Beatles, James Bond ve Kraliçe

Onu yakından tanıyanlara göre Kraliçe 2. Elizabeth’in yazılı olmayan bir sloganı vardı: “Never complain, never explain.” Asla şikâyet etme, asla anlatma… 2. Elizabeth bu düsturu benimsedi ve 26 gibi genç bir yaşta tahta çıkmasına rağmen, çok fazla konuşmadan, çok fazla renk vermeden, çok renk vermediği için çok da hata yapmadan tahtta 70 yılı tamamladı. Çok da sevildi. Ama neden?

Yenal Bilgici yenalbilgici@gmail.com

Kraliçe 2. Elizabeth, dile kolay, 70 yıl boyunca hükümdarlık yaptı. Dünyanın en önemli ülkelerinden birinin, bir bakıma dişleri sökülmüş bir imparatorluğun başındaydı. Krallık kavramının ‘Yüzüklerin Efendisi’ ya da ‘Taht Oyunları’ filmlerinde kalması gereken bir dönemde, dikenli bir tahtta bunca yıl oturdu. Hevesle ve saygıyla onun ağzının içine bakan ya da ondan, en azından bulunduğu makamdan tüm kalbiyle nefret eden milyonlarca insanı yönetti.

70 yıl…  Böyle geçip gitti.

Kraliçe Elizabeth

Dün hayata gözlerini yuman Kraliçe’nin onlarca biyografisi yazıldı. Bu kadar hükümdarlık yapmış biri için daha azı da beklenemez zaten. Ama onu anlatan yazarların ortak bir derdi vardı: Malzeme… Yazmak için, anlatmak için, çekiştirmek için, sızlanmak için yeterli bir malzeme vermiyordu Kraliçe. Hiç vermedi.

70 senelik iktidarında ancak bir iki defa röportaj vermiş birinden söz ediyorum. O verdiği röportajlarda da özel şeyler söylememiş birinden. Onu yakından tanıyanlara göre Kraliçe’nin yazılı olmayan bir sloganı vardı: “Never complain, never explain.” Asla şikâyet etme, asla anlatma. 2. Elizabeth bu düsturu benimsedi ve 26 gibi genç bir yaşta tahta çıkmasına rağmen, çok fazla konuşmadan, çok fazla renk vermeden, çok renk vermediği için çok da hata yapmadan tahtta 70 yılı tamamladı.

Ve çok sevildi.

*

Dedim ya, ondan ya da makamından nefret edenler hep vardı ama 2. Elizabeth genel olarak sevilen bir kraliçeydi. O kadar ki, yeni bir anket Kraliçe’nin sevilme, beğenilme reytingini yüzde 75’lerde gösteriyordu. Halk, bizzat seçip bir yerlere getirdiği politikacılardan esirgediği desteği, sadece doğumdan gelen bir hakla memleketi sahiplenmiş birine verebiliyordu. Onu seviyordu.

Ama neden? Neden bu kadar sevildi 2. Elizabeth?

Bir insan, ‘sıradan’ bir insan, ‘sokaktaki’ bir insan, onunla eşit olmadığı yasalarca sabitlenmiş, devasa ölçülerdeki malı mülkü onca değişime rağmen korunmuş ve her yıl milyonlarca pound masrafı vatandaşın, daha doğrusu tebanın sırtına yüklenmiş birini neden sever? Bu çağda?

Daily Mail'de Kraliçe Elizabeth'in ölüm haberi

Hadi nefret etmek çok güçlü bir duygu; onu bir kenara bırakalım ama en azından kayıtsız kalmak gibi nötr bir seçenek varken bir insan bir kralı, bir kraliçeyi sevmeyi neden tercih eder?

Neden onun düğününü kendi düğününden çok önemser? Neden evindeki seramik çay fincanından, yatağındaki çarşafa dek her yere onun armasını, imajını basar? Neden onun doğum gününü kendi ajandasına ekler?

100’üncü yaşına yaklaşan bir Cumhuriyet’in çocuğu olarak ben bu sevginin nedenini asla anlamayacağım.

Seçilmemiş bir insanın, 2022 yılında, dünyanın tepesinde oturmasını kabul etmeyeceğim.

*

Ben anlamayacak olsam da bu sevginin sebepleri var elbette. Çelişki gibi görünecek belki ama az önce bahsettiğim o ‘renksizlik’ bir sebep mesela. Kraliçe, bugünün dünyasının dışında biriydi. Bizlere her fırsatta vazedilen tüm o “karizmatik ol, sessiz kalma, her konuda fikrini söyle, insanları yönlendir” düsturunun uzağındaydı. Sıkıcı denecek kadar uzağındaydı hem de. Ama bu uzaklık bir anlamda işe yaradı. İnsanları siyaseten kendine çekmediyse de onları uzaklaştırmadı da.

Bu tavırsızlık, bugün Kanada’dan Avustralya’ya, Karayip’teki adalardan Jamaika’ya, neden İngiltere’den Windsor isimli bir hanedanın uhdesinde diyeceğimiz tüm o topraklarda yaşanabilecek muhtemel çözülmeyi belki de geciktirdi.

Örneğin bağımsız bir cumhuriyet olma fikrini uzun süredir tartışan Avustralya’nın aksiyon almasını önledi. 1980’lerin başında Avustralya İşçi Partisi liderliğini yürüten Neville Wran, “Cumhuriyet olmasına oluruz da 2. Elizabeth gibi bir problemimiz var” diyecekti. Problem, halkın onu benimsemesiydi.

Neticede kolonilerle beslenmiş, gücünü büyük ölçüde kaybetse de bu muazzam zenginliğin avantajlarını kullanmaya devam eden ve bu konuda günah çıkarmaya pek yanaşmayan bir imparatorluğun 70 yıllık monarkıydı. Bu kadar uzun bir dönemin, ülkeyi omuzlarına almış işçi sınıfının grevleri hariç isyansız tamamlanması da esasen ilginçtir ve başta Kraliçe, kendi sınıfının çıkarlarını koruyan tüm Kraliyet mensupları adına bir başarı sayılabilir.

*

Kendisine gösterilen sevginin tek müsebbibi Kraliçe’nin genelde tarafsız duruşu, özelde de cana yakın tavrı değildi tabii.

İngiltere İmparatorluğu’nun bakiyesi tüm unsurlar, tüm kurumlar dev bir rıza üretme makinesi olarak her gün her an her saniye hiç durmadan çalıştı.

Kraliçe’nin adı, imajı, amblemi; milli marşın içindeki “God Save the Queen” (Tanrı Kraliçe’yi korusun) ibaresinden, banknotlara, pullara, bu arada polisin askerin üniformasına kadar her yerde hazır ve nazırdı.

Ailesi peri masallarında, önceki krallar ve kraliçeler ise efsanelerdeydi. Hepsi, her an, eğitimde sanatta kültürdeydi. Tabii bir de halkın dilinde.

“Majesteleri” bir korku sözcüğü olduğu kadar bir sevgi sözcüğü olarak da kullanılıyordu. Majestelerinin hizmetinde olmak onurların en büyüğüydü.

Şarkılar onu söyledi, hikâyeler onu anlattı, gazeteler onu yazdı.

Kraliçenin ölümünün ardından yas kekleri ve kumdan yapılan heykel

*

Dışarıda da sevildi. Tanındı. Milyonlar tarafından benimsendi.

Britanya’nın kültür ihracına dair aklınıza ilk ne geliyor diye sorsam, sanırım bir çırpıda birçok isim sayarsınız. Hele popüler kültürden. Benim aklıma gelen ilk üç isim: Beatles, James Bond ve Kraliçe…

Popüler kültürün onlarca unsuruna, onlarca şarkısına, onlarca hikâyesine sarılıp sarmalanmış, çoğunlukla tatlı bir kraliçe imajı, her fırsatta bütün dünyanın dikkatine sunuldu.

O hiç konuşmasa da dünya onu hep konuştu.

Rıza makinesi ihracatta da çalıştı.

Konuşuldukça çoğaldı Kraliçe.

*

Kraliçe ve eşinin mumya heykelleri 

Onu sevmeyenler de sevenler kadar çoğalttı. Hele kendi memleketinde. Ne de olsa bir ata yadigârı, her evin ortağıydı. Kimisine tatlı bir babaanne, kimisine geçmişten sıcak bir anı. Kimisi için de pek sevilmeyen, benimsenmeyen bir hala. Ama hep orada. Hele de bayramlarda.

Kimisi için şöyle: Saygındı ve tacını vakarla taşıdı.

Kimisi için de: Bir tacı olması can sıkıcıydı ama saygındı.

Öyle ki onu uğurlama yarışına girişen gazetelerin arasında Kraliyet’e en uzak sayılacak The Guardian bile, kapağına onun taçlı tahtlı ışıl ışıl bir fotoğrafını bastı.

The Guardian kapağı

Rıza üretme makinesi, Kraliçe’nin ömrünün son gününde de çalıştı. Ölümünün “London Bridge is down ( Londra Köprüsü yıkıldı)” diye gizlice fısıldanmasıyla beraber, BBC spikerlerinin matem siyahı takım elbiselerinden Buckingham Sarayı’nın kapısına mütevazı bir hamleyle iliştirilen bildiriye ve nihayet sonu gelmez cenaze töreni detaylarına kadar, İngiliz İmparatorluğu’nun hep ustası olduğu, tüm bir ulusu bir çırpıda içine çeken o tantanalı ve görkemli seremoni başladı.

Müteveffa Kraliçe yaklaşık on gün sonra defnedilecek.

Ama mekanizma çalışmaya devam edecek.

Bu defa Kral 3. Charles’ın taç giyme töreni için çalışacak.

Yeni paralar, yeni pullar, yeni marşlar…

Hiç ara vermeden çalışacak rıza üretme mekanizması…

2022 yılında dahi kula kulluğu dert etmeyen, majestelerinin hizmetinde insanlar içinse esasen tek bir kelime değişecek: God Save the King!

Tüm yazılarını göster