Bejan Matur ne diyor bak: Dünya güzeldir hâlâ

Bejan Matur’un varlığa, varoluşa içkin sesi, “çözülemeyen soruna” ya da “krize” dair bir sestir. Onu kuşatan, işaretleyen, dile getiren bir ses...

Abone ol

Bejan Matur’u doksanlı yıllarda Defter başta olmak üzere dergilerde çıkan şiirleri ve ardından gelen “Rüzgâr Dolu Konaklar”la (1996) tanımıştık. Daha sonra “Tanrı Görmesin Harflerimi” (1999), “Ayın Büyüttüğü Oğullar” (2002), “Onun Çölünde” (2002), “ İbrahim’in Beni Terketmesi” (2008), “Son Dağ” (2015), “Aşk Olmayan” gibi kitaplarıyla modern Türkçe şiirde, iki binli yıllarda adı ön plana çıkan isimlerden oldu. Ancak şunu da belirtmek gerekir: Matur’un kitaplarının çoğu iki binli yıllarda yayımlansa da şiirlerinin yapısı, dili, sesi bu dönemle sınırlı değildir…

Şiirleri birçok dile çevrilen Matur, son kitabından beş yıl sonra okurla “ışığın”, “güneşin” ve “tozun” şiirlerini bir araya getirdiği “Dünya Güzeldir Hâlâ”yla buluştu. Everest Yayınları'ndan çıkan “Dünya Güzeldir Hâlâ”da otuz beş şiir yer alıyor. Kapak deseni İnci Eviner’e ait kitapta “Işık”, “Güneş” ve “Toz” başlıklı üç bölüm bulunuyor. “Işık” başlıklı ilk bölümün ilk şiiri kitapla aynı adı taşıyor; bu şiirden bir bölüm okuyalım:

 dünya güzeldir hâlâ

ve müzik doludur.

büyük koroların tanrısallığı ile

böceklerin basit serzenişi arasında

sızlayan kalptir dünya.

o sesleri duymuş olmak

cennet mi?

o sınırda kalmış olmak peki?

güzellikle gerçek arasında

unutkan ve yabancı.

büyüdüm evet

artık bunu bir veda sayabilirim.

büyüdüm dikenlerin şarkısıyla

cırcır böceğinin

yaz uğultusu karışan masalında.

iğde kokuları

ve tepelerin arasında

gizlice büyüdüm.

Ses, başından itibaren Bejan Matur’un şiirinde kurucu öğe olarak dikkati çeker. Bunun hem kendisi tarafından hem de yayımlanan kitaplarıyla ilgili değerlendirmelerde dile getirilen bir özellik olduğu biliniyor…

Cevat Çapan, “Rüzgâr Dolu Konaklar”ın arka kapak yazısında, “Bejan Matur’un dağ rüzgârlarının ürkütücü ama arı soluğunu getiren şiirlerle dolu” diyerek devam eder: “Yerini bulamamış bir göçün arayışı, kervansaraylara uğramayan kervanların, baharat kokulu hanların alacakaranlığında belirip kaybolan gölgelerin iç içe geçen görüntüleri. Ama daha da önemlisi gerçeklerden masallara, masallardan gerçeklere gidip gelen sevgi sürgünü göçebelerin doğanın taşına toprağına sinen acılarını dile getiren şiirler. Düş gücünün mantığıyla Doğu’nun karmaşık yaşantılarını lirik ve masalsı bir dille canlandıran bir imge ve ezgi zenginliği.”

Dünya Güzeldir Hâlâ, Bejan Matur, 80 syf. Everest Yayınları, 2021. 

Ama onun sesinin, modern Türkçe şiirde örneğin Yahya Kemal’in ya da Nâzım Hikmet’in sesiyle herhangi bir yakınlığı yok. Ama Ahmed Arif’in, Cemal Süreya’nın ya da Melih Cevdet Anday’ın, Turgut Uyar’ın sesiyle de ilişkilendirilebilir gibi değil… Öte yandan, andığımız şairlerin seslerinin yüksek perdeden olsa da, olmasa da nihayetinde erkek ve eril oluşu elbette önemli. Ama Gülten Akın’ın sesiyle de Matur’un şiirlerindeki sesin, beklentinin aksine, zaman zaman temas etse bile sürekli bir ilişki içinde olduğundan söz edilemez. Örneğin Gülten Akın’daki “annenin sesi”, Bejan Matur’da, kadın halinin çok daha yalın ve öznel sesi olarak ön plana çıkar… Şu da var ki Matur’un, şiirlerinde kadın kimliği önemlidir ama temel problemi tek başına bu değildir. Bejan Matur’un şiirlerindeki sesle ilgili belki, bir benzetme yaparak şöyle diyebiliriz: Balyozla vurmaya gerek kalmadan, bir hafif dokunuşla, İranlı şair Furuğ’a hayli yakın bir ses oluyor, onun şiirlerinden yükselen. Arada, kulağa Latin Amerikalı şairlerin sesine yakın bir ses de çalmıyor değil…

Özetle Matur’un şiirinde ses ne kadar belirleyiciyse o sesin, kadın sesi oluşu da bir o kadar dikkat çekicidir.

İskender Savaşır, “Rüzgâr Dolu Konaklar” yayımlandığında, Cumhuriyet Kitap ekinde çıkan yazısında, “Kitapta işittiğimiz ses, tarihi kuran değil savrulan, zorla bir yola koşulan bir öznenin sesi” diyor.

Bejan Matur’un varlığa, varoluşa içkin sesi, “çözülemeyen soruna” ya da “krize” dair bir sestir aynı zamanda. Ya da kapanmayan, yaşadığı müddetçe uğraşacağı hesapla ilgili. Onu kuşatan, işaretleyen, dile getiren; hatta belki dile getirmese çıldırmaya götürecek bir ses… Aktaracağımız betikler, “İki Nehri Var Suriye”nin başlıklı şiirden:

 Güllerin kesilişinden söz eden

Bir kadın tanıyorum ben.

Nehirleri adları ile bilen.

Biri Fırat

Diğeri kan!” diyen

 (…)

o yorgun şehirde,

koyu ceviz tabutların

karanlığını gizlemek için

beyaz gülleri kesiyorlardı

incelikle.

ölümü değil,

kederi örten.

beyaz gülleri.

 Modern Türkçe şiirde şairin en melankolik olduğu anlarda bile söz bir biçimde umuda bağlanır… “Dünya Güzeldir Hâlâ”da da bunun, bu tavrın geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Kitabın adıyla birlikte, içindeki şiirlerin bakış açısına da gönderme yapan “Dünya Güzeldir Hâlâ” sözünün yüklendiği iyimserliği ve umudu dikkate alırsak Matur’un, modern Türkçe şiirin retoriğinin içinde kaldığını düşünebiliriz. Şu dizeler, “Işığın Bükülmesi” başlıklı şiirden:

gücüm var hâlâ

kelimeleri iyileştirmeye

kainatla konuşmaya

gücüm var.

başlayabilirim karanlığı aralayarak

bakmaya ruhun gözlerine.

ve başlayabilirim

adını koymadan bildiğim

anları saymaya.

gittim başlangıca

bana bir armağan olarak sunulan

yaradılışın sancısına gittim.

“Dünya Güzeldir Hâlâ”da, bilhassa şiirden şiire ilerledikçe, bize şunlar da söyleniyor sanki: Dünya hâlâ güzel, ama ben “masumiyetin yası”nı tutuyorum. “Masumiyetin yası” ifadesinin altını çizmek gerekiyor. Bejan Matur’un kitaptaki şiirlerinin sesinin ve geri planındaki sorunsalın bu kavramın kılavuzluğuyla daha bir aydınlığa çıktığını düşünüyoruz.

Matur’un dile getirdiği “masumiyetin yasında”, kendi rızası dışında koparıldığı yuvadan, yurttan, sıladan uzakta; gurbette göçebe, bir türlü yerleşecek bir yer bulamamış olmanın duyguları, düşünceleri var… Ama, hatırada kalmış sılayla, yuvayla, yurtla birlikte kaybedilmiş “masumiyet çağına” ait bir yas da var gibi. Mırıltılı, masalsı sesin temsil ettiği biraz da o kaybedilen “masumiyet çağıdır” sanki.

Bejan Matur’un kitabını, şiir öznesinin rızasız biçimde koparıldığı sılaya, yurda, yuvaya özlemi olarak yorumlayabildiğimiz gibi yasını tuttuğu “masumiyet çağına” bir sesleniş olarak da okumamızda belirleyici birtakım etkenler söz konusu… Öğrenilmiş değil de varlığa, varoluşa içkin sesin, mırıltının, masalsı dilin art alanındaki esrikliğin, acının ve yasın kışkırttığı o esrik bilincin izdüşümü olması gibi… Matur, özellikle bu yönüyle değerlendirilen şiirleriyle farklı bir şair kimliği kazandı. “Gerçek Sessizlik Sesle Doludur” adlı şiiri okuyalım:

bir kez

bir kez daha

inandım

kelimeler doğamdır benim

müzik benim kanım

Şairin zaman içinde yapıtında yalınlaşmayı, sadeleşmeyi, azaltmayı tercih etmesi, özelikle dilsel öğelerin kullanımında daha tutumlu davranması, teknik açıdan ehil duruma gelmesi beklenen bir gelişmedir.

Ancak yalnızca zaman içinde kazanılan deneyime, bilgiye, görgüye yaslanarak yazılan; arayışın, yeniliğin, tazeliğin ihmal edildiği şiir şairini de, okurlarını da hayal kırıklığına uğratabiliyor…

Ayrıca şairin ünlenmesi; bilinirlik, okunurluk bakımından yayılıp genişlemesi, kısaca popülerleşmesi heyecan verici olmakla birlikte derinliğin kaybıyla sonuçlanabiliyor. Bu durum, belki başlangıçta fark edilmiyor. Fark edilse de önemsenmiyor. Ama bu durumda maceranın sonu hüsranla bitebiliyor. Kısaca söylersek şairin, riskten vazgeçtiğinde, kaçındığı riskin sonuçlarını da aşan bir kayıpla karşılaşması mümkün olabiliyor.

Şairin başlangıçta övgüyle karşılanan özelliklerinden zaman içinde çeşitli nedenlerle vazgeçmesi, örneğin dilinin çoklu anlam üreten dinamiğini oluşturan ve çağrışım genişliğini harekete geçiren imkânları seferber eden tutumunu değiştirmesi, örneğin tekrara düşmesi, söyleyişin sıradanlaşması, gerileme olarak ifade edilir. Bunu belki, şiirde arzu edilen ipek dokumanın yerini haraşo örgüye bırakmasına benzetebiliriz.

Öte yandan okur elbette önemli bir jüridir, göz ardı etmemek gerekir. Ama yeterli midir? Bunu şunu belirtmek için söylüyoruz: Eğer şair, başlangıçta farklı çevrelerden geniş destek almasını sağlayan çıkışını borçlu olduğu arayışını zaman içinde tavsatırsa genellikle bunu ona hatırlatan olmuyor. Okur da dahil. Belki şair de duymak istemiyor, duysa da umursamıyor. Oysa eleştirinin boşluğunu doldurmasa da okurun bunu, bu hatırlatmayı yapması, şairin arayışını tavsatmaması açısından önemli olabilir. Ancak süreç öyle işlemiyor ne yazık ki.

Bejan Matur’un, henüz yolun başında, ilk şiirleri ve kitapları kuvvetli bir destek ve referans buldu. Ondan sonraki süreçte bazen üç, bazen beş yıllık periyotlarda yeni kitapları yayımlandı. Şiirlerini farklı kanalları da deneyerek okurla buluşturdu… Ancak yapıtlarının, başlangıçtaki incelemeleri, değerlendirmeleri saymazsak eleştirel bir sınavdan geçtiği söylenemez.

Bunu belirtmemizin nedeni şu: Şairlik serüveninde uzun bir süreyi geride bırakmış olan Matur, sanki ustalığını konuşturmayı daha bir önemsemiş görünüyor. Bu izlenimimizin son kitabıyla biraz daha pekiştiğini ifade etmek isteriz. Ancak şiirde ustalaşmanın, “efendimiz acemilik” olan tavrı değiştirmenin bir bedeli var. Bunu, tabii ki Bejan Matur da bilir. “Bizans Sesleri” başlıklı şiirden bir bölüm aktaralım:

eğil bak,

gör o eski dili

bizi insan kılan gerçekleri

ve güven duymamızı zamana

devam etmemiz için.

her şey akar evet

her şey değişir

hiçbir şey aynı kalmaz

ve gerçekte hiçbir şey yoktur!

Bejan Matur’un ne yazsa okuyacak bir okur kitlesi olduğu biliniyor. O nedenle “Dünya Güzeldir Hâlâ”nın da ilgiyle karşılandığını, heyecanla okunduğunu, okunacağını tahmin etmek zor değil.

Şunu da söyleyelim: Şair, günün sonunu düşünebilir. Ama yarını daha çok düşünür. Bu bilhassa, şiirin zamanın sınavını geçmesi, güncelden tarihsellik basamağına çıkabilmesi için önemlidir.

Sözü “Dünya Güzeldir Hâlâ”ya bırakarak bitirelim:

 ey nehir söyle bana

nereden akmaktasın

hangi eksiklikten?