Türkiye'de tüm kültürel alanlar kendi içine kapanırken, kitap genişleyip çoğalarak varlığını koruyor. Memleketin kültürel kodlarında öyle aman aman bir kitapseverlik olmadığı malum. Bizim gençliğimizde, Türkiye'nin nasıl da az kitap okuduğundan yakınılırdı. Çetin Altan'ın Türkiye insanını İsviçre köylüsüyle karşılaştırdığı ironik yazılarını hepimiz acıklı bir ruh haliyle okurduk. Hayır şimdi de İsviçrelilerden daha çok okuduğumuzu sanmıyorum. Ama bir şeylerin değiştiği muhakkak.
Sık telafuz edilen ama bir türlü bellenemeyen yayıncılık verilerine uzun uzun girmeyeceğim. O rakamlara inanamadıkları için herhalde, kimse aklına yazmıyor. Ama doğru. Türkiye'de her yıl 50 bin çeşit, yani 50 bin tane, yani 50 bin farklı kitap yayımlanıyor. Hadi bunun içinden ders kitaplarını akademik kitapları filan düşersek geriye 30 bin gibi etkileyici bir rakam kalıyor... Basılan kitap sayısı 350 milyon, sektör büyüklüğü 2.5 milyar dolar... Yani Türkiye kitaba eskisine göre çok daha iyi davranıyor.
Hadi inadırıcılığımızı artırmak için rakamları biraz daha detaylandıralım. Yazıyı bir ekonomi yazısına benzetme pahasına. (O kadar bilgisayar icad olundu ama hala bu istatistikçiler iki sene geriden geliyor. Bunu da anlamış değilim). 2014 yılında toplam 50.752 başlık kitap üretilmiş. Konularına göre dağılımı şöyle: 9542 yetişkin kurgu (yüzde 18,8), 11.652 yetişkin kurgudışı (yüzde 22,96), 6889 çocuk ve gençlik (yüzde 13,57), 12.380 eğitim (yüzde 24,4), 7171 akademik (yüzde 14,13), 3118 inanç (yüzde 6,14). Türkiye yayıncılığı büyüme hızıyla dünyada on ikinci. Yani her şey pek parlak görünüyor.
Hep söylenir, savaşta Avrupalılar konser dinlemekten vaz geçmemişler. Nasıl yapmışlar bilmiyorum ama iyi yapmışlar. Bizde durum pek öyle olmuyor. Siyasi ve ekonomik krizlerden, önce kültür olumsuz etkileniyor. Kentin içlerine ilerleyen, gündelik hayatı kaplayıp her tür kamusal alanı tehdit eden terör, darbe girişimi, siyasi krizler sinema gibi, müzik gibi kitabı da olumsuz etkiledi. Kitap satışlarının son dönemde düştüğü söyleniyor. Buna rağmen mesela bir Cumartesi günü Cevahir D&R'a gidin, indirim yapmış Mango mağazasına girmiş gibi olursunuz. Yürünemez bir yoğunluk, dağılmış, birbirine girmiş raflar, upuzun kasa kuyrukları. Baş edilemez bir kalabalık. Bu insanlar için kitabı çekici kılan ne? Ulusal ve evrensel iki ana sebep var sanırım.
Evrensel sebep kitabın, özellikle basılı kitabın bir arzu nesnesi olarak popülerliğini artırıyor olması. Evet bu içerik bakımından pek iyi bir haber değil. Kitabın bir tüketim nesnesi olmasıyla, insanların sehpalarının üstünü, evlerini okumadıkları kitaplarla doldurmaktan çekinmemeleriyle ilgili bir durum. Bu öyle bir durum ki kitap, binlerce yıllık bir bilgi teknolojisi olmasına rağmen varlığını koruyabiliyor. Hem de bütün rakiplerini yenerek.
Geçenlerde Slate'de okudum; e-kitap'taki büyüme durmuş. Artık e-kitap'ın, basılı kitabı yok edeceğine pek inanan kalmamış. E kitap ve basılı kitap, farklı amaçlar için kullanılan ve birbirini tamamlayan iki farklı format olarak kabul görüyor. Aynı yazıda kitabın bu badireyi daha önce de defalarca atlattığından bahsediliyor. 1894'te gramafonun yaygınlaşmaya başlamasıyla ilk dile getirilen şeylerden biri kitabın sonunun geldiğiydi. O zaman birileri bugün bizim 'seslikitap' dediğimiz şeyin basılı kitabın yerini alacağını düşünüyordu. Aynı şey daha sonra sinema, radyo, televizyon, internet ve akıllı telefonlar çıktıkça tekrarlandı durdu.
Türkiye'de kitabın vazgeçilmezliği sanatçının değil ama sanatseverin içine kapanmasıyla alakalı gibi görünüyor. Hayır modernleşmenin getirdiği yalnızlaşan bireyden söz etmiyorum. Evet o var, bu zaten evrensel bir durum. Ama tekinsizleşen hayatın, toplumsal gerilimlerin evine kapattığı Türkiye insanının yalnızlığı daha farklı, daha katmerli bir durum. Akrabalık dışında sosyalleşmenin en aza indiği hayatlarda kitap en iyi sığınaklardan biri. Tıpkı yazmak gibi, okumak da yalnız başına yapılan bir eylem. Her an çantadan çıkıp kişiyi çevresinden ve hayattan soyulayacak ama başka alemlere bağlayıp, siyah beyaz bir dünyada renkli düşüncelere dalmasını sağlayacak vazgeçilmez bir nesne bu. Evde geçen gecelerin televizyon dizileriyle rekabet edebilecek yegane seçeneği kitap.
İşin yararlık faslına baktığımızda da hala en özgür medyanın kitap oldğuunu söyleyebiliriz. Evet sosyal medya dahil her şey anlık kontrol altında. Kitap ise işsiz kalmış gazetecilerin, akademisyenlerin kendini en iyi ifade edebileceği mecra olarak varlığını koruyor. Üstelik sözün ağırlığını artıran, kalıcılaştıran bir mecra. İmza günleri, söyleşiler derken yüzyüze buluşmalara ve dayanışmaya da imkan veriyor. Dolayısıyla bu yılki İstanbul Kitap Fuarı'nın her zamankinden çok daha politik bir atmosferi olacağını söyleyebiliriz. Bakalım, göreceğiz...