve bu meseleyi Baas hükümeti ile pazarlık yaparken kullanmaktı. Aradan geçen 40 yıl içinde pek bir şey değişmedi. Benzer şekilde Kürtlerin bölgedeki statükoyu tehdit edebilecek bir aktör olması ve bağımsızlık için verdikleri mücadele, ABD'nin diplomatik gündemi için önemli fırsatlar sunuyor. Bu tehdidin var olması ancak bağımsızlıkla sonuçlanmaması, ABD'nin Ankara ve Tahran ile ilişkilerini düzenlemesi için istisnai bir enstrüman gibi görünüyor.
Öte yandan, Rusya'nın pozisyonu dikkat çekici görünüyor. Zira, Moskova yönetiminin referandum konusunda sert bir çıkışı olmadı. Dahası, Rosneft ile IKBY arasında doğalgaz boru hatları projeleri üzerinde anlaşma sağlandı. Rosneft'in 1 milyar dolar yatırım yapacağı haberi uluslararası basında geniş yer aldı. Birçok yorumcu, gerilimin tırmandığı bir dönemde, IKBY'ye yapılacak yatırımı bağımsızlık sürecine yapılan bir yatırım olarak değerlendirdiler. Mamafih bunlar abartılı yorumlar. Yazının başından beri çizdiğim çerçeve, Rusya'nın referandum sürecinin bağımsızlıkla sonuçlanmayacağına ve dolayısıyla bir çatışma üretmeyeceğine dair bir düşünceye sahip olabileceğini gösteriyor. Diğer bir ifadeyle, Rusya kendisini siyasi olarak bağlayacak bir politika izlemekten kaçınıyor ve sürecin sonuçlarını ciddiye almadığını göstermek istiyor olabilir. Zira, Rus dış politikası, Irak'ta asıl belirleyici aktörün ABD olduğunun ve bu durumu değiştiremeyeceğinin farkındadır. Bu durumda, referandum sürecinin bir tiyatrodan ibaret olduğu konusunda çoktan ikna olmuş durumda.
Bunun karşılığında, Rusya'nın Kürtler ile ilgilendiği bölge Irak'tan daha çok Suriye. Ve ABD'nin politikasına benzer bir şekilde, PYD'nin yarattığı tehdidi yönetmekle daha fazla meşgul olmak istiyor. Özellikle, PYD'nin Türkiye üzerinde yarattığı baskı ve PYD'nin batıya doğru genişlemesinin Rusya'nın icazetine bağlı olması bu işi kolaylaştırıyor. Kuzey Suriye'de oluşabilecek bir Kürt kuşağını önlemek isteyen Türkiye, Rusya'nın yönlendirmesine böylece daha açık hale geliyor. Astana süreci sonunda artık yüksek sesle konuşulmaya başlanan İdlib operasyonuna Türkiye'nin de katılma ihtimali bu senaryoyu güçlendiriyor.
Günün sonunda, IKBY'nin düzenleyeceği bağımsızlık referandumuna karşı olan ülkelerin pozisyonları bu sürecin nasıl yönetileceğine bağlı olarak anlam kazanıyor. 2003 yılından sonra bir türlü istikrarın sağlanamadığı Irak'ın yeni kriz ve çatışmalara tahammülünün olmadığı ortada. Referanduma karşı olan ülkelerin sürecin bu şekilde kanlı sonuçlanacak bir yöne savrulmasını arzu ettiklerini sanmıyorum. Ancak, yönetilebilir bir krizin hem Barzani hem de ABD için arzu edilebilir bir duruma işaret ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Türkiye'nin Önündeki İki Yol
Bu resim Türkiye için ne anlam ifade ediyor? Bana göre bir yol ayrımına doğru yaklaşıyoruz. Kürt sorununa yönelik politikalarında son 5 sene içinde keskin dalgalanmalar yaşayan Türkiye bu sürecin en zorlu virajında. 2013 yılında çözüm süreci başlarken, Türkiye bölgedeki bütün Kürtler ile iyi ilişkiler içerisine girmişti. Bu durumdan Barzani de, diğer Kürt fraksiyonlar ziyadesiyle memnun gözüküyordu. 7 Haziran sonrası çözüm süreci bitti ancak Ankara'nın Barzani ile ilişkisi devam etti. Barzani'yi ve AKP'yi desteklemeyen Kürtlerin sistemden dışlandığı bir süreç böylece başlamış oldu. Bu süreçte, Suriye'de PYD'nin ABD tarafından desteklenmesi ve egemenlik alanını genişletme stratejisini Türkiye, Rusya'yla yakın ilişkiler kurarak dengelemeye çalıştı. Öte yandan Barzani ile kurulan ilişkiler sayesinde IKBY'nin de kontrol altına alındığı düşünülüyordu. Ancak referandum sürecinin başlamasıyla birlikte bu denklem değişmek zorunda kalacak.
Yukarıda yapılan tartışmalar ışığında, Türkiye'nin önündeki ilk seçenek IKBY'nin bağımsızlığını önlemek için Amerikan pozisyonunu takip etmek olacaktır. Bağımsızlık ihtimali masada kaldığı sürece Türk hariciyesi ABD ile aynı noktada kalmaya dikkat edecektir. Ne var ki, bu politika ABD ile çatışma alanlarının azaltılmasını gerektirmektedir. ABD'nin PYD'ye verdiği destek ortadayken bu politikanın sürdürülebilmesi oldukça zor gözükmektedir. Diğer bir ifadeyle, IKBY'nin bağımsızlığının önlenmesi PYD'nin tolere edilmesini gerektirebilir. Veya iç politikadaki ABD karşıtı atmosfer yerini ABD ile daha yakın çalışarak PYD'yi dolaylı olarak kontrol etme eğilimine bırakabilir. Nihai tahlilde, Türkiye bu şekilde Kürt politikasının içine ABD'yi tekrar dahil etmiş olur.
İkinci bir seçenek olarak, Türkiye hali hazırdaki politikasına uygun olarak Barzani ile çalışmaya devam edebilir ve PYD tehdidini Rusya ile kurduğu işbirliği sayesinde sınırlandırmayı deneyebilir. Mamafih, bu politika hem iç politikada hem de dış politikada kaçınılmaz maliyetler doğuracaktır. Bir taraftan, Barzani'ye sert bir tepki vermemek ve referandum sürecini kabul etmek, Türkiye'nin referanduma karşı çıkan ABD, İran ve Bağdat yönetimi gibi aktörlerle ters düşmesini beraberinde getirecektir. Öte taraftan, iç politikada milliyetçi bir gündem belirleyen ve bu gündem etrafında koalisyonlar inşa eden AKP hükümeti bu politika karşısında zor durumda kalabilir.
Bu politikaların hangisini izlerse izlesin, Türkiye'nin iç ve dış politikası, Suriye ve Irak'ta ortaya çıkan Kürt yapılanmalarının siyasi amaçlarından bağışık olmayacaktır. Mevcut durum, Türkiye'nin Suriye ve Irak'taki Kürtlerin devletleşme arzularını eş zamanlı olarak önleyebilecek diplomatik ve askeri kapasitesinin sorunlu olduğunu, iç politikasının da bu sorunları daha da büyüttüğünü gösteriyor. Bu durumda, belki de yapılması gereken uzun vadeli düşünmek ve Ortadoğu'nun sorunlarını yerinde önlemek yerine ülkemize sirayet etmesinin ve güvenlik sorununa dönüşmesinin önüne geçmektir. Bunun da bilindik yöntemlerle başarılamayacağı gayet açıktır.
(*) TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü