Duydunuz mu? Geçen hafta spor dünyasında neler neler oldu? Beşiktaş’la Fenerbahçe arasında oynanan derbiden bahsetmiyorum tabii. İlla ki Talisca-Volkan-Beşiktaş-Fenerbahçe-Başakşehir eşkenar beşgeninden haberiniz vardır. Ben başka bir şey diyeceğim. Mesela tenis diyeceğim, belki biraz da güreş ve bisiklet. Hadi birbirimizi kırmayalım, üstüne de bir tutam ayak topu serpeceğim. Bunların bir kısmını duydunuz ama sesi cılızdı sanırım tam işitemediniz. Diğeri ise ya görevine geri iade edilmek için ya da en azından oğlunun cenazesine kavuşmak için aylardır açlık grevi yapanların sesi kadar gürdü. Duymak istemeseniz de duyarsınız. Kaçamazsınız.
Tenisle başlayalım dilerseniz. Yani misak-ı milli sınırlarına çıkalım. Sonra yine buralara geri geliriz. Meldonyumun kurbanlarından birinin ünlü Rus kadın tenisçi Maria Sharapova olduğunu duymuşsunuzdur. Kendisi 15 ay ceza aldı. Zaman hızlı, zaman saman altından su gibi yürür. Yine öyle yaptı. 1 yılı aşkın sürelik sayılı gün geçti geçti. Bu sürede Masha, bir kısım meslektaşından destek görürken bir kısmından ise hakaretle karışık köstek cümleleri işitti. Kanada’nın ha oldu ha olacak denen tenis yıldızı adaylarından Eugenie Bouchard ikinci kategorideydi. Genç rakete göre Rus rakibi ‘hilekar’dı. Yan yollara sapmış, milyonların güvenine ve sevgisine ihanet etmişti. İşte bu ikili geçen hafta Madrid’de karşılaştı. Olay beklemeyin olmadı. Maç oynandı. Bouchard, Madrid Open’da üçüncü tura çıktı. Masha yenilgi sonrasında rakibinin elini sıktı. Verdiği tek tepki ise hiç konuşmamaktı. Yani bu topraklarda pek paha etmez cinsten bir maç oldu. Olaysız.
GİTTİ BECKER GELİYOR MU AGASSİ?
Kortlardan devam edelim dilerseniz. Novak Djokovic. Rafael Nadal ve Roger Federer’in gerileme dönemi onun için yükselme dönemiydi. Sırp raket glütensiz deyimini spor hayatına soktu desek yanılmış olmayız. Her kim ki başarısında yana mevzu açsa, Nole hep diyetinden bahsediyordu. Adeta yeniden doğmuş, Grand Slam’lere ambargo koymuştu. Bu dönemde de yanında hep bir efsane Boris Becker vardı. Ancak Sırp oyuncu için geri gidiş beklenilenden erken geldi. İşler kortta pek istediği gibi gitmemeye başladı Djokovic’in. Becker’le de yollar ayrıldı. Tabii bu anlattıklarımın yeni bir yanı yok. Geldi geçti. Eeee peki neden bu yazının içinde kendisine yer buldu. Çünkü Becker’i aktif bir şekilde kortlar çeken Novak Djokovic, bu kez başka bir efsane için girişimde. Andre Agassi. Nelo-Agassi işbirliği ne getirir bilmek zor. Ancak kort kenarında Agassi’yi görmek birçok sporseveri heyecanlandırır. Bu kesin.
BAS PEDALA İTALYA’DA
Kort çok dar geldiyse biraz daha vizyonumuzu genişletelim ne dersiniz? Daha havadar yerlere gidelim. Mesela İtalya’ya. Pedal çevirmeye hazır mısınız? Zira memleket için sesi cılız kalan, dünya için ise bangır bangır konuşulan Giro D’Italia nam-ı diğer İtalya Bisiklet Turu devam ediyor. Etaplar geride kalıyor. Pembe mayo ise sahibini arıyor. Pedallar Çizme’de –dile kolay- 100. kez çevriliyor. 100. İtalya Bisiklet Turu’nda belki Chris Froome ya da Alberto Contador gibi yıldızlar yok ama yerlerine Nairo Quintano ve Vincenzo Nibali var. Bu heyecan kaçar mı? Kuşkusuz kaçırabilirsiniz ama bu beraberinde birçok şeyi de kaçırmak demek olur.
TAHA’YI DAHA İYİ NASIL ANLATABİLİRSİNİZ Kİ
Bu kadar açık alan gezmesi yeterli derseniz sizi salona davet ediyorum. Rio’da minderden Olimpiyat altını çıkaran Taha Akgül, kariyerinin 5 Avrupa şampiyonluğuna ise Sırbistan’da elde etti. Ve Taha, bize bir söz bırakmadan kendisi için bulunabilecek en iyi sözü de kendisi söyledi: “Atletizme baktığımız zaman aklımıza ilk gelen Usain Bolt’tur. Şu an güreşte de ben oyum. Benim bu başarım 150-200 yıl sonra konuşulacak başarılardır.” Henüz 26 yaşında. Şu an omzundaki apoletleri sıralamak gerekirse son Olimpiyat, Dünya ve Avrupa şampiyonu. Bolt benzetmesi çok abartı oldu diyenler olursa bunu hatırlatmak lazım. Hak ettiği ilgiyi görmek için daha ne yapsın Taha? Belki birilerine laf atabilir. Tartışma iyidir nasılsa değil mi! Sadece işini yapan hatta başarıyla yapanların esamesi bir-iki günlük bu topraklarda. Halbuki Taha, Nazmiye Muratlı ve kadın voleybol takımlarımızdan daha başarılıları var mı Türkiye’de? Peki, ne kadar değer verdik ki onlara? Ya da ne kadar değer veriyoruz ki genel anlamıyla spora? Sorular benden, cevaplar vicdanlarımızdan.
KÖHNEMİŞ FUTBOL FİKRİYLE MÜCADELE ZAMANI
Bir futbol biliriz, severiz. Onu da kendimize kadar severiz. Yani tartışma varsa severiz. Yoksa şu an içi kokuşmuş, tribünden taraftarın elinin ayağının çektirildiği ‘Süper ötesi Ligi’mizin görece manasız maçları yerine Hırvatistan’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası’nda harikalar yaratan U-17 Milli Takımımızı başarıları doldururdu gazetelerin sayfalarını. Zira bu başarıyla genç ay-yıldızlılarımız Dünya Kupası’na gitme hakkını da elde etti. Ama biz sığ şampiyonluk mücadelesinin, bitmeyen kavgaların peşinde ömür tüketiyoruz. Halbuki Nuriye Gülmen, Semih Özakça ve Kemal Gün’ünki kadar gür çıkmalı sesimiz. Onlar kadar kararlı olmalıyız belki. Sadece bizim yarattığımız sanal futbolun gölgesinde kalmak istemediğimizi bağıra bağıra anlatmalıyız.