Bazıları için gelecek hep uzun sürecek

Zamanın sizin açınızdan yavaş ilerlemesi yahut hiç ilerlememesi umutsuzluğa sebebiyet verebilir. Geleceği görememek ise insanda umut isteğini de anlamsız kılar kuşkusuz.

Abone ol

Fatih Tan

Berlin’de yaşayan Diyarbakırlı çağdaş sanatçı Şener Özmen'in Pilevneli Gallery'deki "Yeni Bir Umutsuzluk" isimli sergisindeki "Bariyerin Arkası" eseri, son birkaç yılın politik atmosferini özetleyen bir çalışma niteliğinde. Özmen'in sanat serüvenini ve bu sergi özeline değinmeyeceğim. Esas olarak bölgenin histeryasını Şener Özmen'in "Yeni Bir Umutsuzluk" sergi başlığı bağlamında ele almak istedim. Bu sergi üzerine Sanatatak'ta Mahsum Çiçek'in ''Pornografik bir unsur olarak beton bariyerler'' yazısını öneririm.

Umutsuzluğa dair en çaresiz durumu anlama noktasında herhalde Louis Althusser'in "Gelecek Uzun Sürer" kitabının ismi kadar anlaşılır olmayacak benim açımdan. Kitap Althusser'in biyografisi olarak geçer. Althusser'ın umutsuzluğa terk edilişi adeta. Geleceğin uzun süreceği hissi, umudun tükendiği anlamı çıkar bir bakıma. Zamanın sizin açınızdan yavaş ilerlemesi yahut hiç ilerlememesi umutsuzluğa sebebiyet verebilir. Geleceği görememek ise insanda umut isteğini de anlamsız kılar kuşkusuz. 'Gelecek, kişi için tematik bir önem atfeder mi?' sorusu daha anlaşılır sanırım. Althusser'in ve Özmen'in gelecekte kendilerini konumlandıramadıkları aşikar.

'VARLIĞIN VAROLANI OLMAK'

"Gelecek mefhumu herkes için geçerli olmayacak bazılarımız ise ne şimdi ne de sonra aslında hiçbir zaman geleceği göremeyecek’’ kehanetinde bulunan Özmen, Diyarbakır’dan belki de vazgeçip, Althusser’in iktidar - ideoloji - özne nosyonlarına da sırtı çevirmiş durumda. Çünkü burada kastedilen akan zaman yahut geçen saatler değil aksine Özmen'in davranışı, içinde olup dışında kalmak, içine dahil olamamak, Heidegger'in dediği gibi: ’’varlığın varolanı olmak’’, günün sonunda dışında kalmak, belki de hiçbir zaman sana ait olamayacak zamanın ve uzamın akış belirsizliği ve bu bağlamda belirsizliğe yeni bir tanımlama olarak umutsuzluğu koymak. Özmen'in bu durum karşısındaki tutumu bir yenilgi yahut mağlubiyetten ziyade yeni poli-on-tik bir davranış olarak okumak mümkün. Ayrıca salt demokrasi, salt ifade özgürlüğü, salt insan hakları, salt eşitlik gibi anti - ontik kavramların kendisinde hiçbir zaman salt rücu bulmayacağının farkına varmaktır.

"Sanatçının zihninde bulunan model doğaüstü olduğundan, özü gereği duyusal temsil araçlarının avucuna sığmaz: Öznedeki kusurdan değil nesnedeki aşırılıktan dolayı sanatçı sadece burada işaret edebilir"* Özmen’in sanat nesnesine dönüştürdüğü ’’Beton Blok’’ nesnenin aşırılığının zaman içindeki şahsileşme süreci bir anlamda. Kendine has bir karaktere bürünmesi ve devletin güvenlik ontolojosinde de yeni umutlara hareket etmesi yeni akışlar yaratmasıdır.

'DOĞANIN AŞIRILIĞI İNSANA BİR KUSUR ATFEDER'

Doğanın aşırılığı insanın eksikliğini tamamlar. İnsana bir kusur atfeder. Bu kusurlu durum nesneyi aşırılıktan çıkarır çoğu kez. Hayatın akışı içinde bu aşırılık pekala nesneyi olağan durum konumuna sabitler. Buradaki esas nokta bu olağan durum karşında öznenin kusurluluğu bir umut vadeder. Bundan kurtulmanın yollarını yeni bir başlangıç olarak değerlendirir. Yeni bir başlangıç ve yeni bir umut, özneyi hem kusurlu hale getirir hem de nesnenin aşırılığını görünür kılar. Oysa umutsuzluk özneleşme sürecini tümden ortadan kaldırır. Aşırılığı ise işlevsiz hale getirir.

'BEDENİN MARUZ KALDIĞI OLGUNUN DİYARBAKIR'IN KENDİSİ OLMASI'

Peki, Özmen’in umutsuzluğu bir eksiklik mi, yoksa bir dezavantaj mı, ya da ahlaki bir durum mu? Umutsuzluk, gerçek ile gerçek olmayanı ortaya çıkarır şüphesiz. Çünkü umutsuzluk rasyonel bir olgudur. Özmen, eğer Sur’un enkazından artakalan bir parça taşı Berlin’de bir galeri salonuna yahut evinin bir köşesine koymuş olsaydı bu olgu kuşkusuz hem ona hem de diğer insanlara şehrin kendisini yani Diyarbakır’ın kendisini o an Berlin’de hissettirirdi. Ancak galerinin yahut evinin önüne bir beton bariyer koyması hem Özmen’in hem de diğer insanları o an Diyarbakır’da hissetmelerine yol açıyor. Esas buradaki diyalektik 'ben'in şehri kendi yanında hissetmesi değil, aksine 'ben'in kendisini şehirde hissetmesidir. Nesnelerin yer değişimi bir bakıma. Bedenin yer değişimi, bedenin maruz kaldığı olgu karşısında Diyarbakır’ı hissetmesi değil, bedenin maruz kaldığı olgunun Diyarbakır’ın kendisi olması artık. 'Yer'in önemini yenilemesi, yersiz ve yurtsuzluğu ortadan kaldırmasıdır. Bu durum da nesnelerin kendi tözlerinden kaynaklı. Tabi buradaki yer değiştirme Adorno’nun ahlaki nosyonunu tersten okuma söz konusu. Bu bağlamda sadece psişik olmayan bir korkuyu beraberinde taşır. ''Umutsuzluğun en değerli yerini sadece mutluluğun derinliklerinde bulurken, korku, umutsuzluk olan ve yalnızca gizlenmek isteyen mutluluğun en gizli derinliklerine yerleşir’’.**

'GERÇEK OLANIN YİTİMİ BİR GÖRÜNÜŞ YİTİMİDİR'

Umutsuzluk, korkuyu ve mutluluğu kendi içinde örtük bir şekilde saklar. Korku ve mutluluk birbirine iki zıt kavram gibi gelebilir. Ancak umutsuzluğu legal bir halde değerlendirmek mutluluğu dışarıya çıkartır. Buradaki mutluluk bir zaman sonra legalin baskısıyla korkuya evrilir. Son kertede korku bir görünüm kazanır. Görünüm ise imaja dönüşür. Temelde bu korku umutsuzluğu kontrol altına alamaz, duygu ve dürtülerin rasyonel hareket etme hükmü doğar. ''Gerçek olanın yitimi'' aslında bir görünüş yitimidir. Onun ''özgürleştirdiği'' şey yeni bir çok çeşitlilik politikası değildir. Parçaların sayımına birebir özdeş bir nüfusunun polise özgü figürüdür.'' *** Esas olarak İktidar, ölçülen ve kavranan durumlar karşısında tavrını ortaya net koyar. Fiili varlığını buna bağlar. Çünkü bunlar aktif potansiyel durumlardır. Bu noktada müphem olan durumlar devlet mekanizmalarını gün yüzüne çıkartır. Burada karşılıklı bir sürtüşme söz konusudur. İktidar müphem olan her olguyu dış dünyada görünen imajlar olmasını sağlamaya çalışır, somut bir hale getirir. Umutsuzluğun karşıtı olan umut kavramının kendisi ise müphemdir. Umut ontik olarak metafiziğe bağlıdır. Rasyonel değildir. Aynı zamanda ummadır, bekleyiştir, medettir, çaresizliktir.

'UMUTSUZLUK AN'IN KENDİSİDİR'

Umutsuzluk ise hakikatın kendisidir. Olgusal bir saptamadır. Yerin netliğidir. Materyalist bir davranıştır. Maddeseliktir. 'An'ın kendisir. Kabulleniştir. Gelecek mefhumunu içermez. Dolayısıyla müphemliği ortadan kaldıran umutsuzluğun bizzat kendisidir. Umutsuzluk iktidarın kendi mekanizmaları tarafından ölçülen ve kavranan bir olguya dönüşemez. Çünkü temelde pasiftir. Modern kavrasamada aşkın bir görünüş yitimidir.

Postmodern anlatının aksine, Şener Özmen’in neo-modern belkide yapısalcı modern olarak niteleyebileceğimiz bu tutumu içkinliğin yıkımı ve aynı zamanda aşkınlığın yeni bir savlanmasıdır. Özmen’in sergisinde karşımıza çıkan "yeni bir umutsuzluk" çoğalan ve taşan aşkın durumun belirleyicisidir. "Ben emri kendi sesimde işitiyorum, yoksa bakışın otoriteyi bir put olarak aradığı herhangi bir yerde değil.’"****

Şener Özmen’in ’’Yeni Bir Umutsuzluk’’ sergisi 6 Nisan – 12 Mayıs 2019 tarihleri arası Mecidiyeköy PİLEVNELİ Gallery de.

Kaynakça:

* Bakmak Dinlemek Okumak s.121 Calaude Lévi – Strauss Yapıkredi Yay. Çev: Ömer B. Albyarka

** Ölümcül Hastalık Umutsuzluk s.50 Soren Kierkegaard Doğubatı Yay. Çev. M. Mukadder Yakupoğlu

*** Uyuşmazlık Politika ve Felsefe s.144 Jaques Ranciere Ara-lık Yay. Çev. Hakkı Hünler

**** Tanrı, Ölüm ve Zaman S.194 Emmanuel Levinas Dost Yay. Çev. Işık Ergüden