Baydemir: Ahmet Türk hasta haliyle adalet için yürüdü
HDP Sözcüsü Osman Baydemir partisinin grup toplantısında konuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Ahmet Türk'ün adalet yürüyüşüne katılmasıyla ilgili sözlerine yanıt veren Baydemir, "Ahmet Türk adalet için desteğe gitti. Bu hasta haliyle hem de... Ve bu hasta haliyle. Yürümek sağlığa iyidir. Sen de yürü" dedi.
DUVAR - HDP Sözcüsü Osman Baydemir, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada; HDP’nin cezaevinde tutulan Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Meclis Başkanı İsmail Kahraman’a gönderdiği dilekçeyi paylaştı. Demirtaş’ın Grup toplantılarında SEGBİS yoluyla konuşma yapmak istediğini ilettiği dilekçeyi okuyan Baydemir'in gündeminde İstanbul'da yaşanan sel felaketi de vardı.
Baydemir'in konuşmasından satırbaşları şöyle:
BU HAK DEMİRTAŞ'IN, YÜKSEKDAĞ'IN... Bir kez daha bu grup toplantımızı 257. gününde eşbaşkanlarımızın yokluğunda gerçekleştiriyoruz. Bu grup toplantısını yapmak, haftayı değerlendirmek, çözüm yollarını sunmak, tartışma kültürüne katkı sunmak görevi, hakkı benim değil Demirtaş’ın Yüksekdağ’ındır. Bir kez daha, bu hakkın gasp edilmiş olduğu bir atmosferde sizlere hitap etmek durumundayım. Bugün aynı zamanda, DİSK Genel Sekreteri Kemal Türkler’in 37 yıl önce katledilmesinin yıl dönümündeyiz. Maalesef faşist katiller yıllarca onu kovaladılar. En son kimileri zaman aşımından kurtardı kimileri de AKP-MHP ortaklığıyla çıkarılan yargı paketiyle faşizmi koruma adına serbest bırakıldı.
SELE BAKIP HES ÇIKAR DİYECEKLER: Bugün bir kez daha, İstanbul’da bir sel felaketi oldu. Bütün yurttaşlarımıza, geçmiş olsun dileklerimi ifade ediyorum. Elbette ki sel önlenemez, bir doğa olayıdır. Ancak 20 yıldır kadim şehir İstanbul’u bu hükümet yönetiyor. En büyük afet hükümet eliyle rant politikalarıyla, çarpık politikalardan kaynaklı olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum. Neredeyse İstanbul’da sele bakıp “Ya bundan iyi HES projesi çıkar” demeleri an meselesi. “Kanal İstanbul çıkar” demeleri an meselesi. “Bakın işte İstanbul’da Venedik yaptık” demeleri an meselesi. Yalan politikasıyla rant politikasıyla fatura bir kez daha İstanbullu kardeşlerimize kesiliyor.
ANKARA SANIĞI SURUÇ SANIĞI: 2015 yılı 7 Haziran’ında millet sandığa gitti ve bir irade ortaya kondu. O iradede de, “Ben hiçbir siyasi partiye tek başına iktidar olma ehliyeti vermiyorum. Ey siyasi partiler, kendi aranızda uzlaşın, benim iradem doğrultusunda bir hükümet inşa edin” dedi. AKP bu iradeyi tanımamak suretiyle, barış masasını tekmelemek suretiyle Suruç’tan Ankara Gar katliamına kadar şiddetle yoğrulmuş bir yolun yapı taşlarını döşedi. 20 Temmuz, Suruç Katliamı’nın ikinci yıl dönümü. Tek amacı, kardeş Kürt halkıyla dayanışmak, Kürt çocuklarına oyuncak götürmek olan Suruç’ta bulunan 33 can, AKP-IŞİD ortak zihniyetiyle katledildi. Bir kez daha hayatını yitiren 33 cana, 33 fidana Rabbimden rahmet diliyorum. Mekanları cennet olsun. Ailelerine başsağlığı dileklerimi iletiyorum. Bu dosyada Ankara Gar Katliamı patlamasının tek sanığı Suruç Katliamı’nın da sanığıdır. Onun ötesinde bu saldırıyı planlayanlar, saldırganları koruyanlara dair tek bir gelişme kat edilmedi. Duruşmada mahkeme heyetine, mahkemeye ben bu dosyaya müdahil olmak istiyorum diyen ve canlı kurtulan mağdurlara “siz ne tür bir zarar gördünüz” diye akla ziyan sorular yöneltildi. O saldırıda hayatta kalmayı başaran mağdurun mahkeme heyetine verdiği yanıt; “benim arkadaşlarımın bedenleri benim bedenime yapıştı, saçlarımdan, onların beden parçaları çıktı” yanıtı tarihi bir yanıttır.
MAĞDUR OLMAK İÇİN ÖLMEK Mİ GEREK? Demek ki bunların zihniyetinde, bunların muhakeme gücünde o saldırının mağduru olmak için sadece hayatınızı yitirmiş olmanız gerekiyor. Tıpkı Davutoğlu’na sorulduğunda “elimizde canlı bombacıların listesi var ama onlar harekete geçmeden işlem yapamıyoruz” diyecek kadar gaflet ve dalalet içinde bulunan bir zihniyet. İşte o günün zihniyeti, bugünün yargı pratiğinde kendini gösteriyor. Suruç Katliamı, bir dönemin kapatılması aynı zamanda savaş döneminin başlatılmasıdır. Suruç Katliamı aynı zamanda Ceylanpınar’da iki polisin evinde katledilmesi sürecinin de başlangıcıdır. Hem Suruç katliamı, hem Ceylanpınar’daki katil aynı düşüncenin ürünüdür. Şimdi size sorarım; ne oldu da 2015 Haziran’ında 257 sandalye aldınız da 5 ay sonra 317 sandalyeye ulaştınız? İşte bunun tek bir anlamı var, kanla gözyaşıyla yıkımla iktidar devşirmek. Kanla gözyaşıyla iktidar devşirenlerin hiçbiri iktidardan hayır görmedi, sizler de görmeyeceksiniz.
OHAL 250 İNSANA İHANET: O gün hayatını yitiren 250 insanın anısına da en büyük ihanettir OHAL rejimi. En büyük ihanettir KHK çıkarmak. Bu parti adına darbeye karşı ortak deklarasyona imza atmış liderlerini cezaevine koymak hayatını yitirenlerin anısına da ruhuna da en büyük ihanetlerden bir tanesidir. Eğer darbe gerçekleşseydi, eşbaşkanlarımız yine cezaevinde olacaktı. Peki 20 Temmuz OHAL darbesinin, apoletli darbecilerden ne farkı var? Darbe kimden gelirse gelsin lanetliyoruz, darbe kimin işine yararsa yarasın lanetliyoruz. Darbe ister apoletliden gelsin ister kravatlıdan gelsin. Her ikisinin de aynı sonuca yol açtığı açıktır. Apoletli darbenin de kravatlı darbenin de ikisinin de canı cehenneme.
BİLMİYOR MUSUN ÖLÜM CEZASININ TARTIŞILDIĞI ÜLKEYE İADE OLMAZ: Darbenin siyasi ayağı nerede? Henüz yanıtlanmamış onlarca soru var. Çıkmış AKP Genel Başkanı, her fırsatta Fethullah Gülen’i suçluyor. Peki, sen Fethullah Gülen’in bu ülkeye gerçekten gelmesini istiyorsan neden her fırsatta 'asacağım, keseceğim, lime lime doğrayacağım' açıklaması yapıyorsun. Sen bilmiyor musun ki ölüm cezasının tartışıldığı bir ülkede iade olmaz. Yargının bağımsız olmadığı bir ülkede iade olmaz. Çok iyi biliyorsun. Bildiğin için böyle konuşuyorsun. Çünkü onun gelmesini yargılanmasını ve konuşmasını istemiyorsun. Niye istemiyorsun biliyor musun? Sen de biliyorsun, Allah da biliyor.
MİRAZ'IN PASTASINDAN KORKAN HÜKÜMET: Korkunuzun esiri olmak aynı zamanda toplumu korkuyla yönetmek politikasına sadece benzin dökmüş olursunuz. Bakın Miraz bebeğin pastasından bile korkan bir hükümet düşünün. Bu naslı bir ruh halidir. Bu tablo bu ülkenin insanına yakışmaz.
YÜZDE 50 ALAN YÜZDE 13 ALANDAN NEDEN KORKAR? 12 milletvekili cezaevinde, bir siyasi partinin eşbaşkanı Figen Yüksekdağ, milletvekilliği ve parti üyeliği düşürüldü. Sana sorduklarında, sen bu ülkenin liderisin. Yanındakilere sorulduğunda dünya liderisin hatta. Hatta onun şakşakçısı, onun borazanına dönüşmüş medyaya sorulduğunda o dünyanın en uzun lideri. Uzunluk kısalık mühim değil. Mühim olan akıldır, mühim olan mantıktır. Mühim olan hangi saikle bu toplumu yönettiğinizdir. Siz yüzde 50’nin lideri olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Peki yüzde 50’nin lideri kim tarafından seçildi? Halk tarafından. Yüzde 50 alan bir lider, neden yüzde 13 oy alan bir liderden, Selahattin Demirtaş’tan bu kadar korkar? Sadece korkmakla da sınırlı kalmaz. Muhalefetine, rakibine bu parlamento kürsüsünde siyaset yapmak suretiyle onun fikriyatını kendi fikriyatıyla çürütmek yerine onu cezaevine koyar. Cezaevine koymakla da yetinmez, çünkü içi soğumaz, korkusu devam eder. “Ben ne yapar ederim de bunu zindanda tutarım” der. Yetmez, 104 tane fezleke düzenler. Yine içi soğumaz. Anayasa Mahkemesi'ni korkutur. Anayasa Mahkemesi'ne de der ki, “kararını verme, kararını açıklama”. Peki, başka bir izahı var mı Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanı? Ortada bir içtihadınız varken verilmiş bir kararınız varken ve o kararda sizin şahsınızın da imzası varken adaleti bu kadar geciktirmenin başka bir izahı var mı?
OLMAYAN ŞEYİN BAKANI DEMİŞ Kİ... Yok. Ne demiş Adalet Bakanı? Bu ülkede olmayan bir şeyin bakanı var mı diye sorarsanız, o da adalet bakanlığıdır. Olmayan bir şeyin bakanı nasıl olur? İşte şöyle olur. Demiş ki AYM’ye gönderdiği yanıtta: “Demirtaş ve milletvekillerinin tutuklu bulunmaları yasama faaliyetlerinin önünde engel olmuyor.” Diyarbakırlıların deyimiyle, Urfalıların da desteğiyle 'bi Xwedê' yalan söylüyorsunuz yalan!
DEMİRTAŞ SEGBİS'LE KATILSIN: Selahattin Demirtaş Meclis faaliyetlerine katılması, milletvekili olma ve bir siyasi partinin eş genel başkanı olma ifası önünde bir engel yoksa, o halde bu dilekçenin gereğini Meclis Başkanı derhal yerine getirmelidir. Bu dilekçe Selahattin Demirtaş’ın Meclis Başkanı’na gönderdiği dilekçedir: "TBMM Başkanlığına, Ankara... Sekiz aydır ben ve diğer milletvekili arkadaşlarım yasa dışı bir şekilde tutukluyuz. Ancak Adalet Bakanlığı, Anayasa Mahkemesindeki tutukluluk itiraz dosyama sunduğu savunmada, tutukluluğumuzun yasama faaliyetlerimize katılmada herhangi bir engel teşkil etmediğini belirtmiştir. Parlamentonun üçüncü büyük partisi olan Halkların Demokratik Partisi’nin Eş Genel Başkanı ve Grup Başkanı olarak, TBMM’de yasama ve denetleme faaliyetlerinin bir parçası olan grup toplantısına, cezaevinden SEGBİS yoluyla bağlanıp Meclis Grubuma hitap etmek istiyorum. Eş zamanlı olarak bütün HDP vekillerinin de SEGBİS yoluyla grup toplantılarına katılımının sağlanmasını talep ediyorum. Selahattin Demirtaş, HDP Eş Genel Başkanı, İstanbul Milletvekili." Her fırsatta milletin iradesinden bahseden, her fırsatta seçilmiş siyasete darbe yapmak istediler diye Meclisin haysiyeti konusunda 1 gram çabanız olacaksa Eş genel Başkanımız Selahattin Demirtaş’ın dilekçesinin gereği derhal yerine getirilmelidir. Grup Başkanı, Eş Genel Başkandır. Burada hitap etme hakkı da onundur. Dolayısıyla bu hukuksuzluğu ortadan kaldırmanın bir yolu da budur. Dolayısıyla bu hukuksuzluğu ortadan kaldırmanın bir yolu da budur. Yok, eğer bu sistem olmazsa AYM önündeki tehdidinizi, şantajını kaldırın, AYM kararını açıklasın.
İKİ DOSYA HUKUKSUZCA BİRLEŞTİRİLMEK İSTENİYOR: Bakın neden bu kadar açık, net ve özgüvenli konuşuyoruz. 19. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde Eş Genel Başkanımızın tutuklu olduğu bir dosya var. 257 gündür hala bu dosyanın duruşması yapılmadı. Ne zaman yapılacağı hâlâ muamma. Neden? Mahkeme eş genel başkanımızın dosyasını bir başka dosyayla birleştirmek istiyor. İkinci Ağır Ceza Mahkemesi, Yasin Börü davası olarak bilinen dosyayla birleştirmek istiyor. Bu vesileyle kendisine Allah’tan rahmet, ailesine başsağlığı diliyorum. Bu tamamen hukuksuz bir uygulama. Çünkü Selahattin Demirtaş hakkında böylesi bir fezleke yok . Bir milletvekilinin dokunulmazlığının ancak ve ancak kaldırıldığı dosyada yargılaması yapılabilir. Böyle bir dosya yok. Böyle bir suçlama yok, mahkeme bu dosyayla birleştirmek istiyor. İkinci Ağır Ceza Mahkemesi hayır diyor, çünkü böyle bir fezleke yok diyor. 19. Ağır Ceza Mahkemesi bu talebinde ısrar ediyor. Niye? ısrarının sebebi açığa çıkıyor. Erdoğan, Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş’a ilişkin “53 Kürt kardeşimin ölümünden sorumludur. Selahattin Demirtaş teröristtir” ithamında bulunuyor. Anlaşıldı ki, 19. Ağır Ceza Mahkemesi bu kanunsuzluk ile kalkışmış? Erdoğan’ın talimatı olduğu bu vesileyle bir kez daha açığa çıkmış oluyor.
YÜRÜMEK SAĞLIĞA İYİ GELİR: Konuşan eleştiren kim varsa mutlaka ya terörist ya da teröriste yardım ediyor. En son Adalet diyen yürüyüşçüleri bile terörist ilan etti. Kürt halkının 'rusipî'si (aksakallı) Ahmet Türk’ü terörist ilan etti. Niçin? Adalet yürüyüşüne katıldığı için. Bir de dönüyor, Adalet Bakanına soruyor, hani hastaydı diye. İyi de iki gözüm memleket hasta memleket. Demokrasi ölüm döşeğinde. Ahmet Türk adalet için desteğe gitti. Bu hasta haliyle hem de... Ve bu hasta haliyle. Ben sana bir şeye söyleyeyim mi, Ahmet Türk’ü şiddetle özdeşleştirmek akla uygun bir şey değildir. Akla ziyandır. Son sözüm de yürümek sağlığa iyidir. Sen de yürü.
NURİYE VE SEMİH'E BİR ŞEY OLURSA... Bunların taşıdığı, vicdan değil. Olsaydı, Nuriye ve Semih vicdan duruşunda, vicdan orucunda. Allah aşkına, taş eriyor ama bunların duruşunda tık yok. Tıpkı o tekçilikleri gibi vicdan karşısında kalpleri tekliyor. Vicdan karşında kalpleri tekliyor. Onlar cezaevinde açlık grevinde, aileleri dışarıda açlık grevinde 150 binin üzerinde insanın ekmeği elinden alınmış. Bu insanların tek bir talepleri var “işimi istiyorum” diyorlar. Onlar zulme maruz kaldılar bu zulümden vazgeçin. Ama bunlar insani değerlerden korkar hale geldiler. Herkesin cezaevinde fotoğraf çekmeye hakkı var ama Nuriye ve Semih’in yok. Çünkü Nuriye ve Semih’in bedeninin erimesi onların iktidarının nasıl bir zulmün içinde eridiğinin göstergesi, vesikası olacak, bundan korkuyorlar. Bir kez daha soruyorum, tek bir Allahın kulunun haya hakkına halel gelmemelidir. Allah korusun, Nuriye ve Semih’in başına bir şey gelirse sadece onların başına gelmiş olmayacak. Bu ülke 80 milyonuyla en azından iktidarın bu zulmüne sessiz kalanların vicdanı da ölecek. Vicdanların ölmemesi için herkesi çaba göstermeye davet ediyoruz.
HAK SAVUNUCULARI SENİN İÇİN KAMPANYA DÜZENLEDİ: Önce cumhuriyet tarihinde ilk defa insan hakları anıtı gözaltına alındı. Sadece insan hakları anıtı değil, bugün insan hakları savunucuları da tutuklandı. Onlara sorsan, hükümete sorsan, insan hakları savunucuları teröristtir. Onlar yaşam hakkını, ifade özgürlüğünü, örgütlenme özgürlüğünü savunurlar. Ey AKP Genel Başkanı, hatırlar mısın, sen bir şiiri okumuştun, Vallahi öyle pek güzel de bir şiir değildi. O şiiri okumandan dolayı cezalandırıldın. Cezaevine konuldun. Bu tutukladığın hak savunucuları var ya senin fikir hürriyetin için kampanya düzenledi. Ben de onlardan bir tanesiydim. Bugün olsa, insan hakları savunucuları aynı şeyi yine yaparlar. İnsan hakları savunucuları mı terörsit yoksa insan hakları savunucularını cezaevine koyanlar mı suçlu? Takdiri halklarımıza bırakıyorum.
GREV HAKKINI ENGELLEMEK SUÇTUR: Sadece OHAL rejimini devlete karşı, devlet içindeki yapılanmaya karşı getirdik yalanı, her gün kendi ağızlarından bir kez daha yalanlanıyor. En son çıkıp dedi ki beyefendi “OHAL uygulamasından istifade grev hakkını da engelliyoruz”. Grev hakkını engellemek Anayasa’ya göre suçtur. Bugün, ekonomi çökme noktasına gelmiş, turizm can çekişiyor, OHAL rejiminin, işverenin elini kolunu rahattlattığını iddia edecek kadar gaflet içinde olabiliyor.
FOTOĞRAF GÖSTERSEM CEZA VERİLECEK: Meclis tamamen işlevsizleştirilmek isteniyor, iktidarın noteri haline getirilmek isteniyor. Bir fotoğraf göstersem ceza verilecek. Çünkü gerçeğin açığa çıkarılması para cezasıyla yok edilmeye çalışılacak. Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ’ın fotoğrafını göstermek suç sayılacak. Kürt halkı dediğimizde, Kürdistan dediğimizde, Dersim Katliamı, Koçgiri Katliamı Çorum Katliamı dediğimizde bu cezalandırılabilecek. İşçi cinayetleri, kadın cinayetleri dediğimizde cezalandırılabilecek. Unuttukları bir şey var. Dünya yuvarlaktır, dünya kendi etrafında dönüyor diyenleri de yargıladılar. Ama onlar, iddialarından vazgeçmediler. Onlar vazgeçmiş olsalardı, bugün belki dünya düzdür diyenler olacaktı. Dolayısıyla biz Kürdistan’a Kürdistan demeye devam edeceğiz. Kürt halkına Kürt halkı demeye devam edeceğiz, Dersim’e Dersim demeye devam edeceğiz. İnsana insan demeye devam edeceğiz. Yalan söyleyenlerin yalanlarını deşifre etmeye devam edeceğiz. Bu yol çıkmaz yoldur. Bu yol faşizmin yoludur. Faşizmden hiçbir toplum, hiçbir siyaset kazançlı çıkmamıştır. Goebbels’in yöntemleri politik yalanlarının bu ülkede bir tezahürü olacaktır, ama eninde sonunda faşizm kaybedecektir. Onun için, adalet için, eşitlik için, özgürlük için durmayacağız, faşizmi durduracağız. Susmayacağız faşizmin sesini soluğunu solduracağız.