Eşitlik nedir?
“Yasalar karşısında ve siyasal, toplumsal haklar bakımından
yurttaşlar arasında hiçbir ayrım bulunmaması durumu.”
Herkes farklıyken olur mu bu? “Herkes farklı herkes eşit” derken
söylediğimiz eşitlik bir erişimle ilgili. Yani, orada bir film var,
hepimizin o filme erişimi olmalı. Az daha karışık tabii: O film
Çizmeli Kedi ise ben de seyretmek isterim ama benim erişimimle bir
çocuğunki eşit olamaz. Çocuğa öncelik olmalı. Bir porno yahut korku
filmiyse de çocuğun erişimi kapatılmalı.
Adam 6 yıl tıp 4 yıl uzmanlık okumuş. On yıl araştırmacılık,
deneyler yapmış, kadavralar kesmiş biçmiş, seksen tane kurs, ders,
sempozyum yutmuş, binlerce sayfa mürekkep yalamış ve edindiği
bilgilerle Hürriyet gazetesine ne bileyim “kansere iyi gelen bir
şey” üzerine konuşmuş.
Dombilinin biri de altına yorum yazmış: “Olmaz öyle, benim
komşum baktı olmadı.” Bunu onaylayan gazeteyi boşverelim o dombili
ile o profesör kanser üzerine konuşurken eşit olabilir mi?
Bu “kasapla benim oyum bir olur mu?” olayındaki gibi değil. O
ikisi anayasa referandumunda eşit olsun tabii (hoş referandumlar da
ayrı saçmalık, neyse). Ama koyunun saadeti oylanıyorsa benim, et
kalitesi oylanıyorsa kasabın oyu geçer akçedir tabii ki.
Çocukla ilişkide de böyle. Çocukla ilişkinin eşit değil adil
olması gerekir. Adalet de çocuktan yana imtiyazlı olunmasını
gerektirir. Adil bir dünyada çocukların ebeveynden bağımsız
hakları, bir çeşit özerkliği bulunması şarttır. Çocuk benim değil
mi döverim olur mu hiç? Bir kere para verip aldığın bir
anahtarlıktan bahsetmiyoruz. Çocuk senin değil. Sperm yahut yumurta
senindi, (vücudundan çıkan çeşit çeşit katı, gaz ve sıvıdan pek az
farklı olarak) geçti gitti o da. Geçmiş olsun.
O yüzden çocukla ilişki sahip olduğunuz şeylerdeki hakları
barındırmaz. Öyle kafanıza göre davranamazsınız. En azından adalet
bunu gerektirir.
Hele hele bebek. Her daim haklıdır. İktidarı mutlaktır. Sual
olunmaz. İster altına sıçar, ister kucağınıza. Canı isteyince uyur,
uyanır. Yaptığı her beklenmedik hareketin, saçmalığın bir sebebi
vardır. Sabırla katlanmanız ve sebebi anlamanız gerekir. Aksi
takdirde hayatı size de kendine de zehir eder.
Üstelik bu sadece onunla olan ilişkileriniz için geçerli
değildir. Çevrenizle de iyi geçinmeniz gerekir. Çocuk, bebek takımı
evde gerginlik istemez. Yok kayınvalide çemkirmiş, muayyen gün
imiş, ay sonu gelmiyormuş, ayakkabıda delik varmış bebek umursamaz.
Avuçiçi kadar bebek sizin kişisel gerginliklerinizi hemen anlar ve
o da gerilir. Sonuç: Size de kendine de hayatı zehir eder. Onunla
eşit ilişki kurmanıza olanak yoktur. O mutlak bir iktidar
sahibidir.
Küçük çocuk yetişkine kendisini çaresiz hissettirmek için
vardır. Ünlü takımında çok eğlenceli olur bu. Ünlü, karizmatik
insanlar vardır ya, bir kendilerinden eminlik abidesidirler.
Özgüven sızdırırlar her yerlerinden. Bazıları kibir, ego filan da
taşırır tabii. İşte onların çocuklarının yanındaki çaresizlikleri
çok süperdir. Adam Bob Dylan, dünyayı parmağında çevirmiş, Nobel
ile alay etmiş. Sen onu bir bırak bakalım 2 yaşında bir çocukla iki
saat yalnız, ne hallere düşecektir.
Ben çok şahit oldum buna. Fatih Akın misal. Malumunuz Fatih Akın
müthiş birisi. Hem karizmatik hem akıllı hem cesur hem iyi kalpli.
Haliyle her köşesi özgüven dolu bir abimiz. Sohbet etmişliğim de
var. Sohbeti de tatlı, samimi, özgüvenli. Siz bir de onu çocuğuyla
görmelisiniz. Ben yıllar önce Kelebekler Vadisi’nde denk gelmiştim.
Sahilde çocuğuyla yürüyorlardı. Küçük çocuğuna denize girmenin çok
da kötü bir fikir olmayabileceği gibi akademik bir konuyu anlatmaya
çalışırken o bir Fatih Akın’dan daha çok Hababam Sınııfı’na
benziyordu. İkna çabaları sırasında bir Mahmut Hoca olma çabası
görünüyordu. Ama en iyimserinden Adile Naşit olabiliyor, genel
olarak İnek Şaban ile Ferit arasında gidip geliyordu.
...
Çocuk büyüdükçe kendinize yavaş yavaş alan açmanız, ilişkinizin
çocuğun mutlak iktidarından adil ilişkiye doğru sürüklenmesi doğal
olanıdır. Hayat böyle yürümüyor ama tabii. Bu kadar manyak nasıl
dolanıyor sanıyorsunuz sokakta? Başka manyaklar büyüttü onları da
neticede. Sanki intikam alır gibi genellikle bebek tahakkümünden
yetişkin tahakkümüne doğru yürür iş. Dana dün kakasını kucağına
yapan sabi bugün bakkala gönderilir, höt denir, aşağılanır,
tokatlanır. Ve bu marjinal bir durum değildir, genellikle böyle
olur.
“Makul” bir ailede de çocuklar “hayatımızın neşesi” olarak
tanımlanır, piyanodan tekvandoya yüz bin türlü kursa gönderilir.
Gel gör ki aynı anda “baş belası” olarak görünür: Anne-babalar
çocuklarını çok sevdikleri için mi yedirirler onların yemeklerini?
Hayır. Bir an önce yesin de ayak altından çekilsin diye. TV, iPad,
GSM ekranı olan kımıldayan her şey çocuğu esir alsın ve çocuk ayak
altından kalksın diye tasarlanmıştır (Ayrıca elinden GSM gözünden
TV düşürmeyen yetişkinlerin çocuklarının TV yahut iPad merakından
mızıldanması ne hazindir).
(Tabii bu yetişkin kısmının kafasının fazla çalışmadığı şuradan
bellidir. Kendi konforuna meraklı bir yetişkin aslında çocuğuna
kendi işini kendi yapmayı öğretmelidir. Çocuk için doğrusu budur.
Ama kendisi için de doğrusu budur. Çocuk bunu bir kere öğrenince
kendi işini kendi yapar. Çocuk kendi işini kendi yapar olunca zaten
“ayak altında” dolanmaz. Daha sempatik, özgüvenli ve sosyal bir
çocuk olur. Anne babasına daha az bağımlı olur. Gittiği yerde başka
insanların başına bela olmaz, onlarla arkadaşlık eder oyalanır. Tam
istenen şey olur yani).
Fakat ne hikmetse bir yandan “ayak altından kalksın” diye
uğraştıkları cücelere hiç talep etmedikleri sorumluluklar yüklenir.
Bütün o kişisel gelişim, çocuk büyütme vesair reçete kitapları,
buzdolabının üzerine postitlenen tembihler filan bu kadar işe
yarayabilmiştir: Eşit ilişki kurayım, çocuğun kişiliği gelişsin
filan falan diye saçma sapan konularda çocuğa danışılır. Ne bileyim
“hep beraber taşınacağız” diye 4 yaşında bir çocuğu ev seçimine
karıştırmak olur mu? Araba rengini çocuğuna seçtiren var. Halbuki
çocuğun neredeyse her gün güncellenen bir zevki vardır. Araba rengi
seçimininse kaza riskinden fiyata bin türlü bileşeni bulunur. Çocuk
kısmı da bundan anlamaz. Çocuğa hakkını verelim. Ama daha düne
kadar kakasını altına yapan ve “Beni ne kadar seviyorsun yavrum”
sorusuna “beş” diye cevap veren bir canlı türünden
bahsediyoruz.
Çocuklar net ilişkiler, kesinlik içeren kararlar isterler. Abuk
subuk eşit ilişki teşebbüsleri onların en fazla kafalarını
karıştırır.
BİLGİÇLİK TASLAYAN KISIM:
Çok basit bir şey söylemeye çalışıyorum. Çocuğun imtiyazlarını
katlanma üzerine kurulu bir eziyet değil ödev olarak görmek
gerekir. Çocuğa baştan atılacak, bir an önce büyütülecek bir “şey”
değil bugün sizden daha az kirlenmiş, ileride sizden daha akıllı,
daha faydalı olması muhtemel bir birey olarak bakmak iyi olur.
Sizden uzun yaşayacağını da aklınızdan çıkarmayın.
Çocuk sahibi olmak bir fırsattır. En teferruatlı kişisel gelişim
reçetesinden daha teferruatlı, üstelik kendi kontrol
mekanizmalarını içeren bir kişisel gelişim reçetesidir. Biz
yetişkinlerin de büyümesi, öğrenmesi, görgüsünü arttırması için
müthiş bir fırsattır. Bende de iki tane bücür var, hayatım boyunca
öğrenemediğim şeyleri öğrendim sayelerinde.
Bütün ilişkiyi buna göre tanımlamak gerekir: İmtiyazlı ve
boyutları küçük bir birey.
Müşterek zaman geçirmek onu parka götürmekten daha önemlidir.
Onu parka götürmek gereklidir ve önemlidir ama köpeğinizi tuvalet
için çıkarmak gibi bir şeydir. Hizmettir. Kendi başına yapamayacağı
bir şeyde ona eşlik etmektir. Müşterek zaman geçirmek onunla
beraber bir şey yapmaktır. Onunla sizin de zevk alacağınız bir yere
gitmektir. Sizin de hazzedeceğiniz bir oyunu oynamaktır. Sizin de
hazzedeceğiniz bir filmi seyretmek, bir müziği dinlemek, resim
yapmaktır. Hem çok daha zevkli hem daha kolay.
Bu yüzden çocuk şarkıları yahut çocuk yemekleri deli saçmasıdır.
Şarkı şarkıdır. Yemek de yemek.
Çocuk da sizin dinlediğinizi dinleyebilir. Keza edebiyatta da.
Elbette anlamak için fiziki bilgi gerektiren bir romandan çocuğun
hazzetmesi beklenemez. Ama onun edebiyatından sizin hazzetmeniz
beklenebilir. Ben Pal Sokağı Çocukları’na ve Cadı Vini’ye
bayılıyorum. Çünkü iyi edebiyat o. Keza Mister No’ya ve Red Kid’e
de bayılıyorum. Yani çocuklarımla edebiyat konuşabiliyorum.
Şunu demek istiyorum. Bilgi gerektiren bir müziğe, ne bileyim
sofistike bir operaya çocuğu maruz bırakmak olmaz tabii. Ama Lucky
Peterson’la yahut Mazhar Alanson’la beraberce eğlenebilirsiniz.
Ona “Bir aslan miyav dedi” saçmalığını reva görmek ona kötülük
değil sadece. Size de zulüm. O tabii ki bunu iyi bir şey
zannedebilir, müziği tanımadığı alternatif bilmediği duymadığı
için. Ve tabii sizi sevdiği için. Hem yetişkinlerin bu kadar
büyümüş olup müzik zevki gelişmemiş olmasının, müzik diye acayip
acayip şeyler dinlemelerinin sebebi başka ne olabilir?
“Mavi ile sarıyı karıştırınca yeşil olur”, “Prize parmağını
sokarsan çok zarar görürsün” gibi müspet durumlar dışında öğretmek
de pek bir işe yaramaz. Doğru ilişkiyi örseler. Düşünsenize sürekli
bir şeyler öğretmeye çalışan bir baba ne hazin bir babadır.
Nasıl ki işiniz yahut eşinizden hem ayrılamıyor hem
söyleniyorsanız bunun yerine onlarla iyi vakit geçirmeyi denemek
daha iyi bir fikirdir, aynısı. Bütün bunlar çocuğunuzla ilişkinizi
katlanma zulmünden, eşit ilişki saçmalığından güzelce beraber
yaşamaya taşıyacak şeylerdir.
Adalet, adil ilişki de ancak böyle kurulabilir. Bence.
Not:
Facebook’ta ateş başında keyif içinde rakı içen fotoğrafımın
aldığı “like”ların yanına bir de kalp koydu İsmail Erdoğan. İsmail,
biliyorsunuz Gülmen ve Özakça’ya destek vermek için açlık grevinde.
O kalple birbirimize günlerdir mahcubiyet içinde bakıyoruz ara ara.
İsmail, vücuduyla direnirken eğlenen insanlara kalp
yerleştirebilen, üstelik ilkesel olarak açlık grevlerine karşı,
üstelik işi yemek yapmak olan yürekli, akıllı, ne yaptığının
farkında bir güzel arkadaşım. Elimden selam yollamak geliyor
sadece.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın gözümüzün önünde eriyişi
hepimiz gibi beni de perişan etti. Bir yanda diğer KHK
mağdurlarının çoğunda dahi gündem oluşturamamış bir eylem, diğer
yanda muktedirlerin sınırsız sorumsuz kalpsizliği, direnişleri için
canlarını ortaya koymuş iki insan, kabul edilmeyeceği baştan belli
talepler... Üzerine düşünmek bile karnıma ağrılar
saplıyor.