Batılı ülkeler, sığınmacı krizinde korkuyla hareket etmek yerine daha fazla sorumluluk almalı

Batı'nın Afganistan’daki krize vereceği yanıtı mülteci korkusu biçimlendirmemeli. Bu korkuya direnilmeli, sorumluluk alınmalı.

Abone ol

Daniel Trilling

DUVAR - 2021 yılının iki belirleyici imgesi kaçan insanları tasvir ediyor. Birincisi, Batı’nın 20 yıllık Afganistan işgali sona ererken, Kabil Havaalanı’ndaki pist boyunca bir ABD Hava Kuvvetleri jetinin peşinden umutsuzca koşan insanların görüntüsü. Diğerindeyse, Yunanistan’ın Evia adasındaki orman yangınında, adadan tahliye edilirken ufuk çizgisinin kıyamet kırmızısına bürünüşünü bir feribotun güvertesinden seyreden yolcular var.

Her iki imge de bizlere, bir felaket yaşandığında insanların her şeyi terk etmek zorunda kaldıkları hız -kaçmak zorunda kaldığınızda, düzenli bir sıra halinde, gerekli belgeleri ve eşyaları yanınıza almak için nadiren zaman vardır- ve güvenlik yollarını kontrol edenlerin elinde tuttuğu güç hakkında bir şeyler anlatıyorlar. 

SÖYLENTİLERİ DEĞİL GERÇEKLERİ BAZ ALMALIYIZ

Bir felakete verdiğimiz tepki söz konusu olduğunda, çoğu zaman yardım edilmesi gereken çok fazla insan olacağı, bunların bizi de dibe çekme riski olduğu gibi korkunç tahminler baskın gelir. 2015 mülteci krizinin gölgesi -Almanya’nın büyük ihtimalle bir sonraki şansölyesi olacak olan Armin Laschet’in kendi sözleriyle, Avrupa sınırlarında “tekrarlanmaması gereken” ani bir insan seli-, Batı’nın Afganistan’a verdiği tepkiyi biçimlendiriyor. En kötümser gözlemciler, önümüzdeki iklim mültecileri dalgasında bir sınama niteliği görüyorlar: Yorumcu Anatol Lieven’in yakın zamanda dile getirdiği üzere, Taliban’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirmesi ve Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin geçen günlerde yayınlanan raporu, “Batı demokrasisinin bir yıkıma karşı dayanıklılığını test edebilecek bir fırtınanın habercisi.”

Yine de bu korkular karşısında direnmemiz büyük önem taşıyor. Göç, ‘mülteci krizi’ söylemiyle ilgili baskın anlatının dile getirdiğinden çok daha karmaşık bir süreç ve en önemli şey, geleceğin neler getirebileceğiyle ilgili spekülasyonlara kapılıp gitmekten ziyade, insanların ihtiyaçlarının burada ve şimdi nasıl karşılandığıdır. 

Son günlerde Taliban misillemelerinin tehdidi altında olan Afganları tahliye etme hususundaki ağır ilerleyen çabalara ilişkin eleştirilerin daha da çoğalması yüzünden İngiltere hükümetini saran suçlama oyunu, başarısız olmamız halinde bizleri neyin beklediğinin bir örneği. Geçen hafta sonu Sunday Times gazetesinde ‘üst düzey askeri kaynaklar’ tarafından yeniden yerleştirme faaliyetini genişletme çabalarını engellemekle itham edilen [İngiltere] İçişleri Bakanlığı, öne sürülen iddiaları kesin biçimde reddetti. Savunma Bakanı Ben Wallace, diplomatlarını Kabil’den çıkardığı ve vize başvurularını işleme koyması için geride ‘18 yaşındaki görevlileri’ bıraktığı için Dışişleri Bakanlığı’nı kınadı.

GÖÇ POLİTİKALARI KORKULARLA ŞEKİLLENİYOR

Benzer tartışmalar, hükümetler Taliban’ın ülkeyi son sürat ele geçirmesine bir yanıt vermek için çabalarken, Avrupa’nın başka yerlerinde -ve daha uzak bölgelerde- de yaşanıyor. Avrupa Parlamentosu Başkanı David Sassoli, yüzeydeki söylemlerin çoğunun asil bir ruh taşıdığını dile getirdi: “Zulme uğrama tehlikesiyle karşı karşıya kalanlara sığınma hakkı tanınmalı” dedi. Fakat İngiltere de dahil olmak üzere, Avrupa hükümetlerinin tepkileri abartılı bir göç korkusu etrafında şekilleniyor.

Emmanuel Macron bu hafta yaptığı açıklamada, Fransa’nın “değerlerimizi paylaşanların” yanında olacağını dile getirirken, aynı zamanda “Avrupa’ya yönelen düzensiz göç akışlarını” önlemek amacıyla “sağlam” bir AB planı hazırlanması çağrısında bulundu. Kimi ülkeler başvurusu reddedilen Afgan sığınmacıların sınır dışı işlemlerinin sürdürülmesinde ısrarcı: Avusturya, sığınmacıların güvenli bir şekilde Afganistan’a geri dönememeleri halinde üçüncü ülkelerde “sınır dışı merkezleri” kurulmasını talep ediyor. İngiltere hükümeti, gecikmiş bir şekilde Taliban misillemesinin tehdidi altında olan Afganlar için bir yeniden yerleştirme üzerinde düşünürken bile, buraya kendi inisiyatifleriyle yolculuk ederek İngiltere’ye sığınan insanları “hatalı” bir şekilde cezalandıracak bir sınır tasarısı üzerinde çalışıyor.

Avrupa’nın sınır politikası, muhatabı olan hükümetleri meseleyi manipüle etmeye teşvik eden bir gerçeklik olan 2015’teki göç hareketinin tekrarlanmasından kaçınma arzusuyla şekilleniyor: Son 18 ayda Türkiye, Fas ve Belarus, göçmen gruplarının AB topraklarına geçmesine izin vererek çeşitli konularda siyasi bir baskı yaratmaya çalıştı. Bununla birlikte, yerinden edilen insanlar genelde dünyanın zengin bölgelerine yönelmiyorlar: Mültecilerin büyük kısmına gelişmekte olan ülkeler ev sahipliği yapıyor. İnsanlar Batı’ya ulaşmaya çalıştıklarında, bunun sebebi başka bir yerde güvenlik bulamamaları ve bunu yapmaya çalışanlar çoğunlukla yalnızca parası, bağlantıları ya da var olan sert tedbirleri aşmaya cesaret edecek iradeye sahip olanlar.

TARTIŞMALAR LİDERLERİN İSTEKLERİNE DEĞİL, GÖÇÜN GERÇEKLERİNE DAYANMALI

Aslında, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün temmuz ayında belirttiği üzere, “öncelikli ve belirleyici özelliği... tüm taraflarca işlenen büyük insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarından dolayı sivillere zarar vermek olan” bir savaş yüzünden, birkaç yıldır Afganistan’dan daha fazla sayıda insan kaçıyor. Bu, savaşa dahil olan hükümetlerin yaşananları örtbas etmesine yardımcı oluyor.

Dönemin İçişleri Bakanı David Blunkett, 2002 yılındaki ilk zafer anında, sığınmacıların, “İster Kosova isterse Afganistan olsun, zulümden kurtardıklarımızın evlerine dönmeleri ve ülkelerini yeniden kurmaları gerektiğini” söyledi. 2015 yılına gelindiğindeyse bir İngiliz Mahkemesi, ülkenin güvensiz olması nedeniyle Afganistan’a yapılan sınır dışı işlemlerinin askıya alınmasına hükmetmişti. Hükümet ise ertesi yıl bu kararı temyize giderek bozdu.

Yeni bir mülteci dalgasının hayaleti pek çok siyasi amaca hizmet edebilir. Daha sert sınır politikalarını haklı göstermek amacıyla kullanılabilir; bir kişinin siyasi tercihine bağlı biçimde ya bir iddianamede kullanmak ya da Batı’nın yapacağı bir askeri müdahaleye onay almak amacıyla masaya getirilebilir. Buna karşın, tartışmalarımız ahlaki bir yargı içermekten ziyade, siyasi liderlerimizin olmasını istediği gibi değil de mevcut haliyle göçün gerçeklerine dayalı olmalı.

MİLYONLARCA İNSAN YERİNDEN EDİLDİ

İngiltere ve diğer hükümetlerin tahliye ve yeniden yerleştirme çabalarını hızlandırmaları gerekse de bu yeterli olmayacak. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği UNHCR tarafından bana aktarılan son rakamlara göre, Afganistan’da bu yılın başından beri neredeyse yüzde 80'i kadın ve çocuk olmak üzere 550 bin kişi ülke içinde yerinden edilmiş durumda; büyük kısmı Kabil’de temel ihtiyaçlara ya da tıbbi yardıma ulaşamadan, zor koşullarda kalıyor. 2020 yılının sonuna kadar ülke içinde yerlerinden edilen 2,9 milyon kişiye ekleniyorlar. İngiltere de dahil olmak üzere, ülkeler son yıllarda Afganistan’a sağladıkları yardımları azalttı; UNHCR, aralık ayına kadar insanların ihtiyaçlarını karşılamak için fonların artırılmasını talep ediyor.

Bunun yanı sıra, Afganistan’a komşu olan ülkelerin sınırlarını açık tutmalarına ve ihtiyacı olan insanlara barınma olanağı sunmalarına yardımcı olmak için ortak bir uluslararası çaba da gösterilmeli. Bu ülkeler, 40 yıllık işgal ve iç savaşın ürünü ve dünyanın en büyüklerinden biri olan Afgan mülteci diasporasının büyük kısmının bel bağladığı ve çoğu insanın muhtemelen kalacağı yerler. Buna karşın İran ve Pakistan gibi ülkelerin bunu tek başına başarması beklenemez: Kanada’nın 20 bin savunmasız insana sığınma hakkı verme teklifi İngiltere ve bunu yapabilecek kapasiteye sahip diğer ülkeler tarafından takip edilmeli. İngiltere, hâlihazırda ülkede bulunan Afgan sığınmacılar için de bir af kararı çıkarmalı ve ailelerin yeniden birleşmesini kolaylaştırmalı.

Batı’nın Afganistan’dan çekilmesi artık destek görürken ve yorumcular İngiltere’nin uluslararası nüfuzunu kaybedişinin yasını tutarken, ulusal tartışmaların içe yönelmesi muhtemel görünüyor. Savaştan ve bundan sonra yaşanacak olanlar şeylerden etkilenen insanlar ise bu lükse sahip değiller.

Makalenin orjinali The Guardian gazetesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)