Yedi kıta dört iklimle bezenmiş dünyamız nereden bakarsak bakalım dönmeye devam ediyor. Teknolojinin getirisi mi götürüsü mü bilinmez, elimizde dürbüne dönen telefonlarla türlü mecralardan dünya dönerken her günün neler getirdiğini, kimilerinden neler götürdüğünü anlamaya çalışıyoruz. Bazen bu akış öyle hızlı oluyor ki, değil bilgiyi sindirmek kim kimdi ne oldu anlamak bile zorlaşıyor. Tam da bu nedenle bugün kürenin yedi gününde ne oldu, kim ne dedi bakacağız; saman altından su yürütenlere, karda yürüyüp izini belli etmeyenlere, varil varil petrolle ne yapacağını şaşıranlara kulak vereceğiz.
Bu hafta üç konuya değineceğiz. Kaşıkçı olayı, merkez üssü İstanbul olan, faillerinin Ortadoğu’ya uzandığı ve Amerikan kıtasındaki mavi gözlü turuncu saçlının ne diyeceğine odaklanmış küresel bir gelişme. İlk olarak ona bakmak yerinde olacak.
"Dünya dört iklim mi yoksa tek bir iklimin depresyonuna mı ilerliyor?" sorusunu sorduran iki önemli gelişme bu hafta dikkat çekti. Dünyayı sarıp sarmalayan, onlar olmazsa insanın da dahil olduğu ekosistemin alt üst olacağı iki merkezde önemli iki gelişme var. Arktik ve Antarktika’da ne oluyor bir bakalım.
ABD Başkanı Donald Trump’ın kendinden menkul politikalarının en önemli karşılığı küresel ticari denklemde görülüyor. “Tamam eskiden serbest ticaret hoştu, ama artık gümrük duvarı istiyorum, en çok da Çin’i sınırlandırmak istiyorum” diyen Trump’a Avrupa’dan bir meydan okuma geldi. 12'ncisi yapılan Avrupa Asya Zirvesi’nde neler olduğuna kulak kabartacağız.
Pasaport fotoğrafı çektirecek ciddiyete bürünüyoruz ve başlıyoruz.
MIZRAK ÇUVALA SIĞMAYINCA
Ekim ayının başından bu yana küresel gündemde Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul’daki Başkonsolosluğu’na girişi ve oradan çıkamayışı konuşuluyor. İlk elden olayın bir cinayet olduğu ifade edilmişse de peşi sıra "araştırıyoruz" denilerek olay başa sarıldı. Hele Trump’ın “ölmüş olabilir ama şimdi bu işler de belli olmaz, bir yerde kader kısmet işi” minvalindeki açıklamaları olayı iyice köpürttü. Sahnedeki gündemin aksine perde gerisinde ayrı gündemle çalışan ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Asya ziyaretinin ertesinde Riyad’a gitti. Suudi Arabistan Kralı Salman ile 15 dakikalık bir görüşme yaptı. Her fırsatta babasının veliahtı olduğunu gözümüze sokan Muhammet Bin Salman ise ortada yoktu. Muhammed bin Salman bir yana, Pompeo 15 dakikada ne konuşmuş? Hani “nasılsınız, saygıydı selamdı” neredeyse 10 dakika sürse, Kaşıkçı olayına ne kadar odaklanıldı büyük bir soru işareti olarak kalıyor. Görüşme sonunda "araştırıyoruz", "çok üzgünüz" açıklamaları eşliğinde Pompeo Türkiye’ye geldi. Türkiye’den ayrılırken, "Ne ses kaydı dinledim ne görüntü izledim" dedi. “Ee ne yaptın o zaman?” sorusu yine boşlukta kaldı. Bildik sözler tekrarlandı. "Gerekli makamlar araştırmayı sürdürüyor" demekle yetinildi.
Nihayetinde süren türlü pazarlıklar yetmeyince ve küresel gündemden bu konu bir türlü düşmeyince Riyad yönetimi Kaşıkçı’nın öldürüldüğünü kabul etti. Ancak olay sanki planlı bir cinayet değil de 'metrobüste yer kapma telaşında çıkan arbedede' bir gazeteci ölmüş gibi aktarıldı! Başkonsolosluk, 250 kişilik otobüse 500 kişinin sığmaya çalıştığı bir metrobüs olmadığına göre bu neyin arbedesi anlamak zor. Ayrıca o nasıl bir arbede ki Kaşıkçı dışında kimsenin burnu kanamıyor? Özetle çuvala sığmayan mızrağa çare yarayan Suudi Arabistan yaptığı açıklamayla durumunu daha da kötüleştirdi.
Nitekim düne kadar Muhammed Bin Selman için "iyi ya, reformcu" diyenler, onun sırtını sıvazlayanlar bir anda, “aslında göründüğü kadar uzun boylu değil, ayrıca iki dişi de eksik mi ne, kindar da diyorlar” düzeyinde karşı kampanyaya başladı. O sırada sırra kadem basan Muhammed Bin Salman’ın Kaşıkçı’ya değil, tehlikeye giren krallığına üzüldüğü söyleniyor.
Kutupların insanla imtihanı
Dünyamız yuvarlak olmayıp geoit şeklindedir. Ekvator olarak anılan çizgi bölgesi şişkin, kutuplar olarak anılan iki noktası ise basıktır. Bunlar coğrafi kavramlar. Kimse gidip nerede bu ekvator çizgisi demesin lütfen. Dünyanın bu basık iki noktası birbirinin zıttı iki mevsim yaşar ve buzullar üzerinden kürenin iklim düzenine yardımcı olur. Yardımcı olmasına olur, ancak insanlar müsaade ederse. Güney Kutbu olarak bilinen (evet bize uzak olan) Antarktika, yani penguenler diyarının şu ara ticari balıkçılıkla başı belada. Vur deyince öldürme konusunda uzmanlaşan insanlar, Antarktika’nın buzullarına zarar verecek şekilde avlanmayı abartmış. Dahası söz konusu bölgede neredeyse balık bırakmamış. Balıkla kalsa bir yere kadar ama ekosistem için gerekli olan ne kadar unsur varsa kapitalizme feda olsun denerek taşınmış. Önümüzdeki hafta Antarktika’da balıkçılık faaliyetleri için BM’de bir anlaşma onaylanacak, umut edelim ki, insanın doymaz iştahı bu anlaşmayla sınırlansın.
Kutuplardaki dert sadece güneyle sınırlı değil. Kuzey'deki durum daha vahim. Arktik olarak bilinen bölgede erimesi en zor buzulların eridiğine dönük ciddi raporlar var. Yetmezmiş gibi, savaş gemisini alan Arktik’e koşuyor. Rusya, Norveç, Kanada ve NATO’nun yanında yarıştan eksik kalmayayım diyen ABD, 30 yıl sonra ilk savaş gemisini Norveç Denizi’ne soktu. Geminin rotası Arktik. Arktik’te gelen her gemi, çıkardığı ses, dalgalarda yarattığı hareketlilik nedeniyle erimeyi hızlandırıyor. Üstelik vira vira diyen bu gemi, bir savaş gemisi. Olası bir terslikte oluşacak facianın bedelini tüm küre ödeyecek. Arktik’in çığlığı yine yankılanıyor, ancak buzullara çarpıp geri mi dönecek, yoksa buna bir dur mu denecek bilmiyoruz.
Avrupa ve Asya'ya: serbest ticaret karakterimdir
Avrupa ile Asya arasında önemli zirvelerden birisi olan Asya-Avrupa Toplantısı’nın (ASEM) 12'ncisi Brüksel’de 18-19 Ekim tarihlerinde gerçekleşti. Toplantıya 51 ülke ve çeşitli kuruluşlar katıldı.
Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Junker, toplantı sonunda “Bizler (Avrupa ve Asya), dünya ticaretinin yüzde 55’ini, küresel nüfusun yüzde 60’ını, küresel ekonominin yüzde 65’ini ve turizmin yüzde 75’ini temsil ediyoruz” dedi.
Junker durduk yere ne diye bu oranlardan bahsetti ki? Yani bu oranları vermek için 51 ülkeyi iki gün boyunca Brüksel’de toplamak mı gerekiyordu diye sorulabilir. Açıklamanın devamı neden olduğunu anlatıyor. Junker, "Bizler bu oranlara sahip ülkeler olarak iki kıta arasında uluslararası güvenlik, iklim değişikliği, dijital gündem konusunda işbirliği yaparak dünyayı değiştirebiliyoruz" dedi. Ama asıl vurucu meydan okuma sondaydı. Junker oranları dudak uçuklatan bu ilişkilerin en çok karşılık bulacağı alanın adil ve serbest ticaret politikası olduğunu söyledi. Bu vurgu Atlantik’in öteki yakasına önemli bir mesaj. Açıkça ABD’ye “ticaret savaşı istemiyoruz, gücümüz ortada, senin dünyayı kendi gündemine göre belirlediğin günler geride kaldı” mesajı verildi. Junker bu açıklamayı yine yapabilirdi, ancak 51 ülke bir salonda bu sözün altına imza atınca ABD bir nevi tek başına bırakılmış oluyor. Junker’e en büyük alkışın Çin’den gelmesi şaşırtıcı değil.
Özetle ciddi bir üretim dinamiği olan Asya ve Avrupa ABD’yi bir yana bırakacak şekilde serbest ticaret üzerinden ekonomik ve siyasi çıkarlarını önceleyen bir dinamikle ilerliyor. Zirvede İran Nükleer Anlaşması geçerlidir denerek de ABD’ye İran konusunda da yalnız olduğu bir kez daha hatırlatıldı. Böylece Avrupa ABD’ye, “Dostluk tamam hoş da sen de abarttın. Dostluk başka ticaret başka” diyor.
Küreyi önümüzdeki hafta da yakından izlemeye devam edeceğiz.