Baskın seçimlerde genel durum analizi ve 'Kürtleri anlamak' üzerine

En son seçimler ve ittifaklar üzerinden geliştirilen ötekileştirme pratiklerinin yarattığı reaksiyonel tutum, Kürtleri özgün ve kendine has bir özne olduğunun bilinci ile hareket etmeye zorluyor. Güncel politik gelişmeler karşısında, tarihsel dayanaklar sunarak duygusal kopuşun ötesine geçen rasyonel bir kopuşa doğru bir gidişat söz konusu.

Abone ol

Mehmet Nuri Özdemir

Türkiye yeniden bir seçime doğru gidiyor.Ülkedeki siyasi kriz, başta iktidar partisinde olmak üzere birçok partide ve devletin diğer kurumlarında gittikçe büyüyor. Siyaset kurumu, toplumsal ve siyasal sorunları çözmeyi bir kenara bırakarak sorumsuz bir şekilde bencil davranmaya devam ediyor. İktidar kanadı ülke sorunlarının çözümünü değil bu sorunları araçsallaştırarak kendini yaşatma ve ömrünü uzatma derdinde. Bunun için uzun süredir tek yaptıkları şey iç ve dış politikada sürekli gerilim üreterek toplumu başkanlık sistemine razı etmek. Bunun yolu da yasal alt yapıdaki değişikliklerle sistemi seçimler yoluyla kalıcı hale getirmek. Nitekim bir yasa çıkarıldı ve seçim barajı 50+1’e çıkarıldı. Hesap kârlıydı. Yasal değişikliklerden sonra erken seçim kararı ile muhalefet hazırlıksız yakalanacaktı. Zaten erken seçim kararının hemen ardından yapılan temel propaganda, muhalefetin beceriksiz, hazırlıksız ve 'ortak aday çıkaramayacak kadar 'sorumsuz siyaset yaptığı üzerine kuruluydu. Her şey, başkanlık sisteminin inşa edilmesi için yola döşenen taşlar olarak düşünüldü ve bu plan kararlı bir şekilde hayata geçirildi. Dolayısı ile seçim aniden alınan bir karar değil çok güçlü bir hazırlık sürecinden geçirilerek alınan bir karardır.

AKP'DE DAVA BİTTİ, AMAÇ İKTİDARINI SÜRDÜRMEK

Yaşanan krizin temel nedeni, iktidarın kötü yönetmesi ve çürümesi ile ilgilidir. Baskın seçim ile birlikte iktidarın bazı pratikleri bu çürümeyi ispatlıyor, önceden hazırlanmış ekonomik paketler ve seçim rüşvetleri 90'lı yıllardaki sıkışmışlığı hatırlatıyor. Gül’ün tehdit edilmesi, adaylık için imza seçmen için 'FETÖ araştırması istenmesi, Millet İttifakı'na karşı kurulan saldırgan dil, askerin, güvenliğin ve dış politikanın seçimlere malzeme edilmesi, kör bir cesaret ile kısır bir Kürt düşmanlığının sürekli pompalanması çürümeden başka bir şey değildir.

Bu çürüme hali, toplumsal alana daha çirkin bir şekilde yansıyor. Emekliyi ikramiye ile susturuyor ama 70 yaşındaki Perihan Pulat'a sokak ortasında dayak atılıyor. Annelere yapılanlar (70 yaşındaki insanların tutukluluğu, Aysel Tuğluk ve Onur Hamzaoğlu’nun annelerinin cenazelerinde ortaya çıkan tablo asla unutulmayacaktır) hiçbir siyasi geleneğin kabul edemeyeceği bir ahlaki düşkünlük seviyesine taşındı. Erdoğan, “Hanımlar bizim baş tacımız derken” kadınlar cinayetlere kurban gidiyor, gençlerin eğitim ve muhalefet hakkı elinden alınıyor, çocuklar ölüyor, "Çocuklarımız ölmesin" diyen anneler cezalandırılıp hapse atılıyor. Birine rüşvet diğerine şiddet ile bu ülkenin yönetilemeyeceğini en başta iktidar anlamış durumda. Bu saldırganlığın ve hesapsız, kuralsız hareket etmenin nedeni rotanın kaybedilmesi, ideolojik olarak davanın yozlaşması ve AKP açısından geleceğin karanlığa gömülmesidir.

PLANLI SEÇİMDE HEDEF KÜRTLERİN SİYASET ALANINDAN UZAKLAŞTIRILMASIDIR

Bu süreç 2016 Nisan Referandumu'ndan hemen sonra başladı. Seçimlerin sanıldığı gibi anlık bir politikanın sonucu olmadığına dair en önemli emarelerden biri Kürtlere ve Kürt siyasetine dönük baskıcı, otoriter ve düşmanlaştırıcı bir politikanın uzun süreden beri devrede olmasıdır. Asıl hedef, Kürt siyasal hareketini bitirme ve çökertme üzerine kurgulandı. HDP, siyasi alanın dışına itildi, milletvekilleri ve yöneticileri hakkında yakalama ve tutuklama kararları çıkarıldı, yaptığı tüm faaliyetler basın ve medya yolu ile kriminalize edilerek parti çalışmaları toplum nezdinde itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Yanı sıra ülkenin sınırlarının dışında kalan Kürtlere karşı da bir plan vardı. Cizre, Sur ve Nusaybin ile başlayan şiddet ve Kürd’ün düşmanlaştırılması planı, Kerkük ve Efrin ile devam etti. Böylece hem Kürt hareketinin hem de Kürt halkının umudu kırılacaktı. Bu plan halen uygulamada. Bu hesabın en güncel hali baskın seçim kararı ile HDP’yi barajın altında bırakarak bölgeyi OHAL’i aşan özel kanunlarla yönetmek. Ülkede partiler üstü sorunlar söz konusu iken, Cumhur İttifakı'ndan ve ittifak hukukundan kasıt, Kürt siyasal hareketinin “parlamento, yerel yönetim ve STK”lar düzeyinde siyasete katılımının engellenmesidir.

Kürtlerin, siyasete geniş düzeyde katılım sağlayarak mahalle meclislerinden, köy ve ilçelere, gençlik, kadın, ekolojist, farklı inanç ve kimlikler düzeyinde katılımın yanı sıra bir de paradigmasal olarak krizleri çözmede model olarak görülmesi; halklar, sınıflar ve farklı kesimler tarafından ilgiyle karşılanması elbette sistemin kabul edebileceği bir şey değildi. Bunun en trajik örneği bir dönem her gün ovaya davet ettiği siyaseti tekrar dağa yollamaktı, kalan siyaset ve siyasetçiler de özel hukuk kurallarıyla baskı altına alınacak ve zindanlara kapatılacaktı.

DÜŞMANLAŞTIRICI AKIL HER ZAMAN DEVREDEYDİ

Biraz daha geriye gittiğimizde Kürt hareketini siyasetin dışına itmeye çalışan aklın sürekli devrede olduğu görülecektir. Halkların barışını getirebilecek çatışmasızlık sürecine, pragmatist ve sorumsuz yaklaşımlar bunun en somut örneğidir. Bu süreç boyunca yapılan kalekollar, barajlar ile bölgenin adeta bir savaş cehennemine hazırlandığı ortadaydı. Maalesef savaşı ve barışı araçsallaştırarak gündelik politika malzemesi haline getirmek bu ülkedeki siyasi partilerin geleneğinde var. CHP, DP, Adalet Partisi, ANAP, DYP ve AKP-MHP’nin ortak yanı, kriz aşamasında kendilerini ülkenin tek kurtarıcısı ilan etmeleridir. Bu araçsallığın telafisi yok. Sorunların daha derin güçlere havale edilmesi, sorunların derinleştirilmesinden başka bir anlama gelmiyor.

Bu yaklaşım yüz yıldır tepemizde, elinde sopası ile bekleyip sürekli bizi hizaya çekmeye çalışan efendinin kaybetme sendromundan başka bir anlam ifade etmiyor. Bu korkunun arkasında yatan temel nokta Kürtlerin demokratikleşmesi, büyümesi ve siyaset alanında ezberci yaklaşımları bozarak yeni bir soluk getirmesidir. Bu konuda iktidarın bileşenleri ve Cumhur İttifakı'nın 'ortak düşman'ı Kürt siyasal hareketidir. Tarihsel olarak kriz anında komünistlere, Ermenilere, Yahudilere saldıran resmi ideoloji 90’dan beri Kürtleri 'ortak düşman' olarak ilan etti. Öyle ki AKP iktidarı anti demokratik ve hukuksuz uygulamalarını muhalefete de dayatarak hatta muhalefeti vatan hainliği ile (vatan hainliği söylemi Türkiye’de rakibi sahanın dışına itmenin en çirkin ve maliyetsiz yoludur) tehdit ederek toplumsal öfkenin hedefi haline getirmeye çalışıyor. Dolayısıyla bu kısmen muhalefetin de işine geliyor. Muhalefet ise “Bakın biz aslında böyle olmasını istemiyoruz ama AKP bizi zorluyor, yanınızda görünsek hepimiz kaybederiz” safsatasıyla hareket ederek Kürt hareketini tavırsız ve siyasetsiz bırakma derdinde. Tabii Kürtler açısından Ahmed Arif şiirleri ölçüt olmayacaktır. Hakikat çıplaktır, nereye kadar kaçacaklar bunu anlamak mümkün değil.

HDP VE KÜRTLERİN RASYONEL OKUMASI

Kürt siyasal hareketinin bu konuda hazırlıksız olmadığı biliniyor. Hareketin temel çözüm dayanakları demokratik cumhuriyet, demokratik ulus ve ortak vatan üzerine kurulu. Kürtlerin siyaset alanının dışına itilmesi Kürt milliyetçiliğini tetiklerken siyasi hareket zaman zaman ortak vatan ve demokratik ulus ile modern ulus milliyetçiliği arasındaki dengeyi korumakta zorlanıyor. Ancak bunun aşılacağını hareketin daha önceki krizleri yönetme becerisine bakarak anlayabiliriz.

Her siyasi faaliyet, çağın değişim süreçlerini ekonomik, kültürel ve siyasal düzeyde gözetip rotasını ona göre çizmek zorundadır. Yoksa yok olup gider. Şüphesiz Kürt siyasal hareketinin başarı hikayesinin altında yatan asıl neden kendini çağın politik ve kültürel sorunlarına göre yeniden yapılandırma yeteneğidir.

Peki demokratik ulus ve ortak vatandan kasıt nedir? Ya da bu argümanlarla hedeflenen şey nedir? Bunu biraz açmakta fayda var. Kürt hareketi ulusun, devlet ile anılmasını doğru bulmuyor, çünkü devleti bir organizma olarak siyasal ve felsefi bakımdan hiyerarşi, bürokrasi ve kötülük üreten bir mekanizma olarak tanımlıyor. Devletin varlığını kabul etmesine rağmen devletin iktidar alanını demokratikleştirerek hegemonik ve iktidarcı yanını yontarak bir yönetim organına dönüştürmeyi esas alıyor. Bu süreç elbette ki uzun bir zaman alacak. 'Paket bir devrim'den öte, yaparak, yaşayarak, inşa ederek, değiştirerek siyasi, iktisadi, ulusal ve kültürel devrimi iç içe gerçekleştirmek istiyor. Bunu yaparken olabildiğince yerel talepleri evrensel değerlerle buluşturmayı ihmal etmiyor. Bu sürecin kurumsallaşmasının sonunda ulusun demokratikleşebileceğine inanılıyor. Peki bu nasıl olacak? Hangi teorik altyapıyı esas alacak diye sorduğumuzda karşımıza cumhuriyetin radikal demokrasi ile demokratikleştirilmesi çıkıyor. Beyaz, ulusalcı, muhafazakar üst tabakanın baskın kimliği demokratik halkların birliği olarak ifadesini bulan demokratik ulus inşası ile dağıtılacak ve onun yerine radikal demokratik yöntemler uygulanarak tüm farklılıkların antagonist çelişkilerine rağmen bir aradalığı esas alan paradigmasal yaklaşım devreye girecektir.

Peki 'ortak vatan' neresidir? Herkesin doğduğu, kültürünü ve dilini öğrendiği, ortak bir grubun benzer yaşam biçimlerini ve değerlerini taşıdığı yerler vatan olarak tanımlanır. Ancak vatanın tek bir ulusun hegemonyasına teslim edilmesi ile altta kalan gruplar yaşadıkları coğrafyada yersiz yurtsuz ve vatansız kalmakla tehdit edildiler. Kürt hareketine göre ortak vatan meselesi geniş anlamda halkların ortaklığı ve bir arada yaşamı esas alınarak bu birlikteliğin kurulduğu her yer olabilir. Özelde ise Kürt halkının dört parçada birlikte yaşamını sürdürdüğü coğrafi alanın bütünü. O zaman dört ülkede yaşayan Kürtlerin oradaki halklarla paylaştığı mekan ortak vatan olarak tarif edilecek. Bu tanımlama Kürtlerin yaşadığı ve bölündüğü dört parça ile ilgilidir. Dört parçada da Kürt siyasi hareketleri küçük ideolojik farklar olsa da benzer şekilde devletin asli unsuru olduğunu iddia eder. Farklı tarihlerde ortak vatanda yaşam talebi ülkedeki politik atmosfer dikkate alınarak 1946'da “Demokratik İran Özerk Kürdistan, 1970’lerde Irak Kürtleri, 2000’yılların ortalarından itibaren Türkiye Kürtleri ve 2011’den itibaren de Suriye Kürtleri tarafından ortaklaştırıldı. Peki birlikte yaşam arzusuna iktidarlar tarafından şiddetle karşılık verilmesiyle Kürtler’de nasıl bir tepki ortaya çıkıyor?

DUYGUSAL KOPUŞTAN RASYONEL KOPUŞA DOĞRU MU?

Kürt politikacıların ortak aklı ve ortak yaşamı sahiplenmek amacıyla sürekli dillendirdikleri duygusal kopuşun yerini rasyonel kopuşun aldığına dair yorumlar çok fazla. Kürtlerin daha önceki süreçlerde çok dillendirilen duygusal kopuş pratikleri karşılık bulmamakta, hatta halk içinde zayıflık belirtisi olarak tarif edilerek yerine daha işlevsel olan ‘politik akıl’ ile hareket etme tavrı söz konusu. Ötekileştirme, siyaset alanının dışına itme, iktidarın kullandığı ayrımcı dil ve söylemi, Kürtleri daha akıllı ve örgütlü davranmaya zorluyor. Bölge halkı açısından ‘sulandırılmış kardeşlik’ safsatasına bilinçli bir dil ve söylem ile karşılık vermek zorunlu bir hal alıyor. Halk, devletin baskılarını kategorize edip bilince çıkararak parlamento, yerel yönetim ve STK düzeyinde Kürtlerin siyasete katılımının engellendiğini çok net görmekte.

En son seçimler ve ittifaklar üzerinden geliştirilen ötekileştirme pratiklerinin yarattığı reaksiyonel tutum, Kürtleri özgün ve kendine has bir özne olduğunun bilinci ile hareket etmeye zorluyor. Güncel politik gelişmeler karşısında, tarihsel dayanaklar sunarak duygusal kopuşun ötesine geçen rasyonel bir kopuşa doğru bir gidişat söz konusu. Ortak yaşama değer biçen siyasal aktörler, rasyonel kopuşu dönüştürmenin duygusal kopuşu dönüştürmekten çok daha zor ve dirençli olduğunu bilirler. Bu rasyonel tavır, Kürtleri sürekli “yakınan ve talep eden” siyasi karakterden uzaklaştırıp “direnen ve uygulayan” bir çizgiye doğru itiyor. Kürt siyaseti açısından mevcut durum, büyük bir siyasi hamlenin ön aşamasıdır. Sol şeridin tamamen HDP'de olmasının üçüncü yol olarak büyük bir avantaj sağlayacağı kanısındayım. Aksini düşünemiyorum.