CHP başörtülü kadınların haklarını güvenceye almak amaçlı bir yasa teklifi verdiğinde kopan kıyametin gürültüsü, AKP daha doğrusu Erdoğan cephesinde yaşanan telaşın görülmesini önledi. Hatta telaşı, paniği bastırmak için anayasa değişikliği teklif edişini de hepimiz el yükseltmek olarak değerlendirdik. Üstelik anayasa değişikliği çıkışını yaparken değil daha sonra uçakta gazetecilere verdiği demeç sırasında pas-gol benzetmesiyle ‘Kasımpaşalı topçu erkek’ politik söylemi bile kimilerince üstünlüğü eline alması olarak yorumlandı. Oysa bu ofansif değil defansif bir hamle. Üstelik topçu ağzıyla söyleyeyim ben de gol değil topu taça çıkarmak olarak anlaşılması gereken başarısız belki daha yerinde söyleyişle çaresizlikten yapılmış bir savunma hamlesi. Panik halini, henüz tartışmaların yürüdüğü hafta dahi bitmeden toplanmalarından anlayabiliriz.
Bu satırları yazarken devam eden toplantı sonucunda çıkacak açıklamayı bilmek gerekir elbette ama sonuçta seçime kadar herhangi bir değişiklik ihtimali görmediğimi de belirteyim. Anayasa, meclis iç tüzüğü ortada ve partilerin vekil sayıları biliniyorken “eyvah AKP anayasa değişikliği önerdi” telaşını haklı bulmuyorum.
Ne olacak ki? Gerçekten ne olacak sanılıyor? Seçime taş çatlasa sekiz ay kalmışken hangi toplum anayasa yapabilir? Yine de sayıları hatırlatayım bazı kesimlerin içini serinletir belki. Bir anayasa değişiklik teklifinin parlamentoda kabulü için 400 evet oyu gerekiyor. Teklifin referanduma sunulması için ise evet yeter sayısı 360. Usul çok açık ve bu sayılar açıkça bilinen usulle TBMM üye tam sayısı üzerinden hesaplanıyor. Ama bir katakulli çevrilir, usulsüzce üye tam sayısı mevcut üye sayısı olarak yorumlanmaya kalkışılırsa bu sefer 600 değil 581 üzerinden hesaplamaya girişilir. Bu takdirde referanduma götürmek için 341 evet oyu aranır sanırım. Peki, AKP+MHP+BBP vekil sayısı sadece 332 değil mi? Herhalde bu meclisten anılan partiler dışında anayasa teklifini destekleyecek –belki bir iki kişi ama- toplamda 9, 10 vekil de çıkmaz. Çıkarsa zaten cinsiyetçi ve özgürlükleri kısıtlayıcı bir anayasa teklifi olmasa bile hayır gelmez bu meclisten. Yine de sekiz ay gibi kısa bir süre içinde hem referandum hem seçim yapılmasını iktidar partisi dahil hiçbir siyasi parti göze alamaz. İşte başörtülü kadınların hakları konuşulurken söylenmesi çok incitici olsa da tam burada ekonomi, enflasyon, pahalılık, kara kış, işsizlik hepsi söylenebilir. Bir referandum ve bir seçimin kamu kaynaklarına maliyetini hesaplamaya girişmek gerekir.
Bugün yazıyı kısa keserek uzatmadan sonuç olarak şunu söyleyeyim: Kabul edilmeyecek bir yasa teklifi ve gerçekleşmeyecek bir anayasa üzerine tartışırken ülkede bir toplumsal kesimin haklarını yok sayarak, sorunlarını görmezden gelerek konuşmanın sosyal ve siyasi maliyeti de düşünülmeli.
Türkiye’de başörtülü kadınların haklarının güvenceye alınması ülkedeki örtülü olmayan, başörtüsüne karşı çıkan, başörtüsü kullanmak istemediği için aile ve toplum baskısına maruz kalan, şort, mini etek, dekolte ve sahne kostümü üzerinden tehdit ve baskı gören kadınların haklarını yok saymak anlamına gelmiyor. Ülkede kadınlar şiddet ve baskı görüyor diyerek bir grup kadının haklarını güvence altına almaya itirazın insan hakları hukukunda yeri olduğu kimse tarafından iddia edilemez.
Biraz sakinleşip her hak ihlalini, her hak ihlali tehdidini o hakkın öznesinden dinleyin, karar vermeden, tepki göstermeden önce. İran ve Afganistan, Suudi Arabistan gibi ülkelerde kadınlara yapılan baskılara karşı da, Endonezya, Malezya gibi çifte hukuk sisteminde dini yasa altında yaşayan Müslüman kadınların hakları için de bu ülkenin başörtülü kadınlarının büyük kısmı özgürlükçü yaşamı destekliyor, göreceksiniz, dinlediğiniz takdirde.
Ve bu ülkede bu tartışmanın başlaması iyi bir şans unutmayalım. Anayasa yapılamaz ama “konu tartışmaya açılır” endişesi yaşayanlar var biliyorum. Tartışmadan korkmaya gerek yok. Yeter ki amasız, fakatsız özgürlüklerden yana bir yol bulalım. Siyahın beyazın tek renk olmadığını ara renklerden ummadığımız farklı görüşlerde ortaklaşabileceğimizi unutmayalım. Anayasa tartışması yaşanırsa da odaklanacağımız konu İstanbul Sözleşmesi olsun.
LGBTİ+ları tehdit etmekti Sözleşme’den çıkma gerekçesi güya. E, ne oldu da şimdi bir de anayasa değişikliği ile gündeme getiriyorlar aile meselesini? Aleyhinde propaganda yaparken asıl dertlerinin erkek egemenliğini yeniden ve güçlü şekilde kurmak için İstanbul Sözleşmesi’ni bahane olarak kullandıklarını bu defa siyasetiyle, kurum kuruluşlarıyla, sivil toplumuyla bütün ülke haykırmalı. Yalan söylediler. Kendi seçmenlerinin aklıyla alay ettiler. Şimdi de yalan söylüyorlar diyebilmek için ilkin aramızdaki kara bulutları dağıtmak zorundayız.
Dezenformasyon iktidarın bildiği tek enformasyon biçimi ve mecliste görüşülmekte olan yasa teklifi gerçekte doğru bilginin duyulmasını önlemek için yapılan bir manevradan ibaret. Sonuçta değişmeye mahkûm. Değişimin önündeki tek engel mütedeyyin kesimin sorunlarını ve beklentilerini yok sayma üstenciliği. Şu sekiz ayda bu kibirden kurtulmak mümkün olduğu takdirde 2023 sonrası, tünelin ucundaki ışık gibi parlar.