Adım ve soyadımdan da anlaşılacağı gibi konuya ilişkin iki çift laf etmem tabii karşılanır sanırım! Özlem ve hasretle hatırladığım babam önüme ilk olarak Nihal Atsız’ın “Bozkurtların Ölümü” ve “Bozkurtlar Diriliyor” adlı kitaplarını koymuştu. Ama doğrusu, sonradan, bu kitaplardan öğrendiklerime ilişkin tek bir soru bile yöneltmemişti. Tahmin ettiğiniz gibi bu yıllarda ortaya henüz Türkçülerin sonradan “kurtbaşı” olarak adlandırılan temsili pek de kolay olmayan pagan kültürden miras o el hareketi çıkmamıştı. (Şimdi kimdi çıkaramıyorum ama Türkçü cenahın ileri gelenlerinden birisinin (Bahçeli olabilir mi?) parmakları bu tuhaf biçimde bir araya getirilme işlemini layıkıyla beceremediğini de hatırlar gibiyim!)
Ancak mutlaka sizin de dikkatinizi çektiği gibi Cumhurbaşkanı'nın - ilk defa da olsa- bu işte bayağı antrenmanlı olduğu gözleniyor. Laf açılmışken şunu da hatırlayalım: Çok gerilerde olmayan bir tarihte Kılıçdaroğlu’nun Ankara’daki yerel seçim kampanyasında MHP/CHP’li adayı desteklemek için seçmenlerini “kurtbaşı” ile selamlaması da en az Cumhurbaşkanı’nın temsili kadar başarılıydı…. Bu konuyu kapatmadan şu gözlemimi de aktarmak isterim: Dikkat ettiyseniz, Cumhurbaşkanı “kurtbaşı” yaparken, hemen yanında bulunan kişi (AK Parti’nin ileri gelenlerinden olsa gerek) “Rabia” da ısrarlıydı. Neden acaba? Cumhurbaşkanı’nın elini kaldırınca otomatik olarak “Rabia”nın belireceğini düşündüğünden mi, yoksa “kurtbaşı” ile AK Parti'yi bir arada bulundurmaktan rahatsız olduğu için mi? Demek ki şimdi yapılması gereken (laf olsun diye sıralıyorum tabii ki!) bu “Rabia ısrarcısı” partilinin o günden sonra nelerle karşılaştığını öğrenmek… Parti yönetiminden mi uzaklaştırıldı yoksa mitingdeki yanlışını telafi etmek için o günden itibaren başında üzerine bir değil üç-beş “kurtbaşı” işlenmiş bir kalpakla mı dolaşıyor?
(Konunun “ittifak” ile ilişkisi başta olmak üzere siyasi alana ilişkin değerlendirmesine ilişkin Kemal Can’ın yazısı (Cumhuriyet) önümüzde durduğu için, işin bu faslına girmiyorm ve girmeyeceğim.)
Yazının başlığına (“Başparmak”tan “Bozkurt”a) gelince: Biliyorsunuz, Erbakan hareketinin ilk partisi olan Milli Nizam Partisi (MNP) amblem olarak başparmağı havada bir eli seçmişti. Amblemin anlamı “Hak bir, Allah bir” olarak açımlanıyordu. Söylendiğine göre, Erbakan, kendisini milletvekili yapmayan Adalet Partisi’nin “Kırat” amblemini eleştirip “Biz hayvana tapmayız” demişti. Erbakan’ın MNP’nin kapatılmasından sonra kurduğu Milli Selamet Partisi’nin (MSP) amblemi de “hayvansız”dı. Amblem olarak “anahtar” benimsenmiş ve bunun doğrultusunda “Anahtar parti olacağız” sloganında karar kılınmıştı. MNP’den sonra MSP’nin de kapatılması (12 Eylül) üzerine bu partilerin takipçisi olarak Refah Partisi (RP) kuruldu. Bu yeni parti de “hayvan”dan kaçınmış ve kendisine Hilal ve Başak’tan oluşan yeni bir amblem seçmişti. Bitmedi; Refah’ın ardından (tabii ki yine kapatma sonucu) gelen Fazilet Partisi’nin amblemi ise “hilali” korumuş ama “başak”ın yerine “kalp”i geçirmişti.
Yani özet olarak Erbakan’ın ve takipçisi siyasal geleneğin parti amblemi söz konusu olduğunda “hayvan” figürlerinden hiç mi hiç haz etmediği anlaşılıyor. 60 öncesi Demokrat Parti’nin amblemi olan “kırat”, sonradan “şaha kalkmış” olarak vs. diğer sağ partiler tarafından kullanılmışsa da, Erbakan geleneğinin iltifatına asla mazhar olmamıştır.
Giderek hayvan figürlerinin parti amblemlerinde yer bulması neredeyse âdet haline gelmeye başlamıştır. “Şaha kalkmış Kırat”tan DSP’nin “Güvercin”ine; Liberal Parti’nin “Yunus”undan, “Hak ve Birlik”in “Kartal”ına; BAP’ın “Kaplan”ından “Er Parti”nin (Ergenekon Partisi) "kurt"una epeyce sayıda parti ve amblem…
Bu gözlemde dikkat çeken husus MHP’nin ambleminde (“Üç Hilal”,“Türk birliğini”nin farklı açılımları olarak takdim edilmiş olsa da) “beklendiği gibi”, “Kurtbaşı”nın yer almamasıdır. Bu hususun “tarihçesi”ni de şöyle özetleyebiliriz: MHP, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin 1969’daki kongresinde “Milliyetçi Hareket Partisi” adını almasının ardından amblem olarak “Üç Hilal”i aldı. Ancak, amblem kararının alındığı toplantıda MHP Gençlik Kolları için de “hilal içinde kurt” amblemi benimsendi.”
Türkiye’nin siyasi tarihinde hayvan figürleriyle bezenmiş parti amblemlerinin çokça yer alması bu çerçevede bir “soyutlama” eksikliğinin belirtisi olmasın? Özellikle de (“at”ı dışarıda bırakacak olursak) kurt, kaplan, kartal gibi “yırtıcı” hayvanların kullanılması doğrusu bu çerçevede daha da şaşırtıcı… Siyaset gibi “insanlar alemi”ne ilişkin bir uğraşın bir takım kavramlar/sözcüklerle ifadesi niçin yeterli bulunmuyor. Tamam dünyada “sol partiler” de amblemsiz yapamıyor; ancak bu tür amblemlerde karşımıza çıkan orak/çekiç’ten başlayarak çalışma hayatına ilişkin farklı araçlara kadar uzanan çizgiler “insanlar alemi”nin “sosyal”ine gönderme yaptıkları için çok daha anlaşılır nitelikte değil mi? “Amblemler” çerçevesinde bir de görene “Ne münasebet!” dedirten cinsten olanları var. Mesela AK Parti’nin “Ampul”ü gibi… (Dikkat ederseniz söz konusu “ampul”, artık tavsiye edildiği gibi az enerji harcayan/ekonomik cinsten “uzun ömürlü ampul” de değil! Böyle bir amblem kimin aklına gelir, kim seçer, kim onaylar…..
Dönelim “kurtbaşı” hikayesine. Biraz önce özetlemeye çalıştığım gibi Erbakan’ın başını çektiği bir siyasi gelenek, parti söz konusu olduğunda “hayvan” figürlerinden uzak durmuştur… Çok anlaşılır bir tutum bu bence. Amblem olarak “anahtar”dan başlayıp Hilal ve Başak’a uzanan bir amblem seçiciliği (Fransız Sosyalist Partisi’nin tek bir gül ile iktifa etmesi gibi) muhakkak ki tutarlı bir seçimdir. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı’nın “kurtbaşı” denemesi bu açıdan içinden çıktığı gelenekle de uyuşmamaktadır. Takdir edersiniz ki, sadece “kurtbaşı”nın değil, “Rabia”nın da sözünü ettiğimiz gelenekte yeri yoktur. Tamam, her gün “milli” ve “Türklük”ten söz ederseniz “Rabia”da bu derece ısrarlı olmanın tutarsız bir yanı yok. Ama en âlâsından Pagan Kültür’ün sembollerinden birisi olan “kurtbaşı”nı din gibi milletlerin sınırlarını aştığı ileri sürülen bir dünya görüşüne eşlik ettirmeye çalışırsanız bu seçimin tutarlı olduğunu söyleyebilmek imkansızdır.
__________________________________________
Bu sıkıcı konuyu eğlenceli ve de öğretici bir haberle bitirmek istiyorum.
Olay çok uzaklarda Çin’de geçiyor. İçinde bulunduğumuz ayın 11’in Millet Meclisi, iki karşı oya karşılık 2958 oyla cumhurbaşkanlarının görev sürelerini sınırlayan maddeyi iptal etti. Tabii ki bir “Anayasa değişikliği” ile… İptal edilen madde cumhurbaşkanlarının görev sürelerini her biri 5 yıl olmak üzere iki dönemle sınırlıyordu. Özetle Xi Jinping bundan böyle istediği sürece cumhurbaşkanı! Anayasa değişikliği Xi Jinping’in “düşüncesi/görüşleri”ni de anayasal hale getiriyor.
Cumhurbaşkanının görevini iki dönemle sınırlayan anayasa maddesi 1982’de dönemin güçlü adamı Deng Xiaoping tarafından getirilmiş; Mao’nun diktatorial rejimine muhtemel bir dönüşü engellemek için. Jinping henüz 65 yaşında… Yani epeyce uzun bir cumhurbaşkanlığı kendisini bekliyor… Bakalım kurucu başkanın rekorunu kırabilecek mi?
Meclis’in keşfettiği formül -sizce de- bayağı zekice değil mi, işi başından aşmış Çin, ikide bir de cumhurbaşkanı seçimi ile mi uğraşacak?