Dolu Kadehi Ters Tut, bir dönem ortalığı saran tuhaf isimli gruplar arasından sıyrılan, kendilerince bir yol çizerek yürüyen ekiplerden. 2017 yılının yaz aylarında dinleyiciyle buluşturdukları “Evim”, sevdiğim şarkılardan: “Evim güzel evim” kalıbıyla başlıyor, bir ev güzellemesine dönüşüyor: “Taş ve topraktan oluşma cennetim” Sonrasında “Mavi gök, hoş ve temiz, kumsalda yalnızca biz / Biraz müzik, biraz şiir, biraz deniz” dizeleriyle süren şarkı, esasen bir aşk şarkısı ama bugün, bu kısmıyla ilgilenmeyeceğim, sözü bu şarkıdan açarak başka bir noktaya ilerleyeceğim…
Bir haftadır evdeyiz. Sebebi malum. Uzun uzun anlatmaya gerek yok –ki geçtiğimiz hafta yayımlanan yazım korona sonrası, ona atıf yapan yazılardan biriydi. Yazıda, hastalıktan söz eden şarkıların küçük bir kısmını anmıştım. Bugün, evden sesleneceğim ve dikkati evlerde geçen şarkılara çekeceğim. Elbette bir yazı sınırında hepsinden söz etmem mümkün değil, hatta sadece üç-beş şarkı girecek yazıya ve muhtemelen bir sürü güzel şarkıyı unutacağım ama ben ilk kibriti çakayım, sonrasını siz getirin. Belli ki evde geçecek günlerimiz biraz uzun sürecek. Karantinadayız. Bunu yapmak zorundayız, zira virüs hızla yayılıyor. Birileriyle temas ettiğimiz anda risk altına giriyor, temas ettiğimiz/edeceğimiz insanlar için bir tehdit oluşturmaya başlıyoruz. Bunu önlemek için yapılabilecek tek şey, dış dünyayla teması asgariye indirmek. Şüphesiz bunu yazarken zorunlu olarak işe gidip gelecek insanları kapsam dışında tutuyorum ama onların da bu haktan faydalanabilmesi için bir an önce yeni düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Kararlar yazık ki geç alınıyor. Umarız, en azından bundan sonraki süreçte bu durum değişir, karar alma, önlemleri uygulamaya koyma hâli biraz daha hızlanır. Yoksa iş işten geçmiş olacak ve en yetkili ağızdan eleştirdiğimiz Batı ülkelerinden daha beter duruma düşeceğiz.
Felaket senaryoları düşünmek de fena. Bu ara, gelecek güzel günlerin hayaliyle yaşamak gerekiyor. Bunun için de müzik, biçilmiş kaftan. İki gün önce, bir arkadaşım, uzaktan uzağa yaptığımız sohbette hayattaki en büyük motivasyon kaynağımı sordu. Tereddütsüz müzik cevabını verdim. Öyle çünkü. Sadece işim değil, beni hayata bağlayan şeylerin en büyüğü. Yanına sinemayı, şiiri ya da genel olarak kitapları, çizgi romanları ve daha pek çok şeyi koyabiliriz ama müzik, hepsinden önde. Şarkılara sığınmak, hele hele benim yaptığım gibi onlar hakkında bir şeyler araştırmak, bulmak, karantinayı katlanır kılan şeyler. Bir şarkının peşine düşmek ya da bir kelimeden yola çıkarak yapılmış şarkıları bulmak, aynı zamanda oyun gibi. Bu haftaki oyunu kurarken temayı ev olarak belirledim, ilerliyorum. İlk şarkıyı Dolu Kadehi Ters Tut seslendirdi –ki şarkının ilerisinde karşılaştığımız dizelerden kumsal ve denizi çıkartırsak şu anki durumumuza geliyoruz. İkinciyi şarkıyı da onlar seslendirsin. Bu kez, 2015 yılındayız. “Polonya’nın Başı Belada” başlıklı albümlerinden “Ev Boş”u dinleyelim: “Haydi gel ev boşmuş gibi yapalım / Kahve, muhabbet, iki şekerli? / Karnın acıkırsa mutfağa bakalım / Dolapta yumurta ve süt var, yeterli…” Kaç zamandır bakmadığımız dolaplarımız bu ara çok mutlu değil mi? Yumurta ve süt yetmez elbette ama onlarsız nice dolap varken bugün hepsinin dolduğuna şahit oluyoruz. Üstelik bu şarkıda, içinde yaşadığımız durumun sonrasına dair de bir ipucu var: “Utanmadan, sıkılmadan takılırken geçti zaman…” Elbet geçecek, elbet bu musibet bitecek. Sonrası, iyilik güzellik.
“Evler”i şiire taşıyanlardan biri, Behçet Necatigil. 1953 yılında ilk baskısı yapılan kitabının adı bu. Evi, evleri seviyor. Şiirinden bestelenen şarkı çok değil ama biri var ki, sokaktan eve yol alırken akla düşmemesi imkansız. Erol Evgin’in seslendirdiği bir Teoman Alpay bestesi bu: “Hani Bir Sevgilin Vardı”. Necatigil’in “Gizli Sevda” adlı şiirinden uyarlanmış: “Hani bir sevgilin vardı / Yedi sekiz sene önce / Dün yolda rastladım / Sevindi beni görünce…” Bu ara böylesi karşılaşmalar mümkün değil ama evdeki sohbetlerin derinleşmesi, kimi yeni hikâyelerin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Buradaki eski sevgili, evdeki insana “bir suçlu gibi ezik” selam söylüyor. Bu şiiri bestelenmiş ama Necaatigil’in “Evler”inden çok şey çıkabilir.
Ev, sadece Necatigil şiirine mahsus değil. 1932 yılına gidelim… Nâzım Hikmet’in o yıl yayımlanan “Benerci Kendini Niçin Öldürdü” kitabında rastladığımız şiir, “Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri” başlığını taşıyor. Ev, şiirin kırılma noktası çünkü aslında bir hayalin simgesi: “O mavi gözlü bir devdi / Minnacık bir kadın sevdi / Kadının hayali minnacık bir evdi / bahçesinde ebruliii / hanımeli / açan bir ev.” Oysa ev, şiirin sonunda, bir hayal kırıklığının simgesi oluyor: “Mini minnacıktı kadın / Rahata acıktı kadın / yoruldu devin büyük yolunda / Ve elveda! deyip mavi gözlü deve / girdi zengin bir cücenin kolunda / bahçesinde ebruliiii / hanımeli / açan eve // Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev / dev gibi sevgilere mezar bile olamaz / bahçesinde ebruliiiii / hanımeli / açan ev…” Şiir, 1975 yılında Kerem Güney tarafından bestelendi ve bir 45’lik plak aracılığıyla dinleyicisiyle buluştu. Güney’in, arabeskten toplumcu hatta dümen kırdığı plak bu. Öncesinde “Elveda Meyhaneci” var, sonrasında “Aldırma Gönül”. Her anlamda memleketin en iyi bestecilerinden biri olduğu aşikar.
Günümüze döneyim… Ev denince akla gelen şarkılardan biri, Yüzyüzeyken Konuşuruz imzalı “Kendi Evimde Deplasmandayım”. Topluluğun bir diğer şarkısının adı “Cenaze Evi” ama eve kapanmamız, o güzel evleri cenaze evine çevirmemek için. Hemen hemen aynı dönem yapılmış bir başka şarkı, Büyük Ev Ablukada işi “En Güzel Yerinde Evin”. Bu bahiste bir İkiye On Kala şarkısını, bu ara yapılmayacak şey kontenjanında anayım: “Bakkala Diye Çıkıp Sana Gelesim Var”. Çıkmayın, evde oturun. Bu ara yapılabilecek tek iyi şey bu. Bu yüzden, “Evdeki Ses”ten de söz etmeyeceğim. Bilen şarkıyı biliyor, neden görmezden geldiğimi de bilir.
“Evlerinin Önü Boyalı Direk”ten “Hatçem”de geçen “denizin dibinde demirden evler”e uzanan bir külliyat da türkülerde ama onlara da hiç girmeyeyim. Hem daha bir süre daha evdeyiz gibi görünüyor. Kim bilir, önümüzdeki haftalarda belki bu bahsi derinleştiririm.
Sona doğru biraz ciddileşeyim ve iki şarkıyı anayım. İlki, Ezel Akay filmi “Nerdesin Firuze” ile yeniden gündeme gelen Orhan Gencebay şarkısı, “Ya Evde Yoksan”. Filmi ya da en azından klibi izleyenler, sonuna Demet Akbağ’ın yaptığı katkıyı unutmamıştır: “Olur mu öyle şey çocuklar? Ben hep evdeyim!” Bu ara söylememiz gereken, şarkının bu kısmı. Haklısınız, bahar geldi, insanın içi kıpır kıpır ama evden çıktığımız taktirde önümüzdeki gelecek baharları kaçıracağız…
Yazının sonunu getirecek şarkı, Kumdan Kaleler repertuvarından: Metin Altıok dizelerinden uyarladıkları, ilk ve tek albümleri “Denize Doğru”nun kapanışını yapan “Evde Yoklar” –ki aynı şiiri, Güvenç Dağüstün, farklı bir besteyle yorumlmıştı. Hep evdeyiz demek için çabamız. Bir gün gelir şu musibet yüzünden bu bozulursa, birileri bizim için “evde yoklar” derse, fena. Tam da bunun için #EvdeKal diyoruz.
Altını çizerek bitireyim: Bu baharı kaçırmamak için sokağa çıkarsak başka baharları kaçırma olasılığımız yüksek. Varsın hayatımızdan bir bahar eksik olsun ki onu da pencereyi açarak eve buyur edebiliriz aslında. Bence iyi formül.