Behiç Ak: Eleştiren, kritik eden her şeyi emiyor insanlar
Karikatürist Behiç Ak: "Evde oldukları için bir muhasebe içine girdi insanlar. Çocuklarımız nasıl bir gelecekte yaşayacak? Hakikaten silahlara mı harcanıyor para? Basit kutupsallaşmanın dışına çıktığınız zaman ortak gerçekleri yakalayabilirsiniz. Şöyle bir örnek vereyim. Bundan iki üç ay önce Twitter'a koyduğum bir karikatürü tekrar koydum. Çok daha fazla insan ilgi gösterdi. Eleştiren, kritik eden her şeyi emiyor insanlar.”
DUVAR - Zadie Smith "NW Londra" adlı romanında bir karakterine söyletir: "İnsan yeterince beklerse, filmler gerçek oluyor ve herkes hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu."
Virüsün ilk günlere nazaran bünyelerdeki etkisi kaybolmaya başladı. Yeni normale alışma sürecine girildiğini gösteren bir serinkanlılık yerleşti sanki yüzlere. Daha bir ay öncesindeki şaşkınlık, tedirginlik yavaşça kalktı. Oysa yeni eşyalarımız arasında yerini alan maskeye kadar her bir detay kan dondurucu.
Tam şu günler bugünlerin nasıl anlatıldığı aklımdan geçiyor. Benzer şey hiç değil ama Adorno’nun sözü de aklımda: Auschwitz’den sonra şiir yazılamaz.* Bugünleri unutturmayacak şekilde yazılması, anlatılması, çizilmesi mümkün mü gerçekten?
1982’den bu yana Cumhuriyet gazetesinde çizdiği bant karikatürleriyle bilinen bunun yanı sıra tiyatro oyun yazarlığıyla da tanınan yaklaşık kırk yıllık bir karikatür geçmişi olan karikatürist Behiç Ak yaşananları nasıl anlatıyor? Çizimlerinde ne gibi değişiklikler oldu?
Çizgilerimde bakış açısı olarak bir değişiklik olmadı. Sadece şu söylenebilir. Bu dünyanın alt sınıflar için ne kadar yalan olduğu ortaya çıktı. İngiltere'de Thatcher’ın bir lafı vardır: 'Biz insanları orta sınıf yapmadık ama kendilerini orta sınıf gibi hissetmelerini sağladık.' Düşünebiliyor musunuz İtalya’nın Lombardiya gibi son derece gelişmiş bir bölgesinde yaşlı bir hasta Covid-19 yüzünden hastaneye geliyor. Hastanede bir tane ventilasyon cihazı var. Oysa 30 bekleyen insan var. Onlardan en gencini kurtarıyorlar ve diğerlerini ölüme terk ediyorlar. Bu topluma gelişmiş bir toplum diyebilir miyiz? Sadece paranın parametreleriyle toplumun gelişmiş ya da gelişmemiş olduğunu gösteren bir illüzyon vardı. O illüzyon ortadan kalktı.
"Eyvah Kapitalizm Çıplak!" dediğiniz bir çizime denk geldim. Söylediğiniz gibi her şey böyle ortaya çıkmışken, anlatma imkânlarında bir rahatlama oldu mu?
Görüyorduk ve aslında çiziyorduk. Pandemi öncesinde insanlar otomatiğe bağlamışlardı kendilerini. Analitik bir şekilde topluma bakılmıyordu. Yaşanan kriz pandemiyle başlamış değil. Neoliberalizm denen çağ tamamen aslında bir karşı ütopya çağı. Eşitliğin, adaletin yok olduğu bir zaman dilimi. Pandemi bütün bunları görmeyen insanların görmesini sağladı. Evde oldukları için bir muhasebe içine de girdi insanlar. Çocuklarımız nasıl bir gelecekte yaşayacak? Hakikaten sağlığa değil de silahlara mı harcanıyor para? Bu soruları daha önce sorabilme ihtimali olan ama sormayan 'her şey yoluna varır' diyen insanlar bugün bu soruları sorma ihtiyacındalar. Çünkü basit kutupsallaşmanın dışına çıktığınız zaman ortak gerçekleri yakalayabilirsiniz. Şöyle bir örnek vereyim. Bundan iki üç ay önce Twitter'a koyduğum bir karikatürü tekrar koydum. Çok daha fazla insan ilgi gösterdi. Kritik eden, eleştiren her şeyi emiyor insanlar. Algı kapıları açıldıkça çizdiğinizi algılama kapasiteleri de daha çok artıyor.
Ne değişti?
Hakiki mizahı algılayabilecek kıvama gelindi. Mizah toplumu kritik eden eleştirel bir düşüncenin ürünü. Mizah; taraf tutmaz, eleştirir. Oysaki postmodern dünya taraf tutma dünyası. Bir taraf tutuyorsunuz ve hiç düşünmeden ona göre davranıyorsunuz. Bu kırıldı. Aynı zamanda mizah sadece anlatmak değil anlamanın da bir biçimi. Bütün sanat eserleri öyle. Sanatçı; Tanrı ya da peygamber değil. Yaşadığın şeyi anlamaya da çalışıyor. Mesela karikatürü çizerken çok şeyi anlamaya çalışıyorum. Karikatür bana yardımcı oluyor.
Behiç Bey'e “duyar kasmak” lafını anlatmaya çalışıyorum. Eleştiri alıp almadığını soruyorum. “Onun ne olduğunu bilmiyorum. Yeni üretilmiş bir kavram herhalde” diyor.
Öylesi bir eleştiri almadım. Genellikle tartışmalar fikirle fikir arasında değil fikirle çıkar arasında olduğu zaman kurtla kuzu arasındaki tartışmaya benziyor. Fikirle çıkarı tartıştırırsanız, çıkar fikri yer. Basit çıkarları olan insanlara hiçbir şey anlatamazsınız çünkü onun tek istediği şey kuzuyu yemektir. Bazen çıkarı bile yoktur öyle sanır. Kösemen koyunları vardır bilmem bilir misiniz? Diğer koyunları mezbahaya götürür. “Hiçbir şey olmayacak yoksa ben gider miyim” der gibi. Bir çıkarı yoktur aslında öyle olduğunu zanneder garibim. Sonunda onu da keserler.
Zadie Smith NW Londra’da "İnsan yeterince beklerse, filmler gerçek oluyor ve herkes hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu" der. Bugünler unutulacak mı sizce?
Hiç sanmıyorum. Mutlaka bunun bir karşılığı olacak dünyada. Kamusal ihtiyaçların çok daha öne geçtiği bir takım talepler dizgesi oluşturacak. Neoliberalizm denilen saçmalık zaten bitmişti. Onun önerdiği şey şuydu: Artık sınıf çelişkisi yok, kimlik çelişkisi var. Yakın zamana kadar hep kimlikler üzerinden bir demokrasi tanımı yapıldı. Oysaki bu çok aldatıcı bir şeydi.
Bu yaşananlar neye yol açacak bilmiyoruz ama unutulacak gibi bir şey değil. Büyük bir sistem çöküyor. Bitişi hızlandıran bir şey oldu pandemi. Belki insanlar bazı şeyleri daha iyi anlayacaklar. ‘Şehirleşme ne kadar artarsa insanlık o kadar gelişir’ gibi bir yalana inandırdılar bizi. Oysaki bu doğru değil. Bu pandemiler bitmeyecek. Masanobu Fukuoka’ya soruyorlar: Sizce toplumdaki tarım oranının kaç olması lazım? "% 100 olması lazım" diyor. Buraya geldik. Herkes kendi gıdasını ekebilecek bir pozisyonda olabilmeli. Öyle bir dünyayı istemeliyiz.
*Nurdan Gürbilek Sessizin Payı’nda Adorno’nun bu cümlesinin yanlış anlaşıldığını paylaşır:
“1965’te verdiği ‘metafizik’ derslerinde şöyle söyler: ‘Bir zamanlar Auschwitz’den sonra şiir yazılamaz demiştim, bu da o cümleyi yazarken beklemediğim bir tartışmaya yol açtı. Beklemiyordum, çünkü felsefede hiçbir şey sözlük anlamıyla kastedilmez.’ Felsefi düşüncenin "birbirine taban tabana zıt ihtimaller arasındaki titreşim"de ortaya çıktığını söylüyordur: ‘Şunu tabii ki kabul ederim: Nasıl Auschwitz’den sonra şiir yazılamaz dediysem, ki bununla o dönemde diriltilen kültürün kofluğuna işaret etmek istiyordum: Aynı şekilde Hegel’in Estetik’te öne sürdüğü, insanlar arasında bir acı bilinci olduğu sürece o bilincin nesnel biçimi olarak sanatın da var olması gerektiği önermesi uyarınca şiir yazmalı da diyebilirdim."