Basit goller yemedik!
Bazı çocuklar gibi bir gün annesinin götürdüğü hafta sonu spor okulunda futbol oynarken keşfedilmiyor Rahile Hanahmedova. Çocukluğu yetimhanede geçiyor. Ve basit goller yemiyor, kontrataktan goller atıyor.
Ayşe Özlem İnci
Rahile Hanahmedova kırk altı yaşında. Bu sürenin yarısı sayılabilecek bölümünde profesyonel olarak sahalarda müsabakalara katılmış. Kendisiyle sohbet ettikten sonra kafamda dev bir futbol sahası düşündüm. Sahanın yarısı Bakü’den, diğer yarısı ise İstanbul’dan oluşuyor. İşte Rahile Hanahmedova’nın hayatı neredeyse böyle bir sahada geçiyor. O anlatıyor, biz dinliyoruz.
"Yetimhanede büyüdüm. Bazen hafta sonları bazı çocukların anneleri, babaları ziyarete gelirdi. Bana kimse gelmiyordu. Annem de babam da yoktu çünkü. Orada herkes kardeş gibiydi. yetimhanede iki erkek çocuğu büyüttüm. O çocukların annesi babası annesi babası geliyorlardı. Ben onlarla ilgileniyorum diye, anneleri bana da elbise alıyorlardı. O çocukları koruma altına almıştım. Bazen şiddet görüyorduk. Kendimizi korumaya çalışıyorduk. Bir yerim şişmediği zaman seviniyordum. Oh, bugün bir şey olmadı, diyordum. Mesela birine bir şey oluyordu, onun bağırış çağırışları etkiliyordu bizi."
Yetimhanenin can sıkıcı ortamını anlatırken aralara hep "Sporu çok seviyordum," cümlesini coşkuyla iliştirmeden edemiyor. Anlattıklarını dinlerken aslında topun değil de sporun peşinden nasıl koşturduğunu anlatıyor.
"Sporu çok seviyordum. İdman dersi vardı. Çok düşkündüm bu derse. Teneffüslerde de üstümdeki eteği çıkartıp erkekli kızlı futbol maçı yapardık. Erkeklerin yarışları olduğunda ağlıyordum, beni de alın, diye. Hep kendimi spor konusunda yetiştirmeye çalıştım. Hentbola başlamıştım bir dönem ama aklım hep futboldaydı. Bir gün keşke kadınlar için takım açılsa da beni de takıma alsalar ne olur Allah’ım, diye dua ediyordum. İdman dersindeki hoca çok ilgilendi benimle. Futbolu çok sevdiğimi biliyordu. Bir gün beni başkente götürdüler. 14-15 yaşlarımda başkente gittim. Çok çalıştım. Yoğun ve ağır antrenmanlar yaptık. Milli takıma seçildim sonra. Spor akademisi için her sene yılda beş kişiye burs veriliyordu. Onlardan biri de bendim. Hem yetenek hem de akademik derslerden sınavlara girdim. Testlerden geçince, milli takımda da oynayınca okula girmem kolay oldu."
Akademiye geçince üniversitenin yatakhanesinde kalmaya başlıyor. Ama yemek vermedikleri için para kazanmak zorunda kalıyor. Futbol oynarken az para kazandığı için jinekolog bir ailenin evine yardıma gitmeye başlıyor. Hatta bazen sabahları okula, okul çıkışlarında antrenmanlara, akşamları da bu ailenin yanında kalıyor. “Bana çok yardımları dokundu,” diyerek de haklarını teslim etmek istiyor. Oynadığı takımlardan konuşuyoruz sonra…
"İlk sene 'Terakki' diye bir takımda oynadım. Sonra bu kulüp kapandı. 'Bakili' diye yeni bir takım açıldı yerine. Dört sene oynadım o takımda. Yılda on iki takımla maç yapıyorduk. Onlar bizim sahaya gelirdi, biz de onların sahasına giderdik. Bir gün Moldova takımıyla maç yaptıktan sonra antrenörleri benim oyunumu çok beğendi. Solağım ben, golcüydüm. Teklifte bulundular kendi takımlarında oynamam için. Dokuz ay da orada oynadım. Parasızlıktan o takım da kapandı". "Bir de hemen ardından "Maaş vermeyince onlar tek başıma geçinmek zordu. Takımdaki kadınların durumu iyiydi benim öyle değildi. Üstüme hiçbir şey alamıyordum. Sonuçta artık genç kız olmuştum. İnsan güzel giyinmek istiyor. Çok üzülüyordum o zamanlar..."
Kapanan takımların erkek takımlarının da olup olmadığını merak edip sordum. Genellikle kulüpler parasızlıktan bahsettiklerinde ‘kadın takımları’nı kapatmayı tercih eder çünkü. “Evet,” cevabını veriyor. Futbol oynadığı bazı dönemlerde para kazanamadığını söyleyince, aynı kulübün erkek takımındaki futbolcuların para alıp almadıklarını merak edip soruyorum. “Tabii, alıyorlardı onlar, erkekler her zaman daha çok kazanırlar,” diye merakımı gideriyor.Erkekler daha çok kazanıyorlar tabii, diye tekrarlıyorum. Âdeta bu cümlemdeki pası alıp gole gidiyor sohbetiyle.
"Evet, tabii erkekler çok para kazanıyorlardı. Diyordum ki, Allahım beni niye erkek yaratmadın? Hep onlara özeniyordum. Saçlarımı kısa kestiriyordum. Fotoğraflarımı bir görsen hep öyleydi. Hoca saçlarımız uzun olunca kızıyordu. Gözümüzün önüne gelsin istemiyordu saçlarımız. Ya saçı kestir ya topla, diyordu hep. O yüzden hep erkek gibi kestiriyordum. Yürüyüşüm filan da erkek gibiydi. Erkek arkadaşım vardı. Bana hep, erkek gibi yürümeyi bırak artık, tamam futbol oynadın ama sen kadınsın, yürümeni değiştir," diyordu.
Halbuki sizi sahada görüp aşık olmuştu?
"Evet, havalı oynuyordum tribünde beni izlediğini düşündüğümde. Daha çok çalım atmaya çalışıyordum beni izlemeye geldiği maçlarda. Ama işte bir zaman sonra ailem futbol oynamanı istemiyor, biraz kadın gibi giyin, demişti bana."
Siz ne dediniz o zaman kendisine?
"'Ne yapayım ben böyleyim, kendimi değiştiremem ki,'" diyordum. Şimdi de aynı. Kadın gibi giyiniyorum ama, erkek gibi yürüyorum. Bitti tabii o zaman o ilişki."
Şu an hayatınızda biri var mı?
"Hayatımda biri var. Sekiz senedir beraberiz. O da sporcu, güreşçi. Bıraktı güreşi. Bence bir sporcu ancak bir sporcuyla anlaşır. Birlikte yaşıyoruz, imam nikahı var ama ben evlilik istemiyorum. Sporcu olmamdan da kaynaklanıyor bu. Ben özgürlüğe alıştım. Kendim gidip geldiğim yerlere karar vermek istiyorum. Kendim tek başıma çalıştım, çabaladım. Kendime bir ev aldım. Kim nasıl düşünür bilmiyorum ama, spor öyle bir şey ki insanı her yere çekiştiriyor. Çakılı kalamıyorsunuz bir yerde. Bakın şimdi ben kırk altı yaşındayım ve futbola açığım. Beni şu an bir takıma çağırsalar, gider oynarım. Kendime güvenim sonsuz. Bu spor sayesinde oldu."
Sahanın diğer yarısından muhabbete koşmaya devam ediyoruz.
"İstanbul’da da Bakü’deki gibi fazla sayıda takım vardı. O dönem Dinarsu Kadın Futbol Takımı çok iyiydi. Orada oynamak çok istemiştim mesela. Ama her takımın iki yabancı oyuncu oynatma hakkı vardı. Onlar önceden aldıkları için Taç Spor Kulübü’yle anlaştım. Akademide okurken son iki sene İstanbul’a gidip geliyordum. İlk üç ay antrenörün evinde kaldım ailesiyle birlikte. “Kulüp evi” gibi bir evde kaldık sonra. Taç Spor karşılıyordu evin kirasını, yemeğini. Beni ve bir azeri arkadaşımı almıştı kulüp. Bize 100 dolar veriyorlardı. Hiç aklıma gelmezdi Türkiye’ye gelip oynayacağım… Oradan buraya transfer olduğumda çok heyecanlanmıştım. Yirmi iki yirmi üç yaşlarındaydım.
Türkiye’de dört sene oynadım. Takım kapanınca başka takımlara gitmek istemedim. Sonra bana iş teklifleri geldi. Mağazada çalışmak gibi. Çok iş değiştirdim. Paranın gücüne baktım. Böyle işlere başlayınca sadece hobi olarak kızlarla takım kurduk. Erkeklerle pastasına maçlar filan yaptık. Hâlâ hobi olarak futbol oynuyorum."
Yirmi yılı aşkın bir süredir burada yaşayan bir kadın olarak Türkiye’de ve Azerbaycan’daki son gelişmelerle ilgili de söyleyecekleri dinlemek istiyorum. Türkiye’deki kadınlar için ne düşünüyorsunuz, diye soruyorum. Biraz tedirgin oluyor yanıtlarken.
"Kadınlar kesinlikle haklarını korumalılar."
Tedirginlik hâli yüzünden gitmeyince devam edemiyorum. Bu kez Aliyev’in eşini başkan yardımcısı yapacağım, demesini nasıl karşılıyorsunuz, diye soruyorum. Önceki cevabındaki tedirginlik yerini rahatlamaya bırakıyor.
"Tuhaf geliyor bana. Aslında bir yandan da şunu düşünüyorum. Aliyev sporu çok seviyor. Sporcuları çok destekliyor. Belki de güzel bir şeyler olur. Orada yaşamadığım için artık çok da yorumlayamıyorum."
Onca şey konuştuktan sonra, hangi takımlısınız, sorusunu henüz soruyorum.
"Koyu Beşiktaşlıyım. Çok seviyorum. Her zaman Beşiktaş’ı tutmuşumdur."
Laf Beşiktaş’a gelince Şenol Güneş ismine depar atıyorum.
"Şenol Güneş iyi bir teknik direktör. Takıma da yakışıyor. Şenol Güneş şu an burada olsa, ya ne olur beni de bütün maçlara götürün hiç değilse bir gün takımla antrenmana çıkayım ben de, derdim. Onun yanında yedek kulübesinde duruyor olmak bile benim için unutulmaz olur. Şu an baya iyi futbolcular transfer etmiş. Hepsinden ayrı ayrı imza isterdim. Konuşmak isterdim onlarla.
Bak mesela Demba Ba geri dönmüş yine. Ben genelde siyahi oyuncuları severim. Her zaman Nijerya, Kamerun ve Arjantin takımlarını sevmişimdir. Siyahi oyuncuları çok beğenirim. Hızlı ve iyi oynayanlara bakın, hep siyahi. Diğer branşlarda da çok iyiler. Boksta da mesela… Beyazlar da iyiler ama ben siyahi oyuncaları daha fazla beğenirim. Bende de onların düşkünlüğü var."
Size antrenör olarak teklif gelse kabul eder misiniz, diye sorunca...
"Tabii ederim ama kulüpler genelde erkek antrenörleri tercih ediyorlar," diyor.
Tüm bunlar konuşulduktan sonra masada yanında getirdiği eski takım fotoğraflarını gösterirken birden bana filleri ne kadar çok sevdiğinden bahsediyor.
"Filleri çok severim biliyor musun… Yetimhanedeyken perşembe günleri film getirirlerdi. Bir tane film getirdiler bir gün. Yavru fil annesini kaybediyordu. O zaman çok ağlamıştım. Filin yavrusu kuyuya düşünce annesi çıkarmaya çalışmıştı. Her şeyim filli oldu şimdi. Bir de bize yemekhanede çok yarma yedirirlerdi. Özgürleştiğimde evime hiç yarma sokmadım. Hiç yemek yapmadım öyle."
Susuyor ve topun peşinde koşuyoruz... Hayallerinin peşinde düşe kalka koşan iki kız çocuğu gibi...