Bugün yaşça küçük çok fazla gençle, çocukla futbol ve basketbol sohbetleri gerçekleştiriyorum. Bana “Sergen Yalçın nasıl bir futbolcuydu?” diye sorduklarında onlara “Tanık olamadığınız için, kaçırdığınız için kendinizi çok şanssız bir jenerasyon olarak göreceksiniz” diyorum. Çünkü onun gibisi zaten gelmedi, muhtemelen de gelmeyecek.
Sergen Yalçın, futbolcu olarak ayrıldıktan 14 yıl sonra Beşiktaş Kulübü'ne teknik direktör olarak döndü. Perşembe akşamı Vodafone Park'ta taraftarın önünde imza töreni düzenlendi. Bugün Türkiye'ye bir dünya yıldızı gelse; futbolcu olarak Cristiano Ronaldo veya teknik direktör olarak Jose Mourinho, böylesine bir olay veya ortam yaşanır mı hiç zannetmiyorum. Beşiktaş'ın son şampiyonluk kutlamasında bu kadar fırtına olmamıştı. İşte Sergen Yalçın'ın Beşiktaş taraftarında böyle bir özel yeri var. Ben böyle bir şey görmedim.
Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe ve Trabzonspor formaları giymiş bir oyuncuydu. Ama gittiği her yerde o “Beşiktaşlı Sergen”di ve buna rağmen hep sevildi. O gerçekten özel bir oyuncuydu. Hayat, gerçekten çok enteresan hikayelerle doludur. Şimdi hocalığını yaptığı Beşiktaş'ta Burak Yılmaz da onun gibi dört büyük takımın formasını giymiş bir yıldızdır. O gerçi Sergen Yalçın'ın tersine, gittiği hiçbir yerde hemen tam kabul görmedi, fazla sevilmedi. Ama gittiği her yerde çuvalla gol attığı için onu protesto edenleri susturmayı başardı.
Dört büyük takımın formasını giymişti ama sadece bir takımın taraftarına “Elbet bir gün kavuşacağız” diye seslenmişti. Evet, kavuştular Sergen Yalçın ve Beşiktaş taraftarı. Vodafone Park'taki bu imza töreni çok uzun yıllar unutulmayacak, futbolun jenerikleri arasında yer alacaktır. İzlerken kendimi sanki 90'lı yıllarda gibi hissettim. Sergen Yalçın'dan ötürü müydü bu? Ortamdan ötürü mü? Çok emin değilim bu konuda.
Sergen Yalçın, imza töreninde çok kısa bir konuşma yaptı ve orada tek bir cümle akşamı özetliyordu: “Çok heyecanlıyım. Hayatımda hiç bu kadar heyecanlanmadım.” Aslında bu Sergen Yalçın'ın Beşiktaş taraftarıyla ne kadar aynı frekansta olduklarını anlatıyordu.
Teknik direktörlük, teknik, taktik, kariyer... Bunları yazacak bol bol vaktimiz olacaktır. Bu yazıda biraz da materyalizmin dışında kalmak istedim. Çünkü Sergen Yalçın'ın Beşiktaş'a gelmesi tamamen rasyonel değildi. Çok fazla romantizm içeren bir durumdu. O yüzden bu hadiseyi “Malatya'da şunu yaptı” veya “Sivas'ta bunu başardı” gibi yazmanın çok anlam teşkil edeceğini düşünmedim.
Bu Beşiktaş ve Sergen Yalçın'ın hayatı için çok keskin bir viraj esasında. Sergen Yalçın, tribünlerin sevgilisi. Buraya kadar tamam. İşin 'iş' tarafı da bir o kadar kritik ve çok yönlü. Sergen Yalçın'ın bir gün yolu tekrar Beşiktaş ile kesişecekti, bunu da biliyorduk. Ama bu doğru zamanlama mı iyi analiz etmek gerekiyor. Çünkü Beşiktaş, çok ciddi mali sıkıntılar içinde boğuşuyor. Transfer bile yapamadı, hatta önümüzdeki yaz ne kadar transfer yapabileceği bile şüpheli. Taraftarın bunun bilincinde olması gerekir. Kısa vadede, hemen bir başarı beklentisi içinde olmamak gerekiyor. Böyle bir beklenti hem taraftarın kendi yaşayabileceği hayal kırıklığı açısından önemli bir rol oynar hem de Sergen Yalçın'a da yapılabilecek bir haksızlık olur.
Bunları önceki yazımda da yazmıştım. Sergen Yalçın gelince Diaby bir anda Aboubakar'a, Ljajic ise bir anda Talisca'ya dönüşmeyecek. Bu gerçeğin farkında olmak gerekiyor. Beşiktaş'ın kadro kalitesi rakiplerinin şu anda çok gerisinde. Bu sezon zaten kaybedilmiş bir sezondur daha şimdiden. Ama orta ve uzun vadede bir beklenti oluşturulursa ve sabredilirse o zaman belki de bizi çok daha farklı bir senaryo bekleyebilir. Sergen Yalçın, belki de Beşiktaş'ın Fatih Terim'ine dönüşebilir. Elbette başarılı olduğu varsayımında. Bu kavuşma zamanlama açısında çok riskli ama büyük resimde çok enteresan senaryolara gebe. Bunun farkında olmak gerekir.
Yazıyı yazarken aklıma bir Sergen Yalçın hikayesi geldi. Aklımda zaten binlercesi var. Herkesin de muhakkak güle güle andığı ve anlattığı Sergen Yalçın hikayeleri vardır. Beşiktaş'ın eski efsane futbolcularından rahmetli Vedat Okyar, Sergen Yalçın'la röportaj yapıyor ve aralarında geçen diyalog şöyle:
Vedat Okyar: “Sergen, koşmadığın için çok eleştiriliyorsun. Ne diyorsun bu konuda?”
Sergen Yalçın: “Ya Vedat abi, ben koşunca çok yoruluyorum. Ama bunu kimseye anlatamıyorum bir türlü.”
Sergen Yalçın'ın çok bahsedilmeyen ama aslında ama çok önemli bir özelliği vardır. Ki bu bizim futbol ortamımızda ve futbol iklimimizde pek rastlanır bir özellik değildir. Sergen Yalçın çok realist biridir. Gerçek manada dobralığın vücut bulmuş halidir. Özü sözü bir derler ya hani işte öyle biridir Sergen Yalçın. Son derece eleştiriye açık, kolayca özeleştiri yapabilen, kompleksiz bir adamdır. O yüzden Beşiktaş taraftarına da hayalleri vaat etmeyecektir muhakkak. O da durumun son derece farkındadır. Bu özelliği herkesin ona saha dışında da hayran olmasına neden olmuştur. Sevilmesine de.
Bu kayda geçsin; Sergen Yalçın Türk futbolunun gelmiş geçmiş uzak ara en iyi futbolcusudur. Ben buna bir satır daha ekleseydim şunu eklerdim: Sergen Yalçın, Türk futbolunun aynı zamanda en şahsına münhasır insanıydı.
Bir Rizespor maçında herkesi çalımlayarak topu 85 metre sürüp, kaleciyi de çalımladı ve golü attı. Maçtan sonra golü soran gazete muhabirine Sergen Yalçın'ın cevabı ne oldu dersiniz? “Olur böyle şeyler, büyütmeyin!”
Yuvasına döndü. Çok sevdiği Beşiktaş taraftarına verdiği sözü tutarak bir gün kavuştular. Başarılı olacak mı olamayacak mı? Bunları bekleyip göreceğiz. Spor dünyasında hiçbir şeyin garantisi yoktur. Bu imza töreni sadece yarım kalan bir hikayenin bir bölümü olarak da hatırlanabilir, bir devrin başlangıç noktası olarak da. Ama emin olduğum bir şey varsa o da Sergen Yalçın'ın Beşiktaş'ta yeni anılara ve hikayelere imza atacağıdır.