Farkında mısınız gündem artık çoğunlukla kadınlar üzerinden
oluşuyor veya oluşturuluyor? Her gün nereye doğru gidiyoruz diye
sorgulamaktan bıktık. Sistemsel olarak maruz bırakıldığımız dev
sorun bir yana, bunları yaşayan kadınlar için her biri ayrı
travma.
Başak Demirtaş örneğin. Eşi cezaevinde ve çocuklarıyla ayakta
durmaya çalışıyor. Çok da güzel başarıyor. Sapasağlam, kararlı, bir
yerde konuşurken seçtiği kelimelerin her biri kaya gibi, kendinden
emin. Hem de çok uzun süredir. Sonra bir yeşil toplu ağzı salyalı
çıkıyor; iğrenç zırvalarıyla. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da arka
planına almış. Ne utanç! Koca ülke Başak Demirtaş’ın yanındayız
diyor, birileri yeşil topu ve arka plandan dolayı AKP’yi koruyayım
derken kadınlara tekrar tekrar şiddet uyguluyor. Fahrettin Altun’un
yine siyasi şeytanlaştırma üzerinden attığı çirkin tweet, Bülent
Turan’ın Canan Kaftancıoğlu’na sataşması ve girdiği seviyesiz laf
dalaşı ve nicesi… Yazık. Bu ülkeye, taşıdığınız unvanlara
yazık.
‘Sosyal Medya Etik Kuralları’ bağlamında ‘yeşil top’
uygulamasını başlatan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Tanıtım
ve Medya Başkanı Mahir Ünal da yeşil topu savundu. “Etik
farkındalık çalışmamız ahlaki iki yüzlülüğü gözler önüne sermiştir.
Bir kişinin ahlaksızlığı 10 milyon üyesi olan bir harekete mal
edilemez" dedi. Sanırım kendisinin son günlerde tüm rezilliklerin
yeşil toplu hesaplardan geldiğinden haberi yok. Mahir Ünal kaş
yapayım derken göz çıkarmış. Yeşil topu hiç devreye sokmasaymış,
tüm bu rezillikler daha az AKP’ye mal olurmuş. Bir nevi kendilerini
ifşa ediyorlar yeşil top vasıtasıyla. Mahir Ünal’ın ve tüm
AKP’lilerin şu soruyu kendilerine sorması gerekiyor: Bu rezil ve
suç teşkil eden tweetleri atan hesaplar niçin fonlarına
Cumhurbaşkanı’nın fotoğrafını koyuyor ya da AKP’yi savunan mesajlar
atıyor? Trol deseler, niye yeşil top kullanıyor troller? Ya da
yeşil topluların tamamı trol mü bu durumda? İşte önce bu basit
soruları kendilerinin yanıtlaması şart, söylediklerini ciddiye
alabilmemiz için. “Sosyal Medya Etik Kuralları bağlamında”
kullandıkları yeşil topun gamalı haçtan farkı yok mevcut durumda.
Eğer amaçları zaten böyle bir topluluk oluşturmak idiyse, adını
“Sosyal Medya Etik Kuralları” vs. gibi meşru bir şey seçmek
istedilerse o ayrı.
Neticede filler tepişirken, kadınları ezmeye devam ediyorlar.
Her biri ayrı travma yaşıyor kendi içinde. Her birinin ayrı ayrı
yanında olmak gerekiyor. Sosyal medya üzerinden isterseniz aylarca
yanındayız mesajları atalım, evlerinde bu saldırılara tek başlarına
direnmeye çalışıyorlar. Dijital şiddet çünkü bu. Siyasi saiklerle
kadınlar üzerinden yaptıkları iğrenç saldırıların tamamı dijital
şiddet ve suç. Her birinin en üst sınırdan cezalandırılması
gerekiyor. Trol deyip geçmemek, basitleştirmemek, trol olsalar bile
her birinin gerçek iradeler olduğunu ve suç işlediklerini
hatırlamak gerekiyor. 8 Mart’larda KADEM’lerde kadına şiddeti
lanetleyenlerin samimiyetini işte buralarda göstermeleri gerekiyor.
Bir kere en başta kadınlar üzerinden muhalefete saldıran zihniyeti
palazlandıran söylemlerine bir son vermeleri gerekiyor. Şiddet
boşuna artmıyor ve kazanılmış haklarımıza saldırmaya kadar varan
girişimler de boşuna yapılmıyor. Aradaki bu bağlantıyı eril
egolarına, kötücül siyasi emellerine kadınları alet edenlerin
yüzüne, her fırsatta bıkmadan usanmadan korkmadan, bağırmamız
gerekiyor.
Şiddet boşuna artmıyor demişken, İsmail Küçükkaya’nın eski eşi
Eda Demirci, Küçükkaya'nın mahkemeden aldırmış olduğu yayın yasağı
kalkınca yaşadığı şiddeti açıkladı. Bir hukukçu olarak öncelikle
şunu söylemem gerekir, şiddet suçları yayın yasağına bağlanamaz,
bağlanmamalı. Hukuk mantığına tamamen aykırı. AİHM’nin Opuz
kararıyla tescillendiği ve tüm uluslararası sözleşmelerle ve yerel
yasalarla hüküm altına alındığı üzere, kadına yönelik şiddet kamu
sağlığına/düzenine ilişkin bir toplumsal sorun ise eğer, yayın
yasağına tabi olamaz, taraflar arasındaki belirlenmiş yayın
yasakları sebebiyle de tazminata vs. hükmedilemez.
Eda Demirci’nin yaşadıkları oldukça ağır. Burada yazmaya gerek
yok, merak edenler zaten kolayca bulup okuyabilir. Ve bu ağır
şiddete karşın susmak zorunda kalmış. Konuştuğunda ise üç tazminat
davası birden açtı İsmail Küçükkaya. Eda Demirci, “tekrar susmak
zorundayım” yazmış. Sanırım şiddetten de ağır gelen bu olsa gerek.
Ağzından afili “kadına şiddete karşıyız, eşitiz, başımızın tacı,
çiçek böcek” lafları eksik olmayanlardan ağızlarından çıkana uygun
davranmalarını bekliyoruz. Yaşadığı şiddeti anlatan bir kadına,
anlattı diye, üç tazminat davası açmak da bana sorarsanız şiddetin
hukuki halidir.
İsmail Küçükkaya demiş ki Eda Hanım’a zamanında; “Sana mı
inanırlar, bana mı? Sen kimsin ki?” Biz Eda Hanım’a inanırız İsmail
Bey. Başak Hanım’ın ve tüm kadınların olduğu gibi, Eda Demirci’nin
de yanındayız. Ve hepsi bir yana, inanmayı tercih ederiz. Zira,
kadına yönelik şiddete karşı duruş bunu gerektirir. “Kadının beyanı
esastır” ilkesi bunu gerektirir. Hem sivil toplum mücadelemden hem
de hukuk pratiğimden söyleyebilirim ki; hiçbir kadın yaşamadığı
şiddetin detaylarını bu şekilde anlatamaz. Bu ilkeye niçin
saldırıyorlar sanıyorsunuz? TBMM’deki boşanma komisyonu raporunda
bu ilke niçin “sakıncalı” olarak görüldü sanıyorsunuz? Kadınlar
sussun diye. Susturamazsınız, susturamayacaksınız. Şiddet uygulayan
herkes tek tek ifşa olana dek, şiddetin kökü kazınana dek.