Her yerde alan daralt, her pozisyonda yakın temasla rakibi boz ve kapılan topla koridora üç kişiyle in ve atağı sonlandır. Bayern zaferinin sırrı buydu. Bu maç, İspanyol oyun tarzında büyük bir gedik açtı. Bu maç, futbolun kolektif bir oyun olduğunu bir kez daha kanıtladı. Ve bu maç, bir Alman ekolünün bağıra çağıra geldiğini söylüyor.
Aristoteles’e göre trajik kahraman, tam anlamıyla günah keçisinin masumiyetiyle kutsanmış değildi, ancak bütünüyle kabahatli de değildi. Bu haliyle seyircide acıma ve sempati hissi uyandırmazdı. Bu maçın trajik kahramanı hiç kuşkusuz Messi’ydi. Görkemli Messi imgesi acıma hissi duymamıza engeldi ve Bayern oyunu da ona sempati duymamıza izin vermiyordu. Messi ne suçlu ne de masumdu. O, bir suçlu masumdu. Bayern’in şahane oyunu, hem endişe verici, hem sakinleştirici, hem kutsal, hem de lanetliydi! Ama yine de maçın gerçek anlamda kutsal olanı, yani aynı anda hem lanetlenmiş olan hem de kutsanmış olan tek canlısı, hiç şüphesiz, Messi’den başkası değildi.
Messi’nin sahip olduğu insanüstü niteliklerin, bir gün soruna dönüşeceğini ileri sürmek, galiba büyük bir şaşkınlık yaratırdı. Öyle sanıyorum ki, bu tehlikeli durumu ilk fark eden de Guardiola'ydı. Guardiola, Messi’ye bağımlılığın zaman içinde teşvik edeceğini sezinleyip, Messi’li işleri, oyunun kolektif imkanları içinde eritmek istiyordu. Ama bunu yapabilecek kadar Barcelona’nın başında kalma fırsatı bulamadı.
Açık ki, Messi, Quique Setien’i rehavete sürüklemiş. Bayern maçına Messi ve Suarez’in yanı sıra Vidal ve Busquets gibi iki temposuz oyuncu ile başlamak, intihar etmekten farksızdır. Top, Bayern’e geçtiğinde, Barcelona sadece altı oyuncu ile takım savunmasının güvenliğini sağlıyordu. Bayern, dağdan kopup gelen öldürücü çığ gibi Barselona’yı baskılarken, Barcelona’nın iki savunma koridoru F16 pisti gibi sonuna kadar açık hale geliyordu. Dört pres yapmayan oyuncudan eksik kalan Barcelona iki kanat koridorunda kademe yapma imkanı bulamıyordu.
Bayern bütün ataklarında istediği anda istediği kadar oyuncu sayısıyla koridordan çizgiye kadar iniyordu. Üstelik bütün kanat koridor ataklarının hepsini sonlandırıp hiç kontra top fırsatı da tanımıyordu. Bayern 4-2-3-1 dizilişiyle sahaya çıktığı halde, fiilen takım beşer kişilik iki guruba ayrılarak, oyunun hem hücum hem de savunma faaliyetine kusursuzca katılabiliyordu.
Esasen en ilginç olan manzarada şuydu. Bayern’in her atağında, Bayern defansı, orta saha çizgisinin rakip alanında korkusuzca pozisyon alıyordu. Bütün takımı Barcelona yarı sahasına süren Hans- Dieter Flick, bu cesur yaklaşımıyla, her oyuncusunun Barcelona oyuncularıyla yakın temas sağlamasına imkan veriyordu. Barcelona’nın akışkan bir oyuna adapte olmasını engelleyen bu tavırdı. Top daha Barcelona’lı oyunculara gelmeden, oyuncu, henüz topu kontrol etme imkanı bulmadan baskıyı yiyordu.
Her yerde alan daralt, her pozisyonda yakın temasla rakibi boz ve kapılan topla koridora üç kişiyle in ve atağı sonlandır. Bayern zaferinin sırrı buydu. Bu maç, İspanyol oyun tarzında büyük bir gedik açtı. Bu maç, futbolun kolektif bir oyun olduğunu bir kez daha kanıtladı. Ve bu maç, bir Alman ekolunun bağıra çağıra geldiğini söylüyor.
Quique Setien, Hans Dieter Flick’i anlaşılan, fena halde çok hafife almış. Bu ilk centilmen cümle olsun. Dünyanın aklı başında bütün futbol yorumcularını bir araya toplasak ve onlara şöyle bir soru sorsak, büyük ihtimalle hepsinin cevabı aynı, standartı korurdu. Quique Setien, Barselona’yı yönetecek kapasitede bir teknik direktör değil. Ve sanki ,ömründe Bayern’i bir kez bile izlememiş.