Bu bir Müslüm Gürses yazısı değil. Müslüm filmi yazısı da değil.
Filme gitmeye cesaret edemedim henüz ama hem Timuçin Esen’in hem
Müslüm Gürses’in bendeki yerinden kelli, izlemediğim filmin
müziklerini dinlemeden duramadım. Ve işte orada Nilüfer çıktı
karşıma. Kim bilir kaçıncı kez ve bir kez daha. Bir Timuçin’den bir
Müslüm’den dinledim. Bitmedi içimde.
Dehşetiyle geldi şarkı, çünkü varlığını unutmuşum. Unutmak değil
elbet onun adı, içimin en kuytudaki odasına hapsedip kapısını
kilitlemişim. Ve o da şimdi bunca yılın acısını çıkarmak, onsuz
devam ettiğim, devam eder gibi yaptığım yılların hesabını sormak
üzere kapıyı kırarak çıkmış karşıma.
En son ne zaman dinlediğimi bile hatırlamıyorum Nilüfer’i. Öyle
bir çaresiz inkâr hali. Ama hissi var kaydetmemeye çalıştığım
anılarımın. Kaybetmeye çalıştığım anılarımın. Nilüfer, sebepli
şarkılardandır. Bahsi geçen şeyi tatmamışsanız, zaten şarkılardan
bir şarkı diye dinler, geçip giderseniz. O dediği yerdeyseniz,
matkapla delinirsiniz.
Zamanın eli değdi bize
Çoktan değişti her şey
Aynı değiliz ikimiz de
Zaaflarına bir gece
Hatalarına bir nilüfer
Sevgisizliğine bir kalp verdim
Vapurdaydım sanırım dinlerken ve mevsim kıştı çünkü yaşlarım
yüzümde donuyordu ve durmadan ağladığımı, yüzümün buz kesmesinden
anlıyordum. Yalnız yürüdüğüm yollara alışkındım ama yoldaş
bildiğinin kaybolmasına değil. Sonradan büyük cümlelerin çok rahat
söylenebildiğini ve kastedilmediklerini öğrendim. Ben kelime
tanrısına tapıyorum, sözümü özümle bir tutuyorum diye bunun hayatın
kanunu olmadığını. Gece, nilüfer ve kalp. Tabii ki hepsini de
verdim. Temkin bazılarımızın hiç uğramadığı bir müessese.
Artık geri ver
Geri veremezsin aldıklarını
Artık geri ver
Geri verilmez hiçbir yanılgı
Yokluğuma emanet et
Sende benden kalanları
Her şeyi al
Bana beni geri ver
Bir şansım olsun
Başka yer, başka zaman
Sensiz ömrüm olsun
İşte burası şarkıya bağıra bağıra eşlik ettiğiniz yer. Öyle
yapmak gelmiyorsa içinizden, hiç dinlemeyin zaten. Parçalarını
toplama işine girişenler, bu nafile çabanın hezimetini de bilir.
Hediyeleri geri alıp vermek nedir ki sanki. Eşya dediğin yüklediğin
anlamla var. İade edilemeyen, geri alınamayan da o anlamın kendisi.
Hiçbir şeyi geri istemedim ben. Bendeki her şeyi de çöpe attım her
seferinde. En çok da kendimi çöpe atmak isterken. Ve ağlarken
güldüm bu düşünceyle. Hayat bazen battal boy çöp torbalarıymış.
Saçıldım şehrin ve dünyanın her yerine.
Parçalarınızın bir kısmını kaybediyorsunuz, birilerinde bir
yerlerde kalıyor. Yap-bozun o sinir bozucu minicik eksik kısımları
gibi. Ölüm ve ayrılık eksilmedir, bu bedel karşılığında neyi
öğrensen de. Zaman ve mekândan bağımsızlaştıran aşkı bulduğunda yer
çekimini hatırlamak istemezsin bir daha. Ama hep geri gelir.
Eksilerek fazlalaşmışsındır yeni-eski hayal kırıklığında.
Sensiz ömrüm olsun… Öyle bir teslimiyet var işte. Karşındakini
ilah hissettiren bir adanmışlık. Kırılganlığını sunduğun cesaret ve
kudret. O yüzden her kaybın arkasında hep bir ihanet hissi saklı.
İlla da başka biri olduğu için değil. Biri senin düşüne ihanet
etti. Ve düştün sırtüstü yine.
Sonra korkar oldun. Kalkamayacağını düşündün bir daha sefere. Ya
da gücünün bundan sınanmasından yoruldun Ve oynamaya, oyalanmaya
başladın. Çoğunun yaptığı gibi. Öylece yüzeyde. Nilüfer bundan
küstü işte. Şarkıyı bundan unuttun.
Bu kez hazırmışım. Sadece onu dinleyerek geçirdiğim saatlere,
dolaştığım sokaklara, paylaştığım gece karanlığına, onun eşliğinde
sabahın ilk ışığıyla gördüğüm yağmur gibi yapak döken ağaca
hazırmışım. Kendi gecemi, nilüferimi, kalbimi hatırladım yine.
Şafak saatlerini, sümbül, fulya ve papatyayı. Boğazına kadar
yükselen, bağırsağına kadar inen kalbi. Hatırladım kendimi.
Nilüfer’e layık oldum yine.