Başaran Aksu: İşçiler sözcülüğünü yeni biçimlerde arıyor

Kamuoyunda madencilerin tazminat mücadelesiyle tanınan Başaran Aksu, bugün çeşitli işçi eylemlerinde olmalarının tesadüf olmadığını belirtiyor.

Abone ol

Osman Çaklı

DUVAR - Yemeksepeti merkez binası önünde yüzlerce işçi… Yağan yağmura aldırmadan hakları için bekliyorlar. Arada “direne direne kazanacağız” sloganları yükseliyor. Motorların korna sesleriyle işçilerin sesi birbirine karışıyor. Havanın gri rengine inat ortalık pespembe. Motorundan kıyafetine kadar pembe bir kalabalığın ortasında bir ses duyuluyor. İşçiler pür dikkat bu sesi dinliyor: “Ülkeyi yönetenlere sesleniyorum. Yemeksepeti işçilerini görün, kuryeleri görün. Bu ülkenin Mardinlisini, Yozgatlısını, Samsunlusunu köle ediyorsunuz." Konuşmayı yapan Trendyol işçilerinin eyleminde de aktif rol üstlenen Umut-Sen Örgütlenme Koordinatörü Başaran Aksu… İşçiler Aksu’nun konuşması sonrası alkış ve sloganlarla Yemeksepeti’ne sesleniyor yeniden: “Haklarımızı ver.”

Türkiye’nin dört bir yanında işçiler fabrikalarda, sokaklarda eylemde. Somalı madencilerin yıllarca alamadıkları tazminat hakları için mücadelesinde, Sivas Divriği’de maden işçilerinin zam talebini kazanmasında rol üstlenen Umut-Sen, son günlerde Migros depolarında, Trendyol, Yemeksepeti, Yurtiçikargo, Farplas, Alpin gibi işçi eylemlerinde de ortaya çıkıyor. Umut-Sen Örgütlenme Koordinatörü Başaran Aksu’yla sözleştiğimiz gibi Yemeksepeti Genel Merkezi önünde buluşuyoruz. Ardından, işçilerin Yemeksepeti'yle devam eden görüşmelerinin arasında kalabalıktan ayrılarak, yaygın sendikal anlayışa karşı eleştirilerini ve son dönemdeki işçi eylemleriyle ilgili görüşlerini dinliyoruz.

Osman Çaklı, Umut-Sen Örgütlenme Koordinatörü Başaran Aksu ile Yemeksepeti merkezi önündeki eylem sırasında konuştu.

‘KONFEDERASYONLAR İŞÇİ DÜŞMANI KONUMUNDA’

1980 darbesi ile neo-liberal politikaların sendikal alana etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında neo-liberal dönemin başlangıcı Türkiye'de "24 Ocak kararlarıyla" ele alınıyor. Yüksek bir şiddet politikasıyla yani cuntayla, işçi sınıfının bütün örgütlülükleri dağıtıldı. Sonrasında örgütlenme çabalarıyla bu aşılmaya çalışıldı. Dünyada ortak politika olarak süreç şekillendirildi. Türkiye'ye has bir durum değildi. Kırların kentlere sürülmesi, tarım ve hayvancılığın tasfiyesi, göçmenliğin bütün dünyada zorunlu uygulama haline getirilmesi... Sendikal emperyalizmin araçları da yeniden organize edildi. Türkiye'de DİSK dahil bütün sendikal düzen "çağdaş sendikacılık", "yeni nesil sendikacılık" gibi etiketlerle ve sosyal uzlaşmacı, iş barışı gibi kavramlarla, bazen dini bazen milliyetçi söylemleri kullanarak işçi sınıfını zapturapt altına aldı.

Sendikalar ve iş kanunu yüzlerce kez paramparça edildi. Bu, işçiler aleyhine oldu. Yoksullaştırma ve mülksüzleştirme politikasıyla işçilerin geleceği ipotek altına alındı. Asgari ücretle çalışan işçiler, toplam işçilerin yüzde 50’sine yaklaşmış durumda. 2000-2005 arasında metal işçileri dört asgari ücret alırken, bugün 1,5 asgari ücretin altına düştü. Bu sendikal emperyalizm ve onunla ilişkili yerli üç konfederasyonun sermaye politikalarına entegrasyonun somut göstergesi. “Bu sendikalar iyi mi, kötü mü” diyenin dönüp bakması gereken yer burasıdır. TİSK, bugün Türkiye'de bu politikaların ana karargahı konumunda hareket ediyor. Aslında işverenleri değil, işçi sendikalarını da hiyerarşik olarak yöneten, emir veren, yönlendiren bir mekanizma olarak davranıyor.

Başaran Aksu, "Umut-Sen olarak sermaye ve devlet karşısında net, ilkeli, duruşu savunuyoruz" dedi. 

Yaşanan negatif dönüşüme sendikaların alet olduğunu mu söylüyorsunuz?

Bunun taşıyıcısı, araçları oldular. Sendika, teori düzeyinde son tahlilde uzlaşma aracıdır. Yani reformist bir araçtır. Mevcut düzen içerisinde reform yapılsa yine iyidir. İşçi sınıfının lehine reform yapan sendikalar olsalardı yine iyiydi. Ancak sermaye lehine yapılan reformlara itiraz geliştirmediler. İşçi sınıfının bu reformlara ikna edilmesine aracı oldular. Böylece sınıf düşmanı bir noktada konumlanmış oldular. İdeolojik olarak ise farklı tablo var. İşçi sınıfının çıkarlarını savunuyormuş gibi görünüyorlar. Ana akım medyası hatta sol hareket içerisindeki uzantılarıyla, işçi sınıfının çıkarlarını gündeme getiriyormuş gibi yansıtılıyorlar.

‘SERMAYE VE DEVLET KARŞISINDA NET, İLKELİ, DURUŞU SAVUNUYORUZ’

Umut-Sen'in mevcut sendikal anlayışa eleştirisi ve buradan doğru kendini konumlandırdığı çizgi ne? Farklı bir yöntemi gerekli görüyor musunuz?

Eski kamu sendikacılığından kalma kulüp sendikacılığı alışkanlıkları var. Burada aidat sendikacılığı yapılıyor. Mülksüzleştirme, borçlandırma ve yoksullaştırma politikaları altındaki işçiler, düzenin dışına çıkma kudretini birey olarak gösteremiyor. İşçiler, kolektif olarak farklı davranışlar sergileyebilir. Biz, kolektif işçinin temsilcisi, sözcüsü olmaya niyetliyiz ve aslında bu sendikal düzenin sahtekarlık olduğunu, işçi sınıfını kandırmak üzerine inşa edildiğini söylüyoruz. Sermaye ve devlet karşısında net, ilkeli, duruşu savunuyoruz. İşçilerin politik tercihleri bizim için önemli değil, biz buna bakmayız. Sınıf duruşu esastır. Bunu dillendiriyoruz. 24 saatin sömürü konusu haline getirildiği ortamda, işçilerin gündelik hayatına seslenecek bir politik-sendikal çizginin yokluğunu gördük. 

Umut-Sen bu eleştiriyi yaparak kendini nerede konumlandırıyor tam olarak?

Bahsettiğim eksiklik üzerinden... Biz bunu gördük ve eleştirmeye başladık. Eleştirmeye başlayınca da pratik sonuçlarını görmeye başladık. Farklı deneyim ve denemelerin içerisinden geçtik. Başarısız olduğumuz da oldu. Bunları tecrübe ederek biriktirdik. 2011'de merkezi hüviyete kavuştuk. 7/24 memleketin her köşesinde ve dünyadaki tartışmalarda sınıf hareketliliğini takip ettik. Bu, hem fikren hem teorik olarak oldu. Biz kendimizi “ara sendikal odak” olarak tanımlıyorduk. İşçiye öz yönetimci, kendi iradesini komite, konsey içinde temsilini anlatıyoruz, bir taraftan da onun sendikal cendere içerisinde çukura düşmemesi için onu hazırlıyoruz. Yani bu cendere içerisinde bulunan işçilerin muhalefet düzeyiyle kendisini koruduğu bir mekanizmadan bahsediyorum. Geçtiğimiz kasım ayında konferans yaptık. İşçi sınıfının bütün katmanlarına seslenen bir çizgiyi kendimize rehber seçtik. Umut-Sen artık kendini merkezi bir sınıf odağı olarak tanımlıyor. Sınıfı ilgilendiren bütün meselelerde sözünü söyleyen, tavrını koyan, eylemini üreten ya da örgütlenmesinin ana eksenindeki dönüşüm içerisindeyiz. İşçiler de kendi sözcülüğünü yeni biçimlerde arıyor, konfederasyonlarda görmüyor.

Yemeksepeti işçileri, düşük zamma karşı şirketin merkez binasının önünde toplanarak haklarını talep etti.

‘İŞÇİ EYLEMLERİNİN YÜKSELECEĞİNİ GÖRDÜK’

Bahsettiğiniz o pratik sonuçlar nedir?

Sahada işçiler arasındaki devinimlerden gözlemlerimiz oldu. Yükselen enflasyon, asgari ücret tartışmaları, MESS süreciyle işçi zeminlerinde yaşanan tartışmalar çok canlı olmaya başladı. Hem siyasi iktidarın ve hem de muhalefetin sorgulanmaya başlandığını gördük. Bu süreçte “ne yapacağız” sorusu “ne yapabilirize” evrildi. 1 Ocak'ta bir tweet attım. Önümüzdeki günlerde iş yeri işgali, üretim durdurma türünde işçi eylemlerinin yükseleceğini söyledim. Bu, bir tarafıyla haysiyete dayanıyor. İnsanlar bunu sadece ücret mücadelesi zannediyor. Oysa gösteri için bir araya gelmiyor, büyük şirketlere karşı köleleşmeye başkaldırıyor işçiler. Güç olarak ayağa kalkmanın önemli olduğunu da kendiliğindenci biçimde idrak ediyorlar. Kimseye ihtiyaç duymuyor, "DİSK'e, KESK'e TÜRK-İŞ'e gidelim" demiyorlar.

Siz aşağıdan gelişen talebe mi dahil oluyorsunuz?

Evet. Gördüğümüz şey, yıllara dayanan bu odaklanma ve ilişkilenme bizi şu kapasiteye çıkarttı: Bir sorunu önceden görebiliyoruz. Umut-Sen olarak Farplas'ın hem atılan hem şu an aktif olarak çalışan işçileri arasında komitelerimiz var. Farplas'ı 15 yıldır tanıyoruz. Oradaki varlığımız tesadüf değil. Divriği'ne beş yıldır gidip geliyoruz.

‘İŞÇİ EYLEMLERİNDE AKTİF OLMAMIZ TESADÜF DEĞİL’

Son dönemde sonuca ulaşan işçi eylemlerinde aylara, yıllara dayanan ilişkiler mi var?

Trendyol işçileri ile aylar öncesinden toplantılar yaptık. Verilecek zamma göre hareket stratejisi belirlendi. Nakliyat-İş'i de aradık. Onların da temasta olduğu işçiler vardı. Bunların yan yana gelişiyle, direnişi yönlendirecek ve yönetecek işçinin öncülüğü sonucu üretti. İşçiler kendilerinin varlığını hissettikleri biçimde ayağa kalkıyor. Alpin Makine'de de güçlü ilişkilerimiz var. Neden? CarrefourSa ve Migros depolarında örgütlenmelerimiz var. Bu arkadaşların eşleri çorap fabrikasında çalışıyor. Şu an yurdun herhangi bir noktasında vuku bulan ya da olmak üzere olan olaya bir iki saat içerisinde güven ilişkilerine dayalı yönlendirici komiteyi organize edebilme kudretine sahip olduğumuzu görmeye başladık.

Bunu nasıl görmeye başladınız? Sonuç alan hikayelerle mi?

Somut kazanımlarınız ve hikayeleriniz yoksa işçiler dünyasında hiçsiniz. Mesela şu bilinir. Biz Hakan Plastik'te bin kişilik fabrikaya Lastik-İş'i soktuk. Bunu Umut-Sen yaptı. İşçiler atıldı, işçiler tekrar geri alındı. Lastik-İş’i şimdi 1200 kişiden aidat kesiyor. Beş temsilci işten atıldı. Bu işçiler beş fabrikaya dağıldı. Oralarda daha kuvvetli duruma geldiler. İşçinin birliğiyle kazanma hikayelerinin etrafında toplanılıyor. Başarısız olduğumuz yerler de oldu.

Bunlar nelerdi?

Yani işçi işten atılıyor, direniş yapıyorsun, geri aldıramıyorsun. Ama bizim özellikle büyük kentlerde güçlü dayanışma ilişkilerimiz var. O işçiyi mevcut şartlarının bir tık üzeri ya da aynı düzeyde başka bir işe sokabiliyoruz. İşsiz kalınca da sorumluluk alıyoruz. İşçide örgütlenmeyle ilgili olumsuz örnek bırakacak herhangi bir soruya mahal vermeyen açıklıkta sonuç üretiyoruz. Dolayısıyla bunlar da deneyimlendikçe, güven, sevgi ve çıkarsızlık ilişkisi ileriye doğru kuvvet yaratıyor. Bu iyi retorik ve iyi hatiplikle olmuyor. İşçiler, sizi türlü türlü sorularla test eder. Bütün bu çerçevede işçiler kendiliğinden bize ulaşıyor. (Kendisine ulaşan bir işçinin mesajını gösteriyor.) Son bir yılda bize özellikle beyaz yakalı çevreden insanlar pozisyon almak istediklerini söylüyor.

‘GENEL GREVE VARACAK BİRİKİM OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM’

İşçi grevleri gündeme gelirken, genel grev konuşulur. Umut-Sen’in genel greve varacak örgütlenmeyi sağlayacağını mümkün görüyor musunuz?

Sonuçta bunu belirleyen birikimlerdir. İşçi sınıfı hareketi içerisinde henüz o düzeyde birikim olduğunu düşünmüyorum. Emperyalistler arasındaki rekabetten doğan yeni saflaşmalardan oluşan çatlaklarda işçi sınıfı yeni hamleler yapma olanağını bulabilecek diye düşünüyorum. Fakat bu, gökten hediye edilerek değil, aşağıdan somut gerçek hikayelerle olabilir.

Bu eksende mi hareket ediyorsunuz?

Evet. Bizim son konferansta sözümüz var: Yeraltında köstebek, yeryüzünde kaplan, gökyüzünde kartal olacak bir proleterya hareketi inşa etme iddiasındayız. Biz bu kudretteki somut siyasal güç iddiasıyla uğraşıyoruz. Bütün yoğunlaşmamız böyle bir gücün açığa çıkartılması üzerine. Bu da işçi sınıfı içerisinde bölük sayısının yüzlerden on binlere çıkmasıyla olur. Biz bu yolda ilerlediğimizi düşünüyoruz.

‘POLİTİK DÖNÜŞÜMLERE TANIK OLUYORUM’

Gündem seçim ekseninde ilerliyor. İşçilerdeki hareketlenme, politik bir değişime neden olur mu? Gözlemleriniz neler?

Ben her yerde benzer bir dönüşüm görüyorum. Somut olarak tanıdığımız, geçmişte sağ partilere oy vermiş arkadaşlar var. Ali Faik İnter bir simgedir bu açıdan. Kütahya'da Süleymancıların yurtlarında okumuş. AK Parti çevresindeki muhafazakarlıktan, o coğrafyanın içerisinden çıkmış ve kendi hikayesiyle, mücadeleyle tanışıp devrimci olan bir isim. Bunu da o mücadele içerisinde gördü. Twitter paylaşımlarının başına ve sonuna bakın, aradaki farkı göreceksiniz. Dünyaya bakışı, tavrı, tarzı her şeyi değişti. Bu, bizim bütün arkadaşlarımızda yaşanan bir durum.

İşçilere karşı politika söz konusu olduğunda yaklaşımınız nasıl?

Politik tercihlerini konuşuyoruz insanlarla. Dinliyoruz, neden böylesine ilişki biçimi içerisinde bulunduğunu anlamaya çalışıyoruz. Türcü, şovenist bir davranışı asla olumlamıyoruz. Dilimiz döndüğünce kendimizi anlatıyoruz. Ben politik sürece etkinin de böyle dönemlerde olduğunu düşünüyorum.