Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik 9 Ekim’de başlattığı
‘Barış Pınarı Harekâtı’na yeşil ışık yakan, rıza gösteren ya da
ikircikli davranan tüm aktörlerin hal ve tavırları çifte ajandalara
işaret ediyor. O yüzden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Kuveyt’i
işgal ederken Amerikan yeşil ışığını gördüğünü zanneden Irak devrik
lideri Saddam Hüseyin gibi bir tuzağa çekilip çekilmediği sorusu
çok da istihza kaldırmaz.
ABD Başkanı Donald Trump’ın zırva laflarla bir nalına bir mıhına
vuran tweet terörü bir kenara, çekilme kararı bir nevi “Biz
çekilelim güvenli bölgeyi Türkiye kursun, nasıl olsa NATO ortakları
olarak aynı amaca hizmet ediyoruz” önermesine tutunuyor.
Amerikalıların Müşterek Harekât Merkezi’yle tasarladıkları ‘güvenli
bölge’, Kürtlere karşı değil Kürtlere paralel Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin sokulduğu alanla ilgili bir kurguydu. Bu, “Ya
Türkiye bastırır da Kürtlerle yürüyemez hale gelirsek” önermesinin
devamıydı.
Kürtlerle birlikte Türkiye’nin aynı amaca konuşlandığı bir
stratejik kurgu, Amerikan çıkarları açısından bölgeye müdahalede
süreklilik anlamına gelecekti. Bu seçenek, İran ile Rusya’nın
hesaplarını bozduğu gibi Suriye devletinin toparlanmasını da
imkânsız kılacaktı.
Kürt yetkililer, harekât başlamadan önce ABD’nin koşullu ve
sınırlı bir Türk müdahalesine yeşil ışık yakıp hem Türkiye’yi hem
Kürtleri kendisine mahkûm edecek bir oyuna gireceğini söylüyordu.
Şimdi “ABD’nin çekilmesi Amerikan düşmanları için bir armağandır”
diye kendisini topa tutun Kongre üyelerini teskin ve temin etmeye
çalışan Trump, çizilen çerçevenin aşılması halinde doğrudan
müdahale etmek ya da Türkiye ekonomisini batırmaktan söz ederken
üçüncü seçenek olarak Kürtler ile Türkiye arasında arabuluculuktan
bahsediyor. Ancak gelişmelerin hızı Trump’ın arabuluculuğuna da
zemin bırakmayacağa benziyor.
***
Bu meselede asıl Rusya’nın ikili oyununa bakmak lazım. Rus
gündeminde bir çizgi, Türkiye’nin Rus stratejik çıkarlarına ortak
edilmesi hedefini izlerken diğeri bir NATO müttefiki eliyle ABD’nin
bölgeden çekilmesini temin edip Suriye devletinin Fırat’ın
doğusunda kontrolü yeniden ele almasını hedefliyor. Böylesi bir
beklenti, Türkiye’nin sınırlı ve kontrollü müdahalesine zımnen göz
yummayı elzem kılıyor. Tabi bu esnekliği, Türk askeri varlığının
kalıcı olmasını engelleyecek koşullar izliyor. Rusya’nın, BM
Güvenlik Konseyi’nde Türkiye’nin operasyonu durdurması çağrısı
yapan Amerikan tasarısını önlemesi ‘yüce’ Türk medyasında “Barış
Pınarı’na destek” olarak okunsa da reddin gerekçesi Ankara’yı da
yutkunduracak türdendi. Ruslar bildiriyi Türkler dahil tüm yasadışı
askeri varlığın sonlandırılması talebini içermediği için reddetti.
Rus lider Vladimir Putin, “Suriye topraklarında yasalara aykırı
olarak bulunanlar bu bölgeyi terk etmeli. Bu tüm ülkeler için
geçerli” sözünü kaçıncı kez tekrarladı bilmiyorum. Lafı ABD’ye
çarpıp Türkiye’nin kulağında çınlatıyor.
Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da Kürtlerle sorunun askeri
yollarla çözülemeyeceğini yineleyip mümkün olanı şöyle formüle
etti: “SDG’nin kontrolündeki bölgelerin Suriye hükümetinin
kontrolüne bırakılması ve Kürtlerle Şam’ın diyaloga geçmesi.”
Ankara’nın ısrarlı seçeneği ise “sıfır diyalog” ve “mutlak
çökertme”.
Şam’ın ilk tepkisi de diyalogu bloke edecek sertlikteydi. Suriye
Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdat, “Dış kuvvetlere rehin
olmuş kişilerle herhangi bir diyaloğu kabul etmeyiz. Suriye
topraklarındaki Washington ajanları için hiçbir ayak izi
kalmayacak” ifadelerini kullanıp diyaloğa henüz hazır olmadıklarını
söyledi. Ne zaman hazır olacaklardı? Türkiye’nin demir yumruğu
sayesinde Kürtler tamamen teslim olacak kıvama geldiklerinde!
Biz bunları yazarken bir Rus heyeti bölgeye gidip Kürtlerle
masaya oturmuştu. Çok geçmeden de SDG’nin sınırları Suriye ordusuna
bırakmayı kabul ettiği haberleri geldi. Mutabakat çerçevesinde
Türkiye’nin ilerleyişini kesmeye dönük ortak hamle Menbic ve
Kobani’den başlayıp tüm sınırlara genişleyebilir. Şam için diğer
öncelik petrol yataklarının olduğu Deyr el Zor’a hızlıca
intikaldir. Bu yöndeki hamle de yine Amerikan tutumuna bağlı.
Birkaç güne bu konu da netleşir.
Rusya ‘ince’ hamlelerle Erdoğan’ın kafasındaki haritaya zora
soksa da “soğuk” duruşunu Türk-Amerikan ilişkilerindeki
türbülansları fırsatları çevirinceye kadar bozmayabilir. Özelikle
de Amerikan çekilmesi tam olarak gerçekleşinceye dek ‘ikircikli’
stratejisini sürdürebilir.
Bu mesele çok su kaldıracak bir hamura benziyor. Genel olarak
Suriye’deki Türk askeri varlığı, çizilen çerçevenin ötesine geçerse
Ruslar da Türkiye’nin işini zorlaştıracak pozisyonlara geçebilir.
Şu anda Fırat’ın doğusunda Türk askeri varlığını tehlikeye
sokabilecek sürpriz gelişmeler karşısında Ruslar sigorta işlevi
görüyor. Fırat’ın doğusunda da bundan sonra Ruslar, Türkiye ve
Suriye ordularının karşı karşıya gelmesini önleyecek garantör ülke
olarak devrede olabilir. Bu sigortanın atmaması karşılıklı uyum ve
esnekliğe bağlı.
***
Astana ortağı İran ise Ankara’daki son üçlü zirvede Rusya ile
birlikte SDG’yi Suriye’yi parçalama senaryosu içinde değerlendiren
açıklamaya imza atsa da Fırat’ın doğusundaki operasyon karşısında
Rusya kadar esnek ve anlayışlı değil. Dışişleri Bakanı Cevad
Zarif, tutumlarını TRT World’e şöyle anlattı: “Güvenlik
Suriye’yi işgal ve istila ederek sağlanamaz. Adana Mutabakatı hâlâ
geçerli ve güvenliğin temininde daha iyi bir yol olabilir. İran,
Türkiye ile beraber Suriye silahlı kuvvetlerinin sınırları kontrol
edebilmesi için Suriyeli Kürtler, Suriye hükümeti ve Türkiye’nin
bir araya gelmesine yardımcı olabilir.”
İran ve Rusya, Türkiye’nin Suriye’de kalıcı olma ihtimalini
dışlamıyor. Erdoğan’ın Hatay’dan sonra Osmanlı topraklarından bir
kısmını daha Türkiye’ye katan lider olarak tarihe geçmek istediğine
inanan çok. Afrin’de bir bulvara Erdoğan’ın adı verilirken, El
Bab’da El Esad Parkı bir gecede “Yunus Emre Parkı” olurken,
fakülteler açmak için saraydan kararname çıkarken, PTT, Diyanet,
Emniyet tabela üstüne tabela asarken kimse bunların adım adım gelen
bir ilhak harekâtı olmadığını düşünmüyor.
Ayrıca İran, Erdoğan’ın Suriye’de Amerikan gündeminden
kopmadığına inanıyor. Tahran 2012’de önerdiği 4 maddelik çözüm
önerisinden beri Türkiye’yi Amerikan çizgisi dışında bir
alternatife çekme çabasında. Ateşkes, Şam’la diyalog, Müslüman
Kardeşler dahil muhalefetin Şam’da hükümete katılması ve seçimlere
gidilerek Suriye’nin geleceğine kendi halkının karar vermesini
öngören 2012’deki önerinin güncel hali şöyle: Suriyeliler arasında
diyalog, anayasasının gözden geçirilmesi ve seçimlerinin 2021'de
düzenlenmesi.
İranlılar, ‘güvenli bölge’yi Suriye’yi istikrarsızlaştırma
planlarının devamı, Suriye devletine karşı yeni bir baskı aracı,
Fırat’ın doğusunda ikinci bir İdlib inşa etme planı ve Suriye’nin
yeraltı zenginliklerine ulaşma niyeti olarak görüyor. İran dini
lideri Ali Hameney’in Tahran’a gittiğinde Suriye Devlet Başkanı
Beşşar el Esad’a “Güvenli bölgeyi Amerikalılar oluşturmak
istiyor. Bu onların tehlikeli komplolarından biridir ve şiddetle
buna karşı durulmalıdır” dediği aktarılıyor.
***
Özetle harekat bir haftasını doldurmadan birbirine hasım ve
rakip bloklar arabuluculuk önermeye başladı. Trump’ın arabuluculuğu
SDG’yi TSK ile aynı amaca koşmayı öngörüyor. Bu yol Şam’a çıkmıyor.
İran ve Rusya’nın arabuluculuğu ise iki boyut içeriyor: Birincisi
Kürtleri, ABD’nin himayesinden tamamen çıkartıp Şam’la çözümün bir
parçası haline getirmek. İkincisi Adana Mutabakatı ile Türkiye’yi
sınırlayıp Suriye ordusunu sınırlara çıkarmak. Ve askeri alandaki
bu koordinasyonu Şam-Ankara arasındaki diyaloğa eşik yapmak.
Yani pek çok taraf, Türkiye’nin çıkmaza sürüklenebileceği
ihtimali üzerine hesaplar yapıyor. Erdoğan, Afrin ve
Azez-Cerablus-El Bab üçgeninden sicili bozuk örgütleri sahaya sürüp
bunlarla düzen kurmak istiyor. Harekât öncesi 44 örgüt, yeniden
yapılandırılan “Milli Ordu” çatısı altına alındı. Bu şekilde TSK’ye
yedeklenen 44 örgütten 21’i 2017’ye kadar CIA ve Pentagon’dan
destek görmüştü. Bunlardan 14’üne Amerikan TOW füzeleri verilmişti.
Aralarında eski El Kaideciler, IŞİD’in başlangıçtaki Suriye
yapılanması olan Nusra Cephesi’nden kopanlar, Müslüman Kardeşler’le
bağlantılı olanlar dahil her renkten ‘sakıncalı’ mevcut. Asker
mevcudu ise kendi rakamlarıyla 110 bin. Hepsi Fırat’ın doğusuna
sevk edilmiş değil.
Erdoğan bu güçle büyük bir coğrafyayı çevirmenin hayaline
kapılmış durumda. Suriye ordusuna alternatif ordu yapma iddiasını
taşıyor. İran ve Rusya Adana Mutabakatı’nı bir çengel vazifesiyle
devreye sokmaya çalışırken Erdoğan’ın hareket ve düşünme tarzı,
kafasındakinin bir “Fırat Hattı Anlaşması” olduğunu
düşündürtüyor.
Ancak durumun öngörülen çizgileri aşması halinde önce ön alma
hamleleri ardından çoklu bataklık senaryoları devreye
girebilir.