Otoriter yönetim eğilimleri ile ekonomik süreçler arasında çok
doğrudan bir ilişki olduğu konusunda kimsenin kuşkusu yok. Ancak,
bu ilişkinin nasıl kurulduğu, işlediği ve ürettiği sonuçlar
konusunda birbirine tamamen ters, hatta hayli kavgalı onlarca
teori, model var. Elbette, yaşanmakta olana hangi pencereden
baktığınız göreceklerinizi ve gördüklerinizi anlamlandırmayı
belirler. Fakat bu, ortada hangi modelle baktığınızdan bağımsız
veya bütün bakış açıları tarafından kullanılmaya açık veriler
olmadığı anlamına gelmez.
Türkiye'de AKP iktidarının, daha sonra da bizzat Erdoğan'ın
şahsında merkezileşen otoriterleşme ataklarının bazı siyasi
dönemeçlerle ilişkisi biliniyor. 2007'deki e-muhtıra, 2010
referandumu ve 2011 seçim sonuçları iktidar gücünü ele geçirme ve
yayma imkanları açısından ciddi fırsatlar sundu. 2013 Gezi
olayları, 2014 Cemaat kapışması, 2015 seçimleriyle dönülen savaş
politikası ve 15 Temmuz da, iktidar tarafından tehdit algısına
bağlı oy konsolidasyonu ile ideolojik çimentosu daha sağlam bir
ittifak için kullanıldı.
OTORİTERLİK VE KRİZ POTANSİYELİ
İmkanlar, siyasi gerekçeler ve elverişli birliktelikler üreten
ve onlardan faydalanan bu süreç, aynı zamanda 2008 dünya kriziyle
başlayan ve adım adım Türkiye'de de etkisini gösteren ekonomik
tıkanmanın öncü etkilerinin ama daha önemlisi risklerin arttığı bir
zeminde yaşandı. Dolayısıyla, kriz içindeki ekonomik modelin
icrasına aday olmuş (memur edilmiş) bir iktidarın krizin
komplikasyonlarına karşı korunması, birçok güç merkezi açısından
desteklenecek, rıza gösterilecek, en azından ses çıkartılmayacak
bir mesele oldu.
AKP'nin ve Erdoğan'ın, yeni rejim inşası için gizli bir ajanda
dahilinde yürüdüğünü iddia edenler de, ekonomik - siyasi krizlerin
fırsatlarında doğmuş bir anormallik olduğunu söyleyenler de, hakim
sınıfların ve uluslararası güç odaklarının projesi olarak tarif
edenler de benzer kronolojiyi kullanıyor. Neredeyse hepsi
otoriterleşme ile kriz potansiyeli arasında pozitif bir ilişki
kuruyor. Yani, krizin ne olduğuyla ilgili tarif, otoriterleşmenin
seviyesi ile ilgili isimlendirme ne olursa olsun yönelimin krizle
baş etmekle yakın ilgisi olduğu kabul ediliyor.
SAVUNMA HAZIRLIĞI
Pek çok örnekte olduğu gibi, Türkiye'de de, krizle baş etme
aracı olarak kullanılan ve krizin kendisiyle veya olasılığı ile
beslenen otoriterleşme hamleleri, özel koşullar ve imkanlar
eşliğinde beklenmedik ya da çok kolay biçimde alan genişletti.
Bugün gelinen noktada, dozu, kaynakları, zemini, gücü, kararlılığı,
destek potansiyeli açısından farklı isimler alsa da, karşısına
başka bir baş etme stratejisi ile çıkılması gereken bir seviyeye
ulaştığı açık. Muhtemelen yakın dönemde gündeme gelecek yeni
uygulamalar bu konunun aciliyetini daha da artıracak.
Uygulanmaya başlanışı ve rejim özelliklerindeki bozulma
açısından 24 Haziran öncesine uzanan otoriterleşme, denetimsiz
iktidar kullanımı ve keyfiliğin, karşılamaya çalıştığı ve kendi
içinde olduğu krizle ne kadar baş edebileceğini göreceğiz. Yeni
yönetim anlayışını yerleşikleştirme çabalarındaki hazırlıksızlık ve
yap-boz aklının yarattığı sorunlar çok erken görünür hale geldi,
iktidarın ekonomik ve siyasi zemini de pek sağlam görünmüyor.
Ancak, benzer bir hazırlıksızlık ve şaşkınlık halinin karşısında
olanlarda, direnmeye çalışanlarda da olduğu anlaşılıyor.
HEDEF BELİRLEMEK
16 Nisan referandumu ve 24 Haziran seçimleri otoriter atağın
yasal dayanak kazanmasını engelleyebilmek ve belki de geri
çevrilmesini sağlamak için yüksek bir enerjinin oluştuğu ama
yenilgiler alınan dönemeçlerdi. Bu dönemeçlerin sonuçlarına
bakılırsa aşırı kötümserlik, hareketlendirdiği potansiyele
bakılırsa makul iyimserlik bulmak hâlâ mümkün. Sonuçların şaibeli
olduğunu düşünerek yorum yapanlara da belki şöyle sormak gerek:
"Tersini mi tercih ederdiniz veya gerçek başka türlüyse daha iyi
değil mi?"
Baş etme stratejisi için öncelikli hedef; sonucu değiştirmek mi,
sonucu değiştirmeyi sağlayacak potansiyeli korumak ve büyütmek mi
olmalı? 16 Nisan ve 24 Haziran, sonucu değiştirme ataklarıydı.
İster sonucun değişmesine neden olacak dinamiklerin güçsüzlüğü,
ister bu sonucu kurmaya muktedir güç odaklarının etkisi belirleyici
olsun, sonucu değiştirmenin mümkün olmaması yenilgi olarak yaşandı.
Şimdi yine sonuç odaklı (yerel seçimi almak) ve "sonuca götürecek
aktör" merkezli bir tartışma öne çıkıyor.
SIĞINAK PSİKOLOJİSİ
Bu tartışmanın, ana muhalefet partisi CHP'de farklı bir söz ve
iddia ortaya koymayan, sadece mevcut potansiyelin içinde "yakın
seçenek" olarak öne çıkıp nispi olarak başarılı görünenin
öncülüğünde ve etrafında sürüyor olması umut yaratacak bir
başlangıç noktası gibi durmuyor. Sığınak psikolojisi, dışarıda ne
olup bittiği ile ilgiyi azaltıyor. Bir baş etme stratejisi
kurmaktan çok, yenilgi serilerinin devamını çağırmaya aday bir
yaklaşım bu.
Ana muhalefet partisinde olup bitenlere sinik bir saldırganlıkla
yaklaşmakla yetinen diğer muhalefet çevrelerinde ise, enerjinin
büyüğü sorumlu aramaya ayrılmış durumda. Sonucu sağlayan veya
değiştirmeye gücü yetmeyen her iki tarafta da olanı anlamamakla
suçlayacak cahiller veya kötü niyetliler tespit etmek makbul bir
çaba gibi görülüyor. Nasıl olmayacağı, neyin işe yaramaz olduğu
üzerine derin tartışmalar, gerçekçi baş etme stratejisi önerilerine
evrilmiyor. Zaman zaman da "direniş hamasetine" sığınmak yeterli
bulunuyor.
YAŞANMIŞTAN DERS
İçine girdiği ve ülkeyi içine çektiği krizle gitmeyen, aksine bu
riskle iktidarda kalmayı beceren iktidarın gelmekte olana
hazırlanmasını anlatan çarpıcı bir yazıyı Bahadır Özgür Gazete Duvar'da yazdı.
Otoriterleşmenin kurucu bir iradenin mi, yoksa kendini savunmaya
çalışan çaresizliğin mi ürünü olduğu tartışması, bunun kurulmaya
çalışılanın önündeki son engeller veya gelmekte olan krizle baş
etme stratejisi olduğu gerçeğini değiştirmez.
16 Nisan referandumuna konu olan anayasa değişikliği metninde
belirtilmiş ve referandum tartışmaları sırasında defalarca
konuşulmuş kararların yayınlanan her kararname ile, "bunu da
yaptılar" denilerek şaşkınlıkla karşılanmasını, bir baş etme değil,
idare etme stratejisine dönüştürmemek gerekir. Bir baş etme
stratejisi olarak otoriterliği defalarca kullanmış olanlar geçmiş
deneyimleri başarıyla hayata geçirip zayıflıklarından güç tedarik
ederken, karşısında olanlar ise benzer deneyimlerden ilhamla etkili
itiraz örgütleyemiyor, itirazlarını şaşkınlıkla zayıflatıyor.