Başarıya doğan jenerasyonun başarısı

Türkiye A Milli Takımı tarihinde ilk kez 1 maç kala bir şampiyonaya gitme hakkını kazandı. Başarıdaki en büyük sorumlulardan biri ise ele avuca sığmayan ve tutulamayan zaman.

Volkan Ağır vagir@gazeteduvar.com.tr

Bu köşede çoğu zaman huysuz, sinirli, laanet (Volkan Konak tonlamasıyla okuyunca güzel oluyor bu üç sıfatı arka arkaya kullanmak) bir ruha sahip eleştiri içerikli yazılarla buluşuyorum sizle. Aslında bu haftanın konusu da çok sevimli bir konu olmayacaktı. Hatta olmayabilirdi de. Türkiye Futbol Federasyonu'nda yaşanan kepazelikleri önümüzdeki haftalara bırakıp Türkiye futbol tarihinin en önemli milli takım başarılarından birini yaşamışken konuya değinmeden geçmemek lazım.

AYAKTA İZLETTİREN GERÇEKLERİN FARKLILIĞI

Grup aşamasının ilk maçından son 2 maça kadar grubunu lider götüren ve gruptaki son maçına tarihinde ilk defa turnuvaya katılma hakkı kazanarak çıkacak olan bir milli takım elemeleri süreci geçiren (bazı oyunculara elbette ki muhalefet şerhimi de koyarak) futbolcuların, teknik direktör Şenol Güneş'in ve antrenör ekibinin hepsinin emeklerine sağlık! Bundan dört yıl önce Kazakistan forması giyen İslambek Kuat'ın Letonya'ya attığı golün ardından bir de Selçuk İnan'ın 89. dakikada gol atmasını beklemek zorunda kalmıştık. Bu sefer gelmemesi halinde hayal kırıklığıyla büyük bir yıkıma dönüşebilecek bir son dakika golü beklentisi gerginliğiyle değil de hakemin düdüğüyle maç bitse de rahat rahat son maçtaki skorun ne olacağını fazla önemsemeden turnuvaya gitme hakkını kazandığımızı ilan etsek heyecanıyla ayakta izledik maçı.

Arka arkaya oynanan 2016 ve 2020 şampiyonası elemeleri arasındaki yol hikayeleri arasındaki uçurumu sadece oynanan futbol, oynayan futbolcu, oynatan teknik direktör faktörleriyle açıklamak geniş çerçeveyi görmeyi engelleyebilir. Sadece Şenol Güneş'i göklere çıkarmak, yeni jenerasyondaki gençlerin karakter ve yeteneklerini övmek çok daha önemli olan faktörlerin üstünü kapatabilir.

2002 DÜNYA KUPASI'YLA GÖZÜNÜ AÇANLAR

Bugünkü A Milli Takım kadrosunun yaş ortalaması 24. Türkiye'nin ilk defa Avrupa Futbol Şampiyonası'na katıldığı yıl ise 1996. Yani bu takım eğer bir insan bedenini oluştursa, doğduğunda yaşadığı ülkenin futbol milli takımı kendi kıtasının en iyi 16 takımından biriymiş. 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası oynanırken dünkü milli takımın ilk 11'inde yer alan Merih Demiral, Zeki Çelik ve Cengiz Ünder ile oyuna sonradan giren Yusuf Yazıcı ve yedek bekleyen Enes Ünal henüz doğmamıştı. 2000 yılındaki Avrupa Şampiyonası'na giderken ise 2000 doğumlu Ozan Kabak henüz bir kaç günlük ya da bir kaç aylıktı. 2002 yılındaki Dünya Kupası zaferinde sadece Emre Belözoğlu sahadaydı. Yukarıdaki isimlerden daha büyük olanlar ise çocukluklarında ve/veya ergenliklerinde 2002 yılındaki milli takımı izledi. Aynı jenerasyonun bazıları ergenliğe henüz girdiklerinde ya da profesyonel futbolculuk kariyerlerinin hemen başlarında Euro 2008'deki bitmeyen inatla başarıya ulaşan takımı izleyerek büyüdü.

HEZİMET DEĞİL ZAFER HİKAYELERİ

Bugünkü milli takım oyuncuları, aralardaki hayal kırıklıkları dolu şampiyonaya gidememe hikayelerini bir kenara bırakırsak milli takım tarihinin en başarılı döneminin içine doğdu ve böyle büyüdü. Futbolla ve milli takımla olan bağlarını yaratırken ve kariyerine dair hayallerini kurarken bu başarılı yıllar yaşanmaktaydı. Yani başarı bir melekeye dönüşmüştü. 25 yılda 4 şampiyonaya katılmak az gibi gözükse de (Almanya'yla karşılaştırırsan her şey az gözükebilir) 1996'dan önce en son 1954'te Dünya Kupası'na gidebilmiş bir milli takım tarihi için azımsanamaz. Başarıları izleyerek büyüyen insanlar başarılı olmaya daha yatkındır. Yani her gün „İngiltere'den 8 gol yemiştik“ hikayesiyle büyümek ile „Dünya Kupası'nda/Avrupa Futbol Şampiyonası'nda 3. olduk“ hikayeleriyle büyümek arasında yaratacağı özgüven arasında bile büyük fark vardır. Başarının ne olduğunu bilmek ona ulaşmak ve onu yükseltmek için önemli bir temel oluşturur. Dortmund'daki futbol müzesindeki gördüğüm bir çocuk kitabının adını söylediğimde bu anlattıklarım biraz daha netleşecektir. 2014 Dünya Kupası'nda kupayı kazandıran golü atan Mario Götze'den esinlenerek yazılan kitabın adı ''Mario'nun Rüyası''.

Türkiye futbolunun hem kulüp hem de milli takım bazında başarılı yıllar yaşarkenki dönüşümlerine bakarsak da yabancı oyuncu sayısının önce 3, sonra 4 ve sırasıyla artarak 14'e kadar dayanmasının ve bu kuralların da etkisiyle aynı süreçte yurt dışına sürekli oyuncu yollayabilen de bir futbol ülkesine dönmemizin de bir etkisi var. Yani Türkiye'de futbol dışarıya ne kadar çok kapılarını açmışsa o kadar çok uluslararası futbol turnuvalarına gidebilmiş. Umarım kulüplerde milli marşı okuyan futbolcu kalmadı gibi bahanelerle eskiye dönülmez...

Tüm yazılarını göster