Kürenin yedi gününde bu hafta aşı çalışmaları ve buna dönük açıklamalar dikkatlerin odaklandığı konuydu. Benzer biçimde korana virüsünün İngiltere başta olmak üzere pek çok ülkeye yayılması bültenlerin üst sıralarında yer aldı.
Gündemde dikkat çeken bir diğer başlık artık kendi içinde yılan hikayesine dönen, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılması sürecini düzenleyecek olan anlaşmaydı. İngiltere 2016’daki referandumda AB’den çıkış bileti için gerekli toplum desteği almıştı, ancak hem referandum hem de sonraki süreç, İngiltere’de parlamento seçimleri içinde en tartışan konu oldu. Boris Johson’ın galibiyetiyle noktalanan seçimlere karşın Brüksel ile Londra arasındaki uzlaşma ancak 2020’nin sonunda sağlandı.
Bültenlerin üst sıralarında bu tartışmalar yaşanırken 2020’nin zor bir yıl olduğu konusunda hemfikir olma hali yıllık muhasebelere de kapı araladı. Ancak bazı hesaplar var ki açtığı yaraların tarihi neredeyse 20 yıl öncesine dayanıyor. Bu hafta 2000’lerin başında bazı devletlerin buyurganlığında bir ülkenin işgale uğraması ve yaşananların muhasebesine dönük bir gelişmeye ver vereceğiz. Terörizme karşı savaşın ilk bayrağının dikildiği yer Afganistan. 2001’den günümüze bu savaş arkasında büyük bir yıkım, mülteci dalgası ve savaş suçları bıraktı. Bu yıl buna bir de özür eklendi. Bazı yaralar zamanla geçmez diyerek Afganistan’da olanlara ve gelen özre bakalım.
BİR LİSELİ ŞAŞKINLIĞI VE 11 EYLÜL
Okulun ilk haftasının salı günü, alınacak kitap listesine dair annemle yapacağım konuşmayı kafamda canlandırarak eve giriyorum. Yana yakıla annemi evin içinde ararken, onu televizyona kitlenmiş bir halde buluyorum. Anneme selam veriyorum, annem yüzünü dönüyor ancak sanki görmüyor, “ne oluyor” diyorum, ekranı işaret ediyor. Ekranda bir uçağın yüksek bir binaya çarptığını görüyorum. Binadan dumanlar çıkıyor. Adeta bir savaş filmi, ancak haber kanalındaki alt yazıda “New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne saldırı” ibaresini görüyorum. Ev telefonuna sarılıp en yakın arkadaşlarımdan ikisiyle gözümüz televizyonda, olanı konuşuyoruz. Arkadaşım bürokrat olan babasının “Bu çok ciddi bir olay” dediğini aktarıyor. Biz telefonda bunları konuşurken Atlantik’in öte yakasında ABD Başkanı ve bakanlarının Beyaz Seray’da pek de kullanılmayan bir sığına indiğini, o odada türlü hesapların yapıldığını, gergin anların yaşandığını ancak lisans eğitimim başladığında öğreniyorum. Herkesin hayatında unutamadığı anlar vardır, benim aklımda 11 Eylül 2001’den o televizyon ekranı, annemin yüzündeki dehşet ve dumanların yükseldiği bir bina kalıyor.
SAVAŞIN GERİDE BIRAKTIĞINDAN BAZI KANITLAR
Saldırının ertesi günü ABD Başkanı George W. Bush, saldırının El-Kaide tarafından yapıldığını ve Afganistan’da bu saldırının planladığını söylüyor. Şer ekseninden bahsediliyor, üç ülkenin adı zikrediliyor: Afganistan, Irak ve Kuzey Kore. ABD’nin “kötülere karşı savaşa hazır olduğu” aynı konuşmada söyleniyor.
Saldırıdan kısa süre sonra ABD ve NATO’nun öncülüğünde Afganistan’a karşı savaş başlıyor. 2003’te Afganistan’daki savaşa katılan devlet sayısı 50’ye asker sayısı 130 bine çıkıyor.
2001’de başlayan bu savaş, bazı devletlerin kuvvetleri çekilse de son bulmuş değil. Oxfam International’ın Savaşın Maliyeti: Afganistan raporuna göre Afganistan’da 2001-2009 arasında nüfusun yüzde 76’sı savaş nedeniyle evlerinden oldu. Ülkedeki 10 insandan 7’si savaş ve çatışma kaynaklı aşırı yoksulluğa sürüklendi. Evlerini boşaltanların neredeyse yarısı ikinci defa evlerini tahliyeye zorlandı. Nüfusun neredeyse yüzde 13’ü hapse atıldı, özellikle mahkumların en az yüzde 20’sinin söz konusu dönemde ağır ve orta olarak kategorize edilen fiziksel, cinsel ve psikolojik işkenceye maruz kaldığı, ancak raporda resmi rakamların dikkate alındığı, gerçeğin bundan misliyle fazla olabileceği belirtilerek, ifade ediliyor. Yani hapishanede ölüm adeta vakayı adiyeden sayılan bir durum haline geldi.
İNSANLIĞA DARBEDE VE ÖZÜRDE SIRA AVUSTRALYA’NIN
Afganistan halkının 2001’de başlayan çilesi 2003’te yedi düvelin “teröre en çok biz karşıyız” boy gösterisine dönerken aslında bir cehennem yaratıldı. NATO’ya göre Afganistan savaşına destek olan ülke sayısı 50’nin üstünde. Bu ülkelerden biri, savaşa istekle katılması soru işareti yaratan Avustralya. Avustralya özel kuvvetlerine bağlı 26 bin asker 2001-2014 arasında Afganistan’da aktif görev yaptı. Yeniden inşadan aktif savaşa kadar Avustralya askerlerinin görev alanı genişliyor. Ancak görev aldıkları bir diğer kısım daha var: İşkence ve cinayet.
Yabancı kuvvetlerin başka ülkelerin topraklarında insanlıkla bağdaşmayan eylem ve pratiklerinin listesi bir hayli uzun. Afganistan’ın da farklı olmasını beklemek naiflikten öte tarih bilmemekle ilişkili. Bunun son kanıtı bir özürle ortaya çıktı. Avustralya Savunma Bakanlığı yaklaşık bir ay önce, acemi askerlerin Afganistan’a gönderildiği, hatta bir kısmının burada eğitildiğini ve “bazı sorunların” yaşandığını söyledi. Bazı sorunlardan kasıt, sistematik işkenceyle ölüme neden olma, sivilleri öldürme, sivillerin özellikle çiftçilerin topraklarını yakma, insanları yakma, mala el koyma, tehdit olmadığı halde insanları keyfi biçimde öldürme.
Uluslararası suçları böyle tanımlamak aslında yapılanın anlaşılmasını zorlaştırıyor. Bakanlık, aslında askerlerinin kendilerine uzak topraklarda cinayet, canavarca hisle insan öldürme, istismar, işkence, tecavüz, yağma gibi suçlar işlediğini söylüyor. Bu konuda suçlara karışmış askerler hakkında soruşturma başlatıldığı, bu nedenle Afganistan halkından özür dilediklerini de eklemeyi unutmuyor.
CEHENNEMDEN KAÇIŞ VE YENİ CEHENNEMLERE
Avustralya’nın özrü aslında tahmin edilen, ancak “bilmeyelim daha iyi denerek” ötelenen gerçeklerin sanılandan çok daha vahim, zalim, insanlık dışı olduğunu gösteriyor. Gözlerinizi kaçırmanın, başınızı öne eğmenin faydası yok, orada insanların bir mengeneye sokulduğunu biliyorsunuz. Savaşların yeni füzelerin, savaş teçhizatının deneme alanı olduğu söylenegelir, ki öyledir de. Peki bu silahlar kime karşı kullanılmaktadır? Kimin üstünde deney yapılmaktadır? Asker, acemiliğini kimi öldürerek gidermektedir? Bu insanlar kimdir? Aslında yanıtı basit: Genellikle siviller, çocuklar, kadınlar, mazlumlar, özel uçağıyla kaçmaya gücü olmayanlar, dil bilmeyen, derdini anlatamayanlar. Aslında hepimiz cevapları biliyoruz, aslında hepimiz işlerin nasıl yürüdüğünün farkındayız.
İşte bu zulme uğramak istemeyen, insanlık dışı denemelerin parçası olmamak için bildiği tek çarenin kaçma olduğunu düşünen ve yola koyulan insan sayısı, sadece Afganistan'dan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) 2019 raporuna göre 2,5 milyon. Dünyadaki kıyımın adreslerinden birine çevrilen ülke, Asya’da en fazla iltica ve göç talebinin olduğu, adres. Afganistan’daki zulümden çıkmak, kendi başına ölümün bir türlüsünden kaçmak anlamına gelebilir, ancak ölüm türlü türlü, zulüm gibi.
Sığınacak durak bulmak sanıldığı kadar kolay değil. Mültecilerin neler yaşadığının örneklerinden biri bizim ülkemizde yaşanıyor, Hale Gönültaş Van’dan Türkiye’ye girmeye çalışan, girdikten sonra da çilesi bitmeyen mültecilerin yaşadıklarını aktarıyor. Eziyetin Türkiye ayağının da diğer geçiş noktalarından farklı olmadığını görüyoruz, aslında biliyorduk da artık bundan kaçamayacağımızı biliyoruz.
Afganistan’da tam olarak ne yaşandığı hâlâ net değil. Bildiklerimiz, tüm olanı anlamaya yetmiyor. 1970'lerin sonunda SSCB’ye karşı temelleri atılan “Yeşil Kuşak Projesi”nin o zamanki mimarlarının stratejik hesaplarının bu savaşta yüksek paya sahip olduğunu biliyoruz. Stratejik hesaplardan, jeopolitik muhasebeden başımızı kaldırdığımızda kanıtların bir insanın ömrü boyunca özür dilese yerine koyamayacağı, geri getiremeyeceği kayıplara işaret ettiğini ve hiçbir ulusal çıkarın, güvenlik gerekçesinin, hegemonik hesap terazinin bu yıkımı hesaplamaya yetmeyeceğinin farkına varıyoruz, yeniden.
2021’de bir mülteci gördüğünüzde yüzlerine iyi bakın, hor görmeden önce, yüzündeki çizgilerden, gözündeki korkudan ülkesinde yaşatılanları göreceksiniz. “Mülteciler işlerimizi alıyor, güvenliğimizi tehdit ediyor” demeden önce, Türkiye dahil pek çok ülkenin Afganistan’da neden bulunduğunu, bu insanların neden kaçtıklarını, buna susarak, "savaş" diyenlere “HAYIR” demeyerek bir rolünüz olup olmadığını düşünün, zira sonrasında gelen özür, ne yaraya derman oluyor, ne gideni geri getiriyor. Zamansa bazen iyileşme değil, utanç ve derinleşen yaralar bırakıyor.